İnsani bir zaafın ötesinde ruhsal bir bozukluk olarak değerlendirilmesi
gereken konudur ‘’ben bilirim’’ sendromu. Bu
hastalıklı hali en çok siyaset sahnesinde gözlemliyoruz.
Fransız sosyolog Aron’un tarifiyle; bir kimsenin, bir grubun veya
bir hükümetin bir anlayışına, icraat programına veya icraatın kendine
siyasa ismi verilir. Siyaset ise, değişik siyasalların çatışma alanıdır.
Komplekslerinden sıyrılmış entelektüel bir akıl, buradaki çatışmanın
kuru bir hep benim dediğim olsun davası olmadığını kavramakta
zorlanmayacaktır. Fikirlerin çatışmasından kasıt; ortak iyiyi, doğruyu ve
güzeli bulma faaliyetidir. Bu, bilgiye dayalı bir mücadeledir. Temel unsuru
insandır. Hedefi insan mutluluğudur. Siyasal alanda var olan insanların
başarısını maksimize edebilmeleri ancak ortak akılla mümkündür. Zira ortak
aklın ışığında büyük hedeflere ulaşılabilir.
Lakin üzülerek tespit ediyoruz ki memleketimiz dahilinde devlet
yönetiminden mahalle yönetimine kadar hasbelkader sorumluluk makamında
bulunanların otoriter bir siyasal yönetime meylettikleri görülüyor. Bu
gayet tehlikeli bir durumdur. Çünkü otoriter/totaliter rejimlerde bir kişi
ya da bir zümrenin eleştirilmesi dahi mümkün olmayan mutlak hakimiyeti söz
konusudur ve kadim çağlardan beri insanoğlunun dünya üzerine akan
kanının/göz yaşının sebebi bu mutlak hakimiyet kurmak hırsıdır, bu hep
benim dediğim olsun anlayışıdır.
Bu bazda son yaşanan hadiselere bakıp ülkemizi değerlendirdiğimizde
devlet geleneklerimiz ve milli birliğimiz adına endişelenmemek mümkün
değildir.
Bu endişemi 12 senedir siyasetle ilgilenen bir siyaset gözlemcisi olarak
ifade ediyorum. Kesin inançlı, sürekli düşman üretip, düşmanlıklarla
kendini var kılan, cepheleştiren, kutuplaştıran, eleştirilere tahammülü
olmayan, kaba ve hoyrat siyaset anlayışının ülkemize zerre kadar katkısı
yoktur. Bu anlayış her alanda ciddi tahribata sebep olmaktadır.
Makyavelli’nin yüzyıllar öncesindeki telkinleri paralelinde, olası
rakiplerini birbirine düşürüp, uzaktan manzara seyreder gibi kavga
seyredip, düşene geçmiş olsun, ayakta kalana helal olsun demek suretiyle
durmaksızın yoluna devam edenlerin, bu çarpık zihniyete meşruiyet alanı
yaratmaya çalışması siyaset kurumuna olan güveni yok etmekte ve toplumun
siyaset kurumundan umudunu kesmesine sebep olmaktadır. Sorunlara çözüm
arama alanı olan siyasetten yüz çeviren kitleler çözümü başka alanlarda
aramaya itilmektedirler.
Yandaşların çıkarından başkasını düşünmemek, farklı sesleri bastırmaya
çalışmak, perde arkasından filmler çevirmek, güç bende sendromuyla intikam
projeleri sahnelemek, kuzeyde ayrı, güneyde ayrı, doğuda ayrı, batıda ayrı
konuşmak, içerde ceberut, dışarıda uslu çocukları oynamak ve sair tezgahlar
yapmak kimseye hayır getirmez. (kendileri dahil)
İktidara sahip olanlar –ya da en azından öyle gözükenler- öncelikle
devlet kavramının ne demek olduğunu öğrenmeli ve devlet adamına yakışan
olgunluk ve asaletle davranmalıdırlar.
Hep benim dediğim olsun diyerek bırakınız devlet idare etmeyi, kanarya
sevenler derneği bile yönetilemez .
Sorumluluk ve uzlaşma kültüründen nasibini almamış, entelektüel birikimi
zayıf, çözümün değil sorunun parçası olan yöneticileri seçmek hatasının
tekrar edilmeyeceğine dair umutlarımızı hala koruyor ve açıkca bu gidişata,
bu düzene, bu anlayışa itiraz ettiğimizi beyan ediyoruz.
Son bir hatırlatma: Saygı ile boyun eğme, sadakat ile köleleşme,
demokrasi ile oligarşi arasında ince bir çizgi vardır.
GÜZEL SÖZ : Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür;
düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür; duygularınıza dikkat
edin davranışlarınıza dönüşür; davranışlarınıza dikkat edin,
alışkanlıklarınıza dönüşür; alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize
dönüşür; değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür; karakterinize
dikkat edin kaderinize dönüşür. (Mahatma Gandhi)