Bir adam gördü kırbaç cezasına çarptırılan.
Anlattı ne gördüyse bir bir:
"Bir gün Bagdatta bir adam gördüm.
Kırbaçlandığı halde çıkmıyordu sesi.
Sonra zindana götürdüler onu.
Peşine takıldım ve niçin dövüldüğünü sordum.
Bir kadına aşık olduğundan bu hale düştüğünü söyledi.
"Bu kadar açı çektiğin halde neden ses çıkarmadın?"diye sordum.
"Sevgilim bana bakıyordu," dedi.
Dakikalara, saatlere, günlere, aylara ve yıllara bölerek yaşadığımızı
sandığımız bu hayat aslında beş mevsimden ibarettir.
Evet, ömrün sadece beş mevsimi vardır:
Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün.
Aşk, zamanın gönül rengine boyandığı mevsimdir.
Uçarı heveslerin, bıçkın arzuların beden mülkünü istila ettiği bu mevsimden
hatıralar defterine nakşedilmiş birkaç soluk resim kalır.
Ara sıra hayal aleminin pembe perdelerini aralayarak gönül penceresinden
gülümseyen bu isimsiz suretlerin davetleri düşer aynalara.
Damarda kanın ısınmaya başladığı anlar olur.
Akıl gecikmiş davetlerin zelzelesinin enkazında kaybolur.
Ve aşk her yıl mevsim ayırmadan birkaç kez misafir olur gönül ülkesine.
Aşk, aklın bedenden firar eylediği mevsimdir.
Hasret, ıssız yolların dikenlerini sevdanın ve sohbetin ezgileriyle
ayıklama uğraşıdır.
Dönmeyeceklerini bile bile gidenleri beklemektir.
Beklemek ağız tadıdır hasret mevsiminde.
Dem olur ki gönül; güneşi arayan ufuk, bülbülü sesleyen gül, ateşi arayan
pervane, aklıyla kavgalı bir divane yahut sılaya selam göndermek için turna
katarlarını bekleyen bir garip olur.
Hasret ki, yolların yorgun yüreklere yüklediği gam, gönül yurdunu vakitsiz
kuşatan akşamdır.
Hasret ki yolların yolculara geçit vermediği mevsimdir.
Yalnızlık, tutsaklık zincirinin gönül kuşunun ayaklarına dolandığı andır.
öyle yaman bir zamandır ki bu, gönül bahçesinin bütün renklerini siyaha
dönüştürür.
Huzur ürkek bir güvercin gibi uçup gider ötelere.
Geceler alabildiğince uzar, gündüzler bir alacakaranlıktan ibaret kalır.
Ağlasın hallerine talih ki şafağın zincirlerine vurulmuş birer gölgedir
sevgiden yoksul yürekler.
Yalnızlık, yılgınlığın insafsız bir akınla gönül ülkesini tarumar eylediği
mevsimdir.
Vuslat, aldanıştır.
İkiliğin olduğu yerde aşk, aşkın olmadığı yerde vuslat yoktur.
Çöl Mecnun’dan, dağ Ferhat’tan, Kerem ateşten, Aslı külden, gül
bülbülden ve gam gönülden ne zaman ayrıldı ki...
Yusuf Züleyha’dan kaçabilir mi, tek kanatla uçabilir mi turnalar,
aklın anahtarı açabilir mi sevdanın kapısını...
Ve siz, denize ulaşmayan kaç ırmak gördünüz ki?
Vuslat ki, ruhların bedenleri imkânsızın peşinde yorduğu mevsimdir.
Hüzün, bütün duyguların birbirine karıştığı ve akılla gönlün kıyasıya
yarıştığı bir kavşaktır ki ona varan bütün yollar ıssız, bütün yolcular
yaralı, bütün haberler kötü ve bütün selamlar buruktur.
Ve onun ikliminden geçen bütün kuşların kanatları kırıktır.
Her şeyden geriye buruk bir tat kalmıştır ancak.
Ve hüzün, yılların ötesinden buruk davetler gönderen hatıraların
mevsimidir.
çocuk üstü başı kir, çamur, içinde eli yüzü, yaralı evine geldi.
Onu gören Annesi"Ne oldu?"diye sordu.
"Düştüm"dedi.
"Acıdımı?"
"çok"dedi çocuk.
"Agladınmı?"dedi annesi.
"Yok ağlamadım."
"Neden?"
"Kimse yoktu da ondan"dedi çocuk.