|
Ziyaretçi 
|
 |
Yazılış Tarihi: 20/3/2008 Saat 12:43 |
|
|
“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”

Veysel Şatıroğlu, 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı
Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü,
Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum
biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir,
olağandışıdır.
Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar
merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş
Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye
köye dönmüştür.
Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası
“Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in
dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp
kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden
yaşamlarını yitirmiştir.
Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden
yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor:
“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek
beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün
çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım.
Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ
gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma
zindan.”
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı.
Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor.
Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden
yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek
hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini
hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve
severdi.”
Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar.
Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına
“Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor
var” demişler. Sevinmiş babası.
Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir
gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince;
babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de
akıp gitmiş böylece.”
Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış
Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale.
Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar
Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak
adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in
babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in
dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir
eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa
çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu
Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları
Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini
takarmış.
İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden
Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice saza vermiş;
usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını
aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok
Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta
ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.
“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte
başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli
sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün
arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum...
Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık
acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük
bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta
tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara
bırakmaktadır.”
O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;
“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara
derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler,
bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi
oldum.”
Bunda biraz Anadolu’da “erkek oğlan” olgusunun etkisi
varsa, daha çok Veysel’in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu
ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:
“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.
Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına.”
Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki
biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle
Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar.
Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha
on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in
acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye
başlıyor. 1921’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan onsekiz ay
sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de
bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık
Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy
odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.
Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere
bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride
Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün
Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken,
Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma.
Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.
Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı
aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da
yaşamamış.
Bir şiirinde dile getirdiği gibi:
“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsem gezer peşimde.”
Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.
“O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh
haleti içindedir. 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile
Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır
köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden
vazgeçiriyor. Veysel’i dinleyelim:
“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim,
‘ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma
düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten
vazgeçtim.”
Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan
Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç
ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman,
Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar.
Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit
köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan
Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı”
grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları
Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden
bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir
kadınla evleniyor.”
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve
arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5
Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı
düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası
işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A.Kutsi Tecer’le
tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.
1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor.
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in
direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal
üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in
günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür
Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu
şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması
oluyor.
O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza
Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya
gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben
giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor.
Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan
örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel
Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir
kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da
destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana:
“Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o
kadar olur...” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde
destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor.
Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye
başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.
O günleri şöyle anlatıyor: “Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat
köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya
gelebildik. Otele gitsek para yok. ‘Nere gidek? Nasıl Edek?”
diye düşünüyoruz. Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var. O
adam misafirperverdir.” O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki Atıf
Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız
hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki
gibi kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları
olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü.
Kırkbeş gün Hasan Efendi’nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz,
geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar. Dedim ki:
-‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız
var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne
yaparız?’
Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir
milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak
gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’
Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız
var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım
et!’ dedik.
Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede
çalın çağırın.
Geçin gidin!’
-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa
Kemal’e!’
Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’
dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin!’
dedi.
Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan
döndük geldik. ‘Ne yapsak?’ diye düşünüyoruz. Sonunda,
‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski
telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar
Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan
Çarşısı’na yürüdük.
Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir
kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya
girmek yasak!’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.
Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası
kalabalık. Kalabalığa girmeyin!’ diye diretti.
-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye
devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı.
–‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini
patlatırım senin!’ diye çıkıştı.
-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız!’
dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir
yere oturt. Git telini al!’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel
taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.
-‘Ne istiyorsunuz?’ dedi müdür.
-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz!’ dedik.
-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim!’ dedi. Çaldık dinledi!
- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’
Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de
gazete alın!’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler.
Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:
- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere
girin! Oturun!’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir
zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu
iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı
üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses
çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok.
Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.
Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi
köyünüze parasız gönderir!...’ dedi. Elimize bir mektup verdi.
Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız.
Nasıl geldinizse öyle gidersiniz!’
Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız?’ dedi. Anlattık.
‘Durun bir de valiye yazalım!’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı.
Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik.
Belediye bize: -‘Yok!’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi
gönderemeyiz!’ dedi.
Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin!’ dedi.
‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş;
tükenmiş!’ dedi. Acıdım avukata.
‘Nasıl edelim? Ne edelim?’ derken bir de
‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey
çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine
gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada
dinelip duruyorduk.
İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne
yapıyorsunuz?’ diye sordu.
-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar!’ diye cevap verdik.
-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar!
Âşık Veysel bu!’ dedi.
O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada:
-‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri
varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var,
dinleyin.’ dedi.
Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir
adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar
günü de Halkevinde bir konser versinler!’
Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara
Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da
koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.
Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık
İzzeti’nin:
“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıydı gün müydü, yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti.
Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti.
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamzen oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti..
İzzetî, bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kement etmiş,
Yar bonuma taktı geçti.” şiiridir.
Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi
Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler,
Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği
yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş
birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye
geliştiriyor.
1965 yılında Türiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık
Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı
hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.
21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan
Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama
gözlerini yumdu.
Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın
şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru
işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra
Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi,
Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular,
Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam
öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da
Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın
doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona
erer.”
Sevgiyle
|
|
Ziyaretçi 
|
 |
Yazılış Tarihi: 21/3/2008 Saat 13:26 |
|
|
Beğenmedi
Memlekete destan oldum
Karım beni beğenmedi
Esten oldum dosttan oldum
Yarim beni beğenmedi
Ne söylesem deli dedi
Meyve vermez çalı dedi
Açma bana kolu dedi
Sarım beni beğenmedi
Ben gönlümün valisiyim
Altı çocuk velisiyim
Bir güzelin delisiyim
Durum beni beğenmedi
Yine düştüm dilden dile
Gözyaşlarım sile sile
Attı beni gurbet ele
Yerim beni beğenmedi
Geçti güzelliğin çağı
Gölköy'e kurdum otağı
Güz geldi doktu yaprağı
Dalım beni beğenmedi
Veysel yönüm yare dondum
Lodos değmis kara dondum
Yeşillenmiş yare dondum
Pirim beni beğenmedi
|
|
Ziyaretçi 
|
 |
Yazılış Tarihi: 21/3/2008 Saat 14:09 |
|
|
Aşık Veysel hayatında ne cok acı cekmiş. hayat hikayesi beni cok
duygulandırdı. herzaman eserlerini zevkle dinlerim ama hayat hikayesini hiç
bukadar yakından okumamıştım bence68 size nekadar tesekkur etsek azdır.
böyle acı bir hayattan boyle bir cevher işte anadolu insanın gucu.
emeginize saglık.
|
|
Ziyaretçi 
|
 |
Yazılış Tarihi: 21/3/2008 Saat 15:49 |
|
|
Teşekkür ederim yüreğine sağlık kuzucuk. Böyle insanların sadece
klişeleşmiş kelimelerle anılmasına üzülüyorum. O sebeplede bu insan neler
yaşamış neler yapmış elimden geldiğince arşivleri tarayarak yayınlamaya
çalışıyorum.
Saygılar
|
|
Member  Cevaplar: 289 kayıt olmuş: 27/1/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet: 
|
 |
Yazılış Tarihi: 21/3/2008 Saat 22:40 |
|
|
Degerli insan asik Veysele,ALLAHTAN rahmet diliyorum.35.Ölüm Yil Dönümün de
bize hatirlattigin icin cokca tesekkürler sevgili Bence.
Degerli eserleri yorumlari Mistik,bir Ermis! olarak görüyorum...
|
|
Member  Cevaplar: 289 kayıt olmuş: 27/1/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet: 
|
 |
Yazılış Tarihi: 21/3/2008 Saat 23:34 |
|
|
Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana
Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz
Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz
Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşların silemez
Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ilen doldu
Harekete kimse mani olamaz
Ruhu saad olsun,Asik Veyselin!!!
|
|
Ziyaretçi 
|
 |
Yazılış Tarihi: 22/3/2008 Saat 16:03 |
|
|
Aşık Veysel, Anadolu'nun ışıklarından biridir.
Öyle bir ışıktır ki görmeyen gözleriyle insanı, doğayı, çiçeği, böceği
sevmiş; sevdirmiş. Yaşadıklarını, duyumsadıklarını sazının tellerine,
dizelerine dökmüştür.
Çektiği tüm acılara; aldığı tüm yaralara rağmen zümrüd-ü anka kuşu gibi
küllerinden yeniden doğmuştur.
Aşık Veysel kendini yeniden yaratmanın; sevginin; mücadelenin; kendini
bilmenin
ozanıdır.
[tarihinde düzeltildi 22/3/2008 Saat 16:24 Yazar Samyelim]
|
|
|
0,085 saniye - 26 queries
|
Happy Birthday |
Bugün hiçbir kullanıcımızın doğumgünü yok! |
üye Puani |
- Rojin: 10 976 Puanlar
- asliyok: 4 432 Puanlar
- HarmanYeli: 4 396 Puanlar
- KizilZora: 2 048 Puanlar
- life23: 1 675 Puanlar
- gokkiz: 1 657 Puanlar
- BirNefes: 1 048 Puanlar
- Erasmus: 984 Puanlar
- -Pozan-: 785 Puanlar
- Siyahinci: 623 Puanlar
|
|