Atatürk'ün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip'in öyküsü
Atatürk, öğretmenini nasıl görevden aldı?
Öğretmenler Günü'ydü dün... O günün anısına Atatürk'ün sofrasında yaşanan
tarihi bir sahneyi hatırlatmak istedim. Gazi'ye "Devrimleri gerekirse
babamıza karşı bile savunuruz" diye meydan okuyan Dr. Reşit Galip'in
şerefine...
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan "Türküm doğruyum çalışkanım"
andı var ya... Geçenlerde sevgili hocam Prof. Dr. Baskın Oran'ın eşi
Feyhan, "Biliyor musun o andı kim yazdı?" diye sordu.
"Kim?" dedim merakla...
"Dedem."
"Deden kim?"
"Reşit Galip..."
İnanılır gibi değil. Ne o andın 1933'ün 23 Nisan günü Reşit Galip'in
kaleminden çıktığını biliyordum ne de Feyhan'ın Atatürk döneminin Maarif
Vekili Reşit Galip'in torunu olduğunu...
Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi'nden
geçerek inerler. Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir.
Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip'in 41 yaşında göçüp gitmesi rol
oynamıştır, belki de İnönü'yle yıldızının hiç barışmaması...
Onu daha yakından tanımak isteyenlere, yeni yayımlanan çok kapsamlı bir
çalışmayı, Yener Oruç'un "Atatürk'ün Fikir Fedaisi: Dr. Reşit Galip"
kitabını (Güner Y., 2007) tavsiye edip lafa girelim.
Etkileyen konuşma
Feyhan'ın anlattığına göre Rodos'ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince
kardeşiyle bir sandala binip Marmaris'e gelmiş.
Liseyi İzmir'de okumuşlar.
Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.
Reşit Galip ise İstanbul Tıp'a gidip doktor olmuş.
Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı'na katılmış. Kafkas Cephesi
dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.
1923 Mart'ında, hekimlik yaptığı Mersin'e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde
Paşa'nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:
"Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen
bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci
büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar
etmekliğindir."
Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi'yi "milletin bir ferdi"
sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş.
Tabii en çok da Gazi'nin...
Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925'te
Meclis'e girmiş.
Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHF İdare Heyeti'nde görev
almış. Türk Ocakları'nda, Halkevleri'nde çalışmış. Yine Atatürk'ün
isteğiyle Serbest Fırka'ya girmiş.
Ve Atatürk'ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada
başlamış.
Ata'nın sofrayı terk ettiği gece
Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:
1931 sonbaharıydı. O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'in
bir yakınmasıyla başladı.
Esat Mehmet, Atatürk'ün Harbiye'den "tabya öğretmeni"ydi.
Kazım Özalp'in "Atatürk'ten Anılar" kitabında (T. İş Bankası Y., 1992, s.
48-49) yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı.
Esat Mehmet, "kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek
giymelerini uygun görmediğini" belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı
giyinmelerini isteyeceğini söyledi.
Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı: "Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi" dedi.
"Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. İnkılaplardan en
mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu
iddia edemeyiz."
Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.
"Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir,
sonra tartışırız" dedi.
Ama Reşit Galip alttan almadı.
"Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir. Müsaade
buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki,
sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan
bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."
"Bu kokuşmuş kafayla..."
Reşit Galip'in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı:
Halkevi'nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak
sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler
için, Maarif Vekaleti'nden izin alamamışlardı.
Reşit Galip "Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez" diye kestirip attı.
Atatürk'ün kaşları çatıldı. "Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz" diye
çıkıştı.
Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne
gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı'nı işaret ederek dedi ki:
"Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu
olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan
varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır."
Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:
"Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş
olması sence bir değer taşımıyor mu?"
"Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir
devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır."
"Sizi de eleştiririm!"
Bunun üzerine Gazi'nin sabrı taştı:
"Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade
edemem" diye haşladı.
Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:
"Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de
olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir'a verdiğiniz 15 bin liralık
kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz."
İlk kez Atatürk'ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.
Milletin sofrası
Reşit Galip'in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu'nda, Rus karı-kocanın
işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekanın sahibi
Madam Senya'dan "İş Bankası'ndan kredi alamıyoruz" yakınmasını dinlemiş ve
orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü'ne hitaben "yardımcı olunması"
isteğini yazmış, Rus çifte vermişti.
Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.
Atatürk bu kez kızmadı; "Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin" diyerek
kibarca Reşit Galip'i sofradan kovdu.
Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi
anlatılacak çıkışını o an yaptı:
"Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz.
Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır."
Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra
yanındakilere dönüp "Öyleyse biz kalkalım" dedi.
Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip'i sofrada yapayalnız bırakıp
çıktılar.
Sonra neler oldu?
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı'nda pencere kenarındaki bir
koltukta geçirir.
Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşit Galip'i sorar.
"Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya
gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik" derler.
Atatürk "Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan
birkaç yüz lira verseydiniz" der.
Sonra "Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası
yok ama cesareti var" diye ekler.
1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip'in Ankara Radyosu'ndaki bir
konuşmasını dinler; "Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız.
Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile" demektedir.
Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder.
Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.
Onun yanına da, hocası Esat Mehmet'i oturtur.
Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı'nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu
açıklar.
Rose Noir olayı mı?
Onu da hatırlatalım:
İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca doğruca
Dolmabahçe Sarayı'na gelmiş, Ata'nın ricacı olduğu krediyi vermeye
kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir.
Kütüphanedeki yatak
Reşit Galip'in bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünun'dan
üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini
sağladı.
Eşi Zübeyre Hanım'ın deyimiyle "deli gibi çalışıyor" ama Atatürk'e
çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla
gidiyordu.
Aslında Atatürk'le araları iyiydi. O Gazi'ye "Paşam", Gazi de ona "Doktor"
diye hitap ederdi.
Torunu Feyhan Oran'a "Peki ne oldu da ayrıldı?" diye sordum.
Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, "Seni eve ben bırakacağım" demiş. Eve
bırakınca o da saygıdan, "Ben de sizi uğurlayacağım Paşam" karşılığını
vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış. O gece
zatürree olmuş.
Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim'inde görevden ayrılmış.
1934 yazında Moda'daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken
akciğerlerini hepten üşütmüş. Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra
ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış. Keçiören'deki bağ
evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında
yatmış.
1934'te, 41 yaşında hayata veda etmiş.
"Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış" dedi hiç görmediği torunu Feyhan:
"Anneannem üç çocuğunu büyütebilmek için Afet İnan'dan yardım istedi.
Atatürk'ün yardımıyla krediyle bir ev aldılar. O evin bir odasına sığışıp
diğer daireleri kiraya vererek geçindiler."
Feyhan ilkokulda her sabah içtiği andın dedesinin kaleminden çıktığını
ilkokul sonda annesinden öğrenmiş.
Sonra dedesini Cebeci Asri Mezarlığı'nda ziyaret etmiş.
Dr. Reşit Galip orada, kendisinden önceki bir başka Maarif Vekili, Mustafa
Necati ile yan yana yatıyormuş.
can dündar..milliyet..25.11.2007