|
Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 13:36 |
|
|
Cumhuriyet Aydınlığının Düşünsel Kökenleri
Anadolu insanının büyük önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde
emperyalist güçlere karşı vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesinin bir
ifadesi olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşu ve yeni bir ulus ile misaki milli sınırları içinde çağdaş yeni bir
devletin kurulması 85. yılına ulaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti aydınlığı, bize
dünya ülkeleri arasında çağdaş ve saygın yerimizi almamızda önemli bir ışık
olmuştur.
Sizlerle Cumhuriyet aydınlığının düşünsel temellerinin tarihsel gelişimi
içinde nerelerde kadar indiğini, Türkiye topraklarında yaşayan soydaş
insanlarımızın tarihin kaynaklarından yoğrulmuş olarak bağımsızlık,
kurtuluş ve varoluş savaşında omuz omuza bu yurdu emperyalist güçlerden
temizleyerek, bizlere yani Cumhuriyet nesline ebediyete kadar emanet
edildiği bilinciyle paylaşmak istiyorum.
Sizlere aktarmak istediğim,tarihsel gelişimi içinde Orta Asya yurtluğundan
Anadolu’ya özgür ve bağımsız soydaş toplulukların özellikleri
çerçevesinde yaptıkları ve yaşadıklarıyla birlikte Osmanlı’dan
Türkiye Cumhuriyetine değişimin irdelendiği bir çerçeve çizerek, bazı
varılan noktaları açıklamaktır.
Öncelikle bazı saptamaların altını çizerek sunumuma başlamak istiyorum
* Türkiye’de Ortaçağ Tarihçiliği büyük bir siyasi ve ideolojik
mücadelenin arenası durumundadır.
* Osmanlı İmparatorluğu saltanatçı ümmetçi feodal bir tarih anlayışına
sahiptir.
* Osmanlı uleması askeri bir hakim sınıfın mensubu (aynı zamanda maaşlı
görevliler grubu) durumundadır.
* Osmanlı’daki vakanüvisler Nizam’ı alemi korumaktan başka bir
görevleri olmayan kişiler.
* Ortaçağın Dasıtan-ı Tarih-i al-i Osman ın kumaşı dinsel doğmatizmden
dokunmuştur.
* Osmanlıda Ulema, tarihin akışı, sebep ve sonuç ilişkileri ilahi kudrete
atfederek aramıştır.
* Osmanlı Türklerinin İslam kültürüyle kuvvetli bütünleşmesi sonucunda,
Türklerin İslamiyet öncesi geçmişi ve Asya’ya ait kökenleri ve
güçleri hafızalardan silinmiştir.
* Türk toplumunun tarihini bilmek gereksinimi Osmanlı Padişahlarının soy
ağaçları ile özdeşleştirilerek karşılaştırılmaktaydı.
* 1800’lerde emperyalist Batı’nın Oryantalizmi (Şarkiyatçılığı)
Avrupa merkezci olup, Türk tarihi de sömürgeleştirmeye yönelikti.
|
|
Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 13:39 |
|
|
Türklere 11.yüzyılda İslam alanına girmeden önce sadece savaşçı ve yıkıcı
bir güç olarak algılanıyordu.
Eski ile Osmanlı arasında bir süreklilik bağının olması ve bunun
Osmanlı’da algılanması ise hikayeci bir tarihçilik olarak Bizans ve
İslamın yanında küçücük kalmıştır.
Osmanlı’nın soyunun dünya hakimi gibi gösterilmesinin bir ifadesi
olan saltanatçı-ümmetçi vakanüvisliğe karşı Oryantalizm dörtyüz yıl boyunca
Batı’nın Osmanlı yayılmacılığı tehdidi altında yaşamış olmasının
intikamını almak için, Türkleri Avrupa’dan hatta Anadolu’dan
uzaklaştırmak gibi bir büyük planı hayata geçirme konusunda büyük bir
mesafe kat etmiştir..
|
|
Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 13:42 |
|
|
İlk çıkış noktası, Anadolu Selçukluları ve onların ardındaki Büyük
Selçukluların (ya da İran Selçukluları) sosyo ekonomik yapılarındaki hukuk,
vergi sistemleri ve teşkilatlarını içeren amme hukuku, bir karşılaştırma
yapıldığında İslam amme hukukunun basit bir yinelenmesi değildir. Bu
yönüyle Türklerin İslamiyet dışında kendi amme hukuku oluşturmaları,
uygarlığa geçiş ve devletleşme yönünde bir adım olarak
değerlendirilebilir.
Orta Asya Türkleri ile Anadolu Türk Uygarlığı arasındaki devamlılık,
İsa’dan sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan büyük coğrafi yer
değiştirmeler boyunca uzanan iç evrim ve sosyal farklılaşmalarla
şekillenmiştir.
Bu şekillenmede göçebe hayatın çetin zorluklarından kaynaklanan ve bu
topluluklar arasında oluşan asalet ve köken ilişkisi ile oluşan hiyerarşi,
bir askeri aristokrasi nin yönetiminde devletlerini kurmuşlardır.
Osmanlı İmp.luğunun kuruluşunu anlamak için, sosyal evrimi içinde içsel ve
belirleyici durumda olan ekonomik temel ve üstyapı gerçeğinden kalkarak bir
bakıma toplumun devleti belirleyiciliği konusu gündeme gelmiştir.
Anadolu Selçuklu Devleti, 13. yüzyıl Anadolu Türk Toplumunun siyasi bir
ifadesi olarak alınmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, son tahlilde Osmanlı Devletinin milletin esareti
üzerine kurulduğunu belirtmiştir. Devlet nitelikleri itibariyle Osmanlı
Devleti, mutlakiyetçi, zalim, keyfi ve ne yaptığını bilmeyen bir konumda
algılanmıştır. Milletten zorla sopa ile vergiler alınmış ve paralar
debdebeli bir yaşam için kullanılmıştır.
Türk Devriminin düşünürleri, dinin sınıfsal ve ideolojik anlamını da
görerek, ruhani zümre ile feodalizm arasındaki bağı açıkça ortaya
koymuşlardır.
Batı Türkolojisinde Orta Asya Türklerine yönetici millet, asker millet,
ordu-millet gibi özellikler misyonu verilerek, tarih dışına çıkılarak etnik
bir belirleyicilik vizyonu verilmiştir. Kapitalizmin, Osmanlı Devleti
içindeki Türk ve Müslüman olmayan halklar arasında aşırı kutuplar
oluşturarak, bu unsurları Osmanlı’ya karşı ayaklandırarak ve
Osmanlı’nın da bu oyun içinde bu ayaklanan unsurlara karşı acımasız
saldırıları sonucunda bir bakıma da kendi yok oluşunu hazırlamış olduğu
söylenebilir.
Türk milliyetçiliği Kemalist anlayışı içinde öncelikle M.Kemal
Atatürk’ün zorunlu olarak istilacıları yok edebilmek için
Osmanlı’nın yönetim mirasından yararlandı ve bu kadroları örgütledi
ancak bu yapılanma devleti kurtarmak amacıyla oluşturuldu, gerçek devrimci
program açıklanmadı, bir başka yönde sömürgeciliğe karşı Türklerin kendi
topraklarında yepyeni bir oluşumla kendilerini yönetebilecekleri siyasi bir
gelişmişliklerini göstermek için, son olarak ta eski kökeni bağlı olarak
Türkçülük düşüncesi salt etnik bir zemine doğru bir eğilim göstermiştir.
Türklerin Osmanlı öncesi tarihi, gayri feodalliğin, sınıflarüstü ve adil
bir otoritenin bir cihan imparatorluğuna ulaşması gibi bir seyir
izlemiştir.
|
|
Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 13:44 |
|
|
Selçuklular ve Selçuklu döneminde Anadolu
Türk kökenli felsefecilerin gerek dünya düşüncesi tarihine gerekse İslam
kültür çevresine felsefi ve bilimsel bakımdan katkıları olmuştur. Bu
kapsamda doğa bilimleri, matematik, astronomi, felsefe, tasavvufa olana
katkılar, diğer yandan girmiş oldukları yeni ortam ve aleme (ki burada
göçebe yaşam kabile biçiminde sınıfsız bir toplum yaşamının temel etkisi
sürmektedir) muhalefet olarak sosyal ve inançsal tepkiler, Batinilik,
Alevilik, Melamilik ve her türden halk söylemleri bir gelenek olarak
süregelmiştir.
Selçukluların iskan politikası, devletleşme yapılanması içinde soydaş
gelenekleri de hesaba katarak kitlenin parçalar halinde iskanını sağlar
biçimde sofi tarikatları ile Ahi örgütlerinin oluşumuna da neden
olmuştur.
13. yüzyılda iyice yoksullaşmış Anadolu köylüsü, Moğol istilasından kaçan
ve Anadolu’ya gelen Horasan erlerinden ve dervişlerinden
etkilenmişlerdir. Örnek olarak Baba İshak’ın Türkmenler içindeki
etkinliği ve Malatya ahalisinin isyanı ve isyanın zorla önlenebilmesi
verilebilir.
Türkiye’deki tarikatlar içinde en etkin olanının Bektaşilik olduğu
söylenebilir. Hacı Bektaşı Veli’nin 13. yüzyılın ilk yarısında
Horasan’dan kalkarak Hacıbektaş ilçesinin bir Türkmen köyüne
yerleşmesi ve gelişen Bektaşilik düşüncesi, medrese skolastiğine cephe alan
özelliğiyle geniş halk kitlelerine yayılmıştır.
Moğol istilasının yarattığı olumsuz etki ile düzenin bozulması, Bektaşilik,
Mevlevilik gibi tarikatların kurulması ki (temel fikir tasavvuf fikri
Muhyiddin İbn al-Arabi’den gelmektedir), bunların içinde Mevlana ve
Yunus Emre gibi büyük tasavvuf şairleri bilinmektedir.
Bektaşiliğin yanı sıra Babailik, Abdallık, Hurufilik, Kalenderilik,
Hayderilik gibi batini tarikatların boy gösterdiği de bilinmektedir.
Anadolu Selçuklularının resmi dillerinin Arapça ve Farsça olmasına karşın
Karamanoğlu Mehmet beyin Türkçe’yi canlandırmak ve çeşitli
boyunduruklardan kurtarmak yolundaki kararı da kültürel açıdan önemli bir
olaydır.
Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularının sosyal yönlü bayındırlık
hareketleri, çeşitli medreseler, sosyal yardım kuruluşları ve tıp
merkezleri oldukça dikkat çekicidir. Özellikle tıbba verilen önem ön plana
çıkmaktadır. Bu kurumları Osmanlılar da örnek alacaklar sınırlı da olsa
geliştireceklerdir.
Selçuklu yönetimindeki coğrafyada yarıgöçebeler ve tüm yerleşim
birimlerindeki nüfus dikkate alındığında Türklerin çoğunluğunun yer aldığı
bir nüfus bulunmaktadır. Özellikle şimdi de önemli kentler durumuyla yer
alan egemen olarak İç Anadolu ve komşu Orta Karadeniz iç bölgelerindeki
kentler, nüfus yoğunlukları ile dikkati çekmiştir. Bu kentlerdeki kültürel
faaliyetler Selçuklu otoritesini yansıtırken, bunun yanı sıra Ahi geleneği
etrafında çeşitli topluluklar tarafından da potansiyel bir muhalefetin
olduğu bilinmektedir.
|
|
Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 13:48 |
|
|
Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine Aydınlanma olgusu
Cumhuriyet aydınlığına ulaşmada etken olacak biçimde,diğer bir deyişle
modern Türkiye’nin doğuşunda, batıcı yaklaşımıyla ilgi çekici bir
dizi değişimler ve olaylar meydana gelmiştir. Bu kavşak niteliğindeki
değişimleri ve olayları, 19. yüzyıl ortalarından başlayarak yada
Tanzimattan başlayarak hızlanarak devam etmiş sosyal ve kültürel
değişiklik, Kırım Savaşı, Rus-Türk Savaşı, Jöntürk Devrimi, Balkan
Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Döneminin
kökten reformları olarak sıralamak olanaklıdır.
Bu olaylar içinde Jöntürk Devrimi olgusu, oldukça dikkat çekici ve
belirleyici olmuştur. 1908’lerde Jöntürk Devrimini gerçekleştiren
kuşak, Yeni Kuşak Kulübü adı altında örgütlenmelerinde başını Prens
Sabahattin’in çektiği Mizancı Murat ile Ahmet Rıza ile birlikte genç
ve dinamik bir kuşağı oluşturmaktaydılar. Jön Türklerin Osmanlı İmp.luğunun
ayakta kalması ve çağdaşlaşması konusunda merkeziyetçi olmayan bir
yaklaşımı, yazılan makalelerde Türklerin hiç de ilerlemenin karşısında
olmadıkları görüşünü vurgulamalarıdır. Tanzimat’ın reformcuları
tarafından yapılan işler, bir bakıma bu genç ve dinamik harekete bir ivme
kazandırmıştır denilebilir.
Osmanlı İmp.luğunun son döneminde faaliyet gösteren modern okullar, yüksek
okullar, medrese eğitimindeki birçok kuşağın bir arada bulunduğu ortamın
aksine, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aynı yaştan sınıfların olduğu ve
eğitime yeni bir bakış olarak değerlendirilebilecek yeni bir ortama
yönelinmiştir. Askeri rüştiye, ve Askeri idadi gibi askeri hazırlama
okulları, Askeri Tıbbiye Mektebi ve Harbiye Mektebi’ne öğrenci
yetiştirmişlerdir. Bu okullarda aynı yaştan öğrenciler okul düzeninde ortak
deneyimler kazanarak aynı yaşamı paylaşırlar, Aydınlanma çağı yazarlarının
eserlerini, Namık Kemal’in özgürlük şiirlerini, Fransız
Devrimi’nin ilkelerini okurlar ve özümserler. Sonuçta bu öğrenciler
bir bakıma Osmanlı Devletini despotluğa karşı korumak gibi bir ülkü
etrafında biçimlenirler. Bu oluşan gerçek ortam, aile ortamından bütünüyle
farklı, pozitivist inançla materyalist bakışın damgasını vurduğu, yurtsever
ve liberal bir atmosfer içinde yaşanılan yeni bir ortamdır. Bu ortam bir
bakıma da Abdülhamid’in otoriter rejimine karşı muhalefeti oluşturan
Jön Türk hareketinin doğduğu ortamdır.
Jöntürk Devriminin ertesinde 1911’de İstanbul Üniv. Öğrencileri Türk
Ocağı derneğini kurarlar. Bu derneği 1913’te iktidardaki jöntürklerin
kurduğu Türk Gücü Cemiyetinin kuruluşu izler.
Bu okullardaki yapılanmalar ile Jöntürk hareketinin gelişmesi İttihat ve
Terakki Komitesinin işleyişini ve Kemalist sistemin yerleşmesini anlamak
için bir temel oluşturmuştur. Cumhuriyet aydınlığında Türk Devrimlerinin
gerçekleştirildiği 20 li yıllarda Kurtuluş savaşı ile kazanılan bağımsız
Türkiye Cumhuriyeti kuşağı, geçmişi silip atmış bir iradenin köktenci
niteliğine vararak geçmiş kuşaklar karşısında alabildiğince eleştirici
olmuştur. Hedef Cumhuriyetin aydınlığında geleceği yaratmaktı.
Osmanlı İmp.luğunda eğitim sistemi içinde Türklere ayrılan yer geleneksel
din okulları ve azınlıkta olarak ta Batılı örneklerinden kalkarak kurulmuş
modern okullar olmuştur. Özellikle Ziya Gökalp’ın önderliğini yaptığı
eğitimin sorgulanmasında, Türklerin ulusal bilince gecikerek varışlarında,
Osmanlı döneminin eğitimindeki bu bağdaşık olmama eksikliğinin payı oldukça
büyüktür.
Cumhuriyet aydınlığıyla gelen köklü değişiklikle, ümmet anlayışına ,onun
geleneksel ve dinsel yapısına karşı çıkarak, eğitim laik, akılcı ve modern
bir nitelik kazanmıştır. Eğitimin amacı Mustafa Kemal Atatürk’ün
deyişinde ifade olduğu üzere “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı
hür” kuşaklar yetiştirmektir. 1024 yılında Tevhid’i Tedrisat
Kanunu ile ilk adım atılmıştır. Geleneksel okullar ve medreseler
kapatılır.
1927’de başlayan seferberlik ile Halk Dersaneleri, Millet mektepleri,
30’lu yıllarda Halkodaları ve Halkevleri açılarak büyük bir okuma
yazma ve eğitim öğretim uğraşına girilir. 1933’te Cumhuriyetin
yarattığı ilk üniversite olan İstanbul Üniv. Kurulur.
Tüm Antik Yunan Klasikleri ile Doğu düşünürlerinin Klasiklerinin
Türkçe’ye Çevrilmesi
Avrupa’nın Aydınlanmasında büyük rolü olan Antik Yunan düşünürlerinin
eserleri tarihi gerçeklerin ışığı altında bilindiği üzere ilk olarak
eskiçağ ile Yunan düşüncesinin ilişkiye girmesi sonucunda Ortaçağ felsefesi
kurgulanmıştır. Yunan dünyası ile Batı dünyası arasındaki köprülerin
kurulmasında dikkati çeken en önemli olgu, Yunan bilimsel ve felsefi
yapıtlarının Latinceye ilk çevirilerinin yapılması ve bunun doğrudan
Yunanca bilen kimsenin kalmamasından değil de oldukça derin anlamlar ve
filozofi içeren kitapları anlayabilecek kimselerin bulunmamasından
kaynaklanmış olması ve o zamanın doğu düşünürlerinden olan Farabi, İbn-i
Rüşt ve İbn-i Sina’nın yardımları ve de felsefi algılamaları ile
bunların Arap bilim adamları tarafından çevrilmeleri ve buradan da
Latinceye ilk çevirilerinin yapılması, Yunan dünyası ile Batı dünyasının
ilişkilendirilmesinde aracılar daha doğru bir deyişle ustalar ve eğiticiler
olarak Arap İslam bilginlerinin çok büyük rol oynamasıdır. Bir bakıma Arap,
Orta Asya, İran kökenli doğu düşünürleri, Yunan dünyasının sürdürücüleri ve
mirasçıları olmuştur.
Bu olgu, Cumhuriyet aydınlığının içinde önemli bir yer tutarak,
1940’larda Hasan Ali Yücel’in önderliğinde yaptırılan çeviriler
yoluyla Türk bilim ve felsefe dağarcığına kazandırılmıştır. Bu kazanımın
temelinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Uygarlıkları tüm insanlığın malı
olarak ve çoğunluğu Anadolu topraklarında yaşamış olan bu düşünürlerin
eserlerine sahip çıkarak ve de onların bir bakıma da köklerimizle
ilişkilendirilmesi çabalarını unutmamamız gerekir, bu yönüyle Türkiye
Cumhuriyeti aynı zamanda Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ Uygarlıklarının hüküm
sürdüğü topraklarımızda Uygarlıklar Cumhuriyeti olma durumunu da
kazanmıştır.
Köy Enstitüleri
Cumhuriyet Aydınlığının Anadolu yaylalarına ve bozkırlarına sıçratılmış
kıvılcımı olarak bir bakıma Anadolu insanının yeni nesline pratikte
öğretmek ve öğrenmek, deneyerek ve üretim süreci içinde aydınlanmalarını
amaçlayan 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitüleri, dünya ölçeğinde
kabul görmüş ve uygulamaları yapılmış Cumhuriyet Aydınlığının meşaleleri
olmuşlardır.
Atatürk’ün Yazdığı Tarih: SÖYLEV (yada NUTUK)
Çağdaş Türkiye’nin Cumhuriyet Aydınlığının ulusal bilicimizin temel
rehberi olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bize armağanı olan SÖYLEV,
Türkiye Cumhuriyeti tarihçiliğinin temel kaynaklarından birisidir.
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.Yazan yapana sadık
kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir niteliğe
bürünür” demektedir Mustafa Kemal, Kendi yaptığının tarihçisi olmak
çoğu şeyi en açık bir şekilde anlatmaktadır. Mustafa Kemal ATATÜRK, Söylev
ile Türk ulusunun eşsiz devriminin incelenmesinde tarihe kolaylık
getirmiştir. SÖYLEV, Ulusal bağımsızlığı yüceltme; bilime ve ilerlemeye
inanış; Cumhuriyet rejimine bağlılık; modernizm yada çağdaşlığa özlem;
despotluğa, bilgisizliğe, bağnazlığa ve eski rejimin tüm eksikliklerine
karşı duruş ve de Türk Ulusunun büyüklüğüne mutlak bir güven ideallerini
taşıyan tüm bu kapsamıyla Cumhuriyet Aydınlığının temel yapıtaşlarından
birini oluşturmuştur.
Türkiye Aydınlanmasında Bektaşiliğin Rolü
Daha önce kısaca belirttiğim Bektaşilik olgusu, Osmanlı İmp.luğunun değişim
ve Batılılaşmasında ayni zamanda katkıda bulunan bir düşünce sistemi
odağıdır. Önce Genç Osmanlılarda , sonrası JönTürkler kuşağı içinde etkin
olmuşlardır.
Bektaşiliğin tarihi köklerine bakıldığında Moğol istilasından kaçarak
Anadolu’yu yurt edinen göçmenler, kendi inançları içinde
‘İslamlaşmış Şamanizm” olarak ta nitelendirilen bir dine
inançlıydılar. Osmanlılarda Doğu bölgelerinden Anadolu’ya gelen
göçmen kabileleri tarafından şekillenmişlerdir. Bilindiği yanıyla
Osmanlılardaki Yeniçeri Ocağı’nın oluşmasında Hacı Bektaş-ı
Veli’nin rolü önemlidir. Anadolu’daki doğu Anadolu kökenli
Alevilerin de Bektaşiler arasında yeri oldukça büyüktür. Bektaşilerle olan
sıkı ilişkileri nedeniyle Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da
kapatılmasıyla birlikte Bektaşilik te ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu
yönelim içinde Bektaşi dergahlarının fiziki mekanları dağıtılarak, en eski
olanları da Sunni Ortodokslukla çatışmayan tavrıyla yönetimce hoşgörü ile
bakılarak Nakşibendi tarikatı yapılanmasına aktarıldı. Ancak Bektaşilik
düşüncesi bu fiziki değişimlere bağlı olarak ortadan kalkmamış ve tüm
baskılara rağmen politik olarak etkinliğini arttırmıştır. Tarihi kayıtlara
göre içlerinde Namık Kemal’in de olduğu bazı aydınlar Bektaşi
ailelerine mensupturlar.
Trakya ve Balkanlarda oldukça etkin bir yapılanma içinde olan Bektaşiliğin
ülküleri arasında; hoşgörü anlayışı, dinler üstü oluşu, ilerlemeci ve
ruhban karşıtı olmaları öne çıkmaktadır.
Kurutuluş Savaşı içinde Bektaşilerin desteği oldukça önemli boyutta
olmuştur. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bektaşilerle görüşmeleri ve
ziyaretleri bilinmektedir.
Bu tarihi bilgilerin ışında, Cumhuriyet Aydınlığı, laik değerlerin
savunulmasında Bektaşi ve Alevilerin ilerici toplum yapılarından büyük güç
almıştır.
Cumhuriyet Devrimi ve Milliyetçilik
Cumhuriyet Devrimi, milliyetçiliği ırkçılıktan ayırmıştır ve Anadolucu bir
çerçeveye oturtmuştur. Yeni kurulan devletin milliyetçilik ilkesi,
Pantürkizmin daha ötesinde bir evrensellik taşır.
Laik Cumhuriyet aydınlığıyla çağdaş yolunu bulan Türkiye halkı,
şeriatçılığın ümmetçiliğine karşı Ulusalcılığı benimsemiştir.
Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşıyla Türkiye’de Aydınlanma
Devriminin eşiğini atlamak olanaklı hale gelmiş ve Devrimin temelleri
atılmıştır.
Kurtuluş Savaşında Asker-Sivil bütünleşmesi bir bakıma “Ordu
Millet” tanımını da getirmiştir. Kurtuluş Ordusu’nun geleneği
süregelmekte, Türk Ordusu bu mirasa sahip çıkarak Ulusuyla birlikte
Cumhuriyet Aydınlığının bekçisi olma özelliğini taşımaktadır.
18. yüzyılla özdeşleşen Aydınlanma Çağı’nın önde gelen
düşünürlerinden Voltaire’in bilim ve felsefe tarihindeki yerini
inceledikten sonra Cumhuriyet öncesi döneminde “Osmanlı
Aydınları”nın düşüncelerini ne derecede etkilediği ve bu etkinin
Türkiye’deki yansımaları onların yapmış oldukları çevirilerle
Cumhuriyet Aydınlığı’na katkıları tarihsel gelişimi içinde iyi
bilinmektedir.
Laikilik ve Türkiye’de Siyasal İslam
Siyasal İslam., daha çok bir “kriz ideolojisi” durumunu
göstermektedir. Siyasal İslam, ekonomik hayatla haşır neşir oldukça
aşınmakta ve yumuşama sürecine girmektedir. Ekonomik ve Siyasi iktidar
tutkusu onu, bu oyunun içine çekmektedir. Toplumsal gerçeklik içinde
Türkiye insanlarının büyük çoğunluğu uygar dünya ile buluşmayı
istemektedir. Türk insanı kişisel yaşamlarında inançlı ve dindar oldukları
ölçüde, sosyal hayatlarında da laikleşmişlerdir.
Bugünkü Türkiye İslam ülkelerinin yer aldığı geniş coğrafyada, demokrasi ve
laikliği birlikte götürmeye çalışan tek ülke olarak uzun bir tarihsel
deneyime sahiptir. Bu süreçten geri dönmek olanaklı değildir. Bunun için
tüm Ulusça en önemli görevimiz, daima Cumhuriyetin Aydınlığında Türk
devrimlerinin yol göstericiliğinde çağdaşlığa doğru kararlı adımlarla
yürümektir.
Bu araştırmada yardımını esirgemeyen Sevgili Eşim Sariye ÖZASLAN a
şükranlarımı sunarım
|
|
|
0,058 saniye - 18 queries
|
Happy Birthday |
Doğum Gününüz Kutlu Olsun!:
- cannur: 124 Yaşında
- cannurr: 54 Yaşında
|
üye Puani |
- Rojin: 10 976 Puanlar
- asliyok: 4 432 Puanlar
- HarmanYeli: 4 396 Puanlar
- KizilZora: 2 048 Puanlar
- life23: 1 675 Puanlar
- gokkiz: 1 657 Puanlar
- BirNefes: 1 048 Puanlar
- Erasmus: 984 Puanlar
- -Pozan-: 785 Puanlar
- Siyahinci: 623 Puanlar
|
|