Halk musikisinin beşiği, Harput' tur. Harput ve çevresinde,
Anadolu’nun hiç bir bölgesinde olmayan, Orta Asya'dan gelme, en eski
bestelere rastlandığı gibi; ayrıca bir makam tertibi de vardır burda. Bu
tertip, "Peşrev" den sonra, gazel (agir hava), arkasından ağır türküler, bu
türkünün şevkiyle, arada söylenen yüksek hava, ve bu yüksek havanın
ayağından gelen oynak türküler, yerli deyimle "şıkıltımlar" olmak üzere,
bir düzene bağlıdır.
Harput musikisinde, içli bir ibadetin coşkunluğu hissedilir.
Bir makama başlanırken, söylenen gazellerde, bir ilâhi çeşnisi vardır.
Bundan sonra gelen türküler, bu ilâhi duyguyu dalgalandıran ve coşturan
nağmelerdir. Bestelerin yarattığı mânevi coşkunluk, gerçekten insani, maddi
alemden uzaklaşmaya zorlar. Söyleyene ve dinleyene bir uçuş hissi gelir. Bu
anda, hiç bir istek ve işaret lüzum olmaksızın, içgüdünün şevkiyle, sazın
kendiliğinden ayak tutması sonunda, göklere yükselen bir ezan gibi, yüksek
havalara, yerli tabirle "Kayabaşı ve Hoyratlara" geçiler. Bunlar, dağdan
dağa çarpan, dik ve tiz perdeden söylenen ezgilerdir. Bilhassa dinleyen,
kendisinin, yerden göğe doğru kanatlanmak üzere olduğunu hisseder. Bu
seslerin, uçurucu tesiriyle, saz meclisi, vecit haline gelir artık. Bu
vecdin, ruhlarda yarattığı coşkunluk ve taşkınlık; duyguların, heyecanların
boşanmasına yol açar. Sazların refakatinde söyleyen ve dinleyen, hep bir
ağızdan, yani koro halinde, şıkıltımlara, oynak türkülere geçer. Bu
türküler, yalnız ruhta değil, bedende de tepkisini gösterdiği için, bu
sırada veya hemen şıkıltımları takiben, aynı makama uygun, erkek veya kadın
oyunları oynanır.
Mesela, "Beşiri Makamı"nı alalım: Rast faslına benzeyen bu makama
başlanırken, makama aşina olan okuyucu, sazın Beşiri Ayağı tutması, yani
"peşrev" yapması ile, Divan Edebiyatı örneklerinden, okuyucunun zevkine
göre seçilmiş, bir gazelle, ağır havaya başlar. Bu gazeller, (nefes)
lerdir.
Gazeller, dört perde üzerinden söylenir. Birinci perdeye (pes
perde), ikinci perdeye (üst perde), üçüncü perdeye (tiz perde), dördüncü
perdeye (düz perde) veya (bağlama perdesi) denir. Bu, Harput'taki perde
adlarıdır. Halk, birinci perdeye (başlaması), ikinci perdeye (aşması),
üçüncü perdeye (çıkması), dördüncü perdeye de (yıkması) der. Her perde, bir
gazelin iki mısrası ile söylenip, diğer perdelere geçiler, ve her perde
değiştikçe, ara nağme de, yalnız tizlik bakımından değil, melodi bakımından
da farklı nağmelerle çalınır ve söylenir. Ancak, şimdi bu incelikleri bilen
çalgıcılar ve okuyucular, hemen yok gibidir. Kalanlardan, Şükrü Canaydin ve
oğlu Mevlüt Canaydin ile Klârnetçi Adalet, eski makamlara, en çok âşina
olanlar arasında sayılabilir.
Okuyuculardan ise, bu mevzuda tam yetkili olarak yalnız Hafız Osman bey
kalmıştır. Yetmişini aşkın ve rahatsız olmasına rağmen, ecdat yadigarı, ata
armağanı olan bu makamların, doğruca ahfada intikali için, himmetini
esirgemeyerek, sesinin telle tespitine müsaade etmesine karşı, burada
Memleket namına kendisine, teşekkür etmeyi, bir borç biliriz.
Gazelin bitiminden sonra, ahenge devam edilerek, Harput ağzı ve
tavrı ile, "indim yarin bahçesine", gibi, bu ayaktan söylenen bir türküye
geçilir. Güzel sesliler tarafından, bu türkülerin bir iki kıtası okunduktan
sonra, sesine ve nefesine güvenen bir okuyucu tarafından da, solo olarak,
bu makamın "Kayabaşısı"ı söylenir. Buna, halk arasında "Beşiri Hoyrat"
denilir. Aynı makam içinde olmakla beraber, kendisine has ayrı bir ayağı ve
ara nağmesi olan, Beşiri Hoyrat, ya tamamen söylenip bitirilir, yahut, iki
satırdan son-ra, araya bir türkünün bir kıtası sokularak, tekrar Beşiri
Hoyrat 'a dönülüp, bu yüksek hava, böylece bitirilmiş olur.
Hoyratın bitiminden sonra, "Örtki yazman yırtıla", "Bahçelerde
meleme", "Görmedim âlemde" türküleri gibi, çok neşeli ve hareketli
şıkıltımlara geçilir. Bu makamdan sonra, kendisine has bir özellik taşıyan
Müstezat söylenir ki, bu isim, nazım tarzından alınmadır. Çünkü Müstezat da
güfte, yani "deyiş" olarak, hep müstezatlı gazeller seçilir.
Müstezat söylenirken, bazen dört satırdan, bazen, iki satırdan
sonra, ara nağme yapılır. Müstezat, solo olarak; nakarat ise, koro olarak,
söylenir. Ancak sesleri birbirine uyan ve aynı deyiş ve aynı ağızla
söyleyebilen, mesela iki kardeş gibi, iki kişi tarafından da solo kısmı
birlikte söylenebilir. Müstezadın, ilk dört satırı söylenip, koro halinde
nakaratı da yapıldıktan sonra, "çıkması" yapılır; bundan sonra, "Aşran"
ayağı tutularak, diğer bir yüksek havaya geçilir. Gazelin iki mısrası,
Aşran 'a deyiş yapılıp bitirildikten sonra, makam tekrar Müstezada
yıkılarak, yine Müstezadın tam veya yarım ara nağmesi yapıldıktan sonra,
Müstezada devam edilip, dört satır daha söylenerek bitirilir. Çalanların,
söyleyenlerin ve dinleyenlerin şevkine ve zevkine göre, daha fazla
uzatılarak söylendiği de olur.
Müstezat bittikten sonra da, oynak türkülere, oyun havalarına
geçilebilir. Meselâ "Delilo" bu ayakta oynanan oyun havalarından biridir.
Klâsik tertip, yukarıda söylenen sıradır. Ancak, bu sıra, uyulması gereken
bir kesinlik ifade etmez. Müstezat, daha evvel, Beşiri Hoyrat daha sonra,
söylenebildiği gibi, bu arada söylenmeden geçilenler de olabilir. Yalnız,
eskiden bu makamlara, hakkiyle vakıf olan çalgıcılar ve okuyucular, bu
sırayı tamamlamadıkça diğer makamlara geçmezlermiş.
Pertek'te, Hafız Osman Beyin bulunduğu bir eğlencede, Şükrü
Günaydın ‘ın bulunanların isteklerine uymak için, rasgele çaldığı
türkülerden sonra, Hafız Osman Beyin de söylemesi arzu edilince; H. Osman
Bey:
"Şükrü rasgele çalma, zihnimiz karışıyor. Bir makama başlayıp bitirdikten
sonra, öbürüne geçelim" diye ihtar etti. Ve sormam üzerine, yukarıda
yazdığım sıraya, eskiden çalanların ve okuyanların ve hatta dinleyenlerin,
riayet ettiklerini, doğrusunun da böyle olması gerektiğini, söyledi.
Yukarıda söylenen düzen, bütün makamlar için uyulması gereken bir düzendir.
Ancak, İbrahimiyye, Hüseyni, Uşşak, ve Bayati gibi birbirine yakın olan
makamların türküleri, birbirine karıştırılarak, bu makamlardan sonra
söylenmekte olduğu görülmektedir. Bu hususta, kesin bir kaide
konulmamıştır. Bu inceliği, ancak makama çok aşina, olanlar ayırt
edebilirler. Binaenaleyh, kitaptaki sıranın çalanlar ve okuyucular
tarafından ihlal edildiği sık sık görülmektedir.
Bu arada, çok hazin bir noktaya işaret etmek lâzım gelir ki,
şüphesiz bugün söylenen türküler, ancak yüz sene içinde yakılan türkülerden
ibarettir. Daha önceki yüz yıllara ait türkülerin kaybolduğunda tereddüt
edilmemeli!... Çünkü Hafız Osman Beyin çocukluğu sırasında kulağında kalan
"Yel eser" türküsü gibi, çok neşeli bestelerin kaybolduğu anlaşılıyor.
Şayet bu türküyü, Hafız Osman Bey unutmuş olsaydı, bu beste, bizim için de
tamamen meçhul kalacaktı. Kim bilir böyle meçhul kalan, nice nice besteler
var!... Her makamın başında söylenen gazelleri, bugün Hafız Osman Beyden
gayri bilen olmadığı gibi, bilinen türkülerin de en can alacak melodileri
unutulmuş, ancak posası ve iskeleti kalmıştır. Meselâ Çayda-Çıra 'nın, halk
arasında bugün söylenen şekli ile, bantla tespit ettiğimiz, eski şekli
arasında, çok fark var.
Adı, gazel olmakla beraber, her makamda söylenen Ağır Havanın,
İstanbul gazelleri ile hiçbir münasebeti yoktur. Ayak besteleri, ara
nağmeleri, ve gazelin söyleniş tavrı, tamamen ayrı, Harput 'a has bir
özellik taşır.
1937 yılında, Elâzığ'ı şereflendiren Atatürk için, Halkevi
salonunda yapılan, Folklorik toplantıda, Hafız Osman Bey ve rahmetli
Korenin oğlu Mamo diye maruf (Mehmet Akar) tarafından söylenen havalar
arasında, Divan ve Nevruz büyük bir dikkat çekmiştir. Atatürk, bu
okuyucuları yanına çağırmayıp ikinci defa tekrarını emir ettikten sonra,
onların masasına kendisi kalkıp gitmiş; Divan ve Nevruz'un hususiyetleri
hakkında izahat istemiş, bu bestelerin bestekârını sorup öğrenmeği arzu
etmiştir. Verilen cevap, bu bestelerin "ata yâdigarı" olmasından ibaret.
Eskiden beri dolaşan rivayete göre, bu ağır bestelerin,
Artukoğulları ve Uzun Hasan'ın, Harput’taki saraylarında Mehter
Takımları tarafından çalındığı, binaenaleyh Horasan Erlerinden miras
kaldığı, merkezindedir.
Bunu teyit eden emareler de var. Makamların adları ile beraber, türkülerde
geçen, İsfahan, Şiraz, Şirvan, gibi Türklerin kesafet teşkil ettiği Yakın
Asya şehir isimleri. bu rivayeti gerçekleştirmektedir. Yüksek Havalara
gelince, bunlara, Kayabaşi veya Hoyrat dendiğini, söylemiştik. Bu
hoyratlar, Anadolu’nun diğer bölgelerinde söylenen uzun havaların
hiçbirine benzemez. Bunlara ekseriyetle "pesten" değil, "üstten" yani
ikinci perdeden başlanır, "tize" geçilir, sonu "düze" yıkılarak, bağlaması
yapılmak suretiyle, bitirilir. Pest'den başlayış, kalbi söyleyişlerde olur.
Kayabaşılar söylenirken, deyiş olarak, Kürdi ve Bağrıyanık 'ta
ekseriyetle Tam Maniler; diğerlerinde ise, Kesik Maniler alınır.
Bağlamaları, Kesik Hoyratta ve Şirvanı Hoyratta olduğu gibi, ikinci kesik
bir mani ile söylenir. Bazen son satırın tekrarı ve katma sözlerle
süslenmesi ile de bağlamanın bitirildiği olur. Yalnız Versak Hoyrat'ında
dört satırlık kesik değil, sekiz on satırlık olan "uzun kesik maniler"
deyiş yapılır. Bu uzun manilerde, Yüksek Havanın fazla uzamaması için,
bazen dört satırdan sonra, araya, aynı makamdan bir türkünün bir kıtası
sokularak, söylenir. Türkü bitince, tekrar yüksek havaya geçilerek, iki
satır söylenir; bu iki satırdan sonra da, araya yine aynı ayaktan, başka
bir türkü katılarak söylenir ve böylece bir yüksek hava, ve bir türkü,
söylenmek suretiyle, Versak Hoyrat'ı bitirilir. Bazı yüksek havalar da,
birbirini takiben söylenir. Meselâ, Cılgalı Maya söylendikten sonra saz,
ara namesini Maya Ayağına yıkar, daha tiz sesle yani üçüncü perdeden
başlanarak, Maya söylenir, tiz perdenin de üstüne çıkıldığı olur. Mayanın
da, son satırı tekrar edilip, ilâveler katılarak bağlaması yapılır. Bazen
da Elezber denilen yüksek havadan sonra, Maya'ya geçilir.
Harput Musikisinde birbirini takiben söylenen üç makam vardır.
Bunlar Divan~Tecnis, Nevruz. Divan arasında, Cılgalı Maya veya Elezber de
söylenebilir. Ancak bu makamların, arka arkaya söylenmesi adetse de,
mecburi bir kaide değildir, Bahusus, bu sıra takip edilse dahi, araya
türküler katılabilir. Meselâ Nevruz dan sonra Tatvan denilen bir beste
okunur. Nedense bu bestenin de, ilahiye benzediği için olacak, güfteleri
aruzla yazılmış gazellerden seçilir. Tekye Musiki'sinin (Nefes) leri
gibi... Tatvandan sonra ekseriya, aynı ayaktan gelen "Yarin kolunda şeve"
diye başlayan bir türkü söylenir ve bu türküyü takiben de diğer bir yüksek
hava olan (Tecnis)'e geçilir. Tecnisin, kadınlar tarafından söylenişi,
erkeklerin söyleyişinden farklıdır. Erkekler, dik sesle de söyledikleri
halde, kadınlar, hep yaygın bir tavırla Tecnis okurlar. Tecnisden sonra da,
"Her seher, her sabah" veya "Uç gel yanıma di keklik" diye başlayan
türküler söylenebilir. Ve sonra Nevruza geçilir. Nevruz 'dan sonra da
"Evleri uçta yarim", "Bahçeye indim ki" gibi bir çok oynak türkülere
geçilir.
Saba Makamı'nda, ki buna halk "Sabahı" der, ekseriya, bir
yaygın, bir oynak tavırlı türkü söylenir. Meselâ "Havalandı deli gönül",
sonra "Yeşil yaprak arasında", bunun arkasından "Gök meydanının tozu
olaydım", ondan sonra da "Değirmen üstü" veya "Bir dalda iki payam" gibi...
Makam, Mevlevî Peşrevi ile bitirilir. Bu Peşrev çalınırken "semâ" taklit
edilir şekilde, oyunlar oynanır.
Bu türkülerden "Yeşil yaprak", "Bir dalda iki kiraz" gibi, bazısı,
İstanbul'da veya diğer illerimizde söylenmekte ise de, söyleyiş tavırları
az çok farklıdır. Mesela, Beşiri Makamında söylenen "Mendilim" türküsü ile
Versak da söylenen "Necibem" türküsü gibi; bariz şekilde, farklı tavırlar
arz eder. Yukarıda, Nevruzdan sonra söylenen bir "tatvan" makamı olduğu
zikredilmişti, buna "Nevruz-Tatvan" denir. Bir de ayrıca muhalif makamında
söylenen "Muhalif-Tatvan" vardır.
Harput ve Elazığ'da, muhtelif makamlarda söylenen, bir çok "karşilamalar"
ta zikre değer. Bu karşılamalar, bilhassa, Kına Geceleri'nde, Kürsü Başı
Sohbetlerinde, Şehriye Kesilirken ve Yüzük Oyunlarında söylenir. Ancak,
karşılıklı olarak ayrı iki sesle söylenmesi gerekir. Biri kadın sesi,
diğeri de erkek sesi, (yahut erkek sesine benzer, davudi kadın sesiyle). Bu
karşılamalar söylenirken, muhtelif oyunlar da oynanır. Meselâ "Sipahi"
oyunu, "Urum kızı" oyunu, Nuri ve Fatoş, Lele Ayşe, Karakuş, Kerem-Asli
gibi... Her makamın başında okunması gereken Nefese (gazele), o makamın
ilahisi demekte bir bakıma zaruret de vardır. Çünkü, bugün bile, Harput 'un
eski hafızlan, Kur'an, Aşir ve Mevlit okurken, gazellerdeki okuyuş tavrım
tekrar ederler. Gazellerdeki perdeler, iniş-çıkış ve dalışlar, aynen
bunlarda ve bunların arasında okunan ilahilerde de yapılır. Hatta, Naat
okunurken, selât-ü selâm verilirken de, Ağır ve yüksek havalardaki âhenge
uyulmaktadır. Anlatıldığına göre, tiz sesli Saray Hatun Camii müezzini,
Perili Hatız diye maruf Hacı Süleyman, sabah ezanından evvel, Naat okurken,
cemaatin sağdan, soldan camiye geldiği sularda, birdenbire Elezber 'e
geçmiş, ve halk manilerinden birini söyleyerek Hoyrat okumaya başlamıştır.
Namaza gelmekte olan Büyük Beyzade Hacı Ali Efendi 'ye yaklaşanlar: (Perili
Hafızın bu yaptığı küfürdür) diye, şekvacı olmuşlar. Fakat Beyzade Hoca:
"Acele etmeyin, sonunu bekleyelim" diye durup dinlemiş, müezzin, Elezber
denilen yüksek havayı bitirdikten sonra, tekrar Na'te devam ettiğini
gürünce, Beyzade Hoca, yanındakilere dönerek: "Bu vecit halidir, hoş
görülmek gerekir, vebal degil, belki de sevap işlemiş oldu" deyip, şikayete
hak vermemiştir. Bilhassa Sabahın alaca karanlığında, yatsının loşluğunda,
minareye çıkan hafızların içten gelen bir coşkunlukla, hatta ağlaya ağlaya,
ilahilere benzer koşmalar ve semailer okudukları o günlere yetişenler
tarafından anlatılmaktadır.
Kaynak: HARPUT AHENGİ, Fikret MEMİŞOĞLU
____________________
!! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!