Galiba sizlere göre yanlış düşünüyorum ama yinede yazacam...
Feodal idarenin hüküm sürdüğü bir bölgede siyasal örgüt kurmaya çalışmanın
efektif bir faydası yoktur. Seçim zamanlarında, feodal beyi ağanın, aşiret
reisinin Ankara’ya çağrılarak kendisinin tatmin edilmesi,
milletvekilliği verilmesi yada feodal idaresine dokunulmayacağı sözü
verilmesi, o beyin, aşiret reisinin hükmü altındaki seçmenlerin tamamının
oyunu almak demektir.
Ama, şu da var ki bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde önemli
mevkileri işgal etmiş, ülke yönetiminde söz sahibi olmuş bakan,
bürokratların çoğu da doğu ve güneydoğu kökenli. O yüzden, Kürtlerin geri
kaldık, çünkü devlet bizimle ilgilenmedi şikayetlerinin samimiyetine pek
inanmıyorum. Bugün kendi bölgelerinde yaşayan Kürtlere bir ilgisizlik
varsa, bu ilgisizlik devletin değil, kendi içlerinden çıkan bürokrat, aydın
ve zenginlerin ilgisizliğidir.
Siz, imamı, öğretmeni, köyüne yol yapan işçiyi öldürüp, daha sonra nasıl
devlet bizimle ilgilenmedi dersiniz? Bugün siyasetin en üst noktasında yer
alan, bakanlık yapan ve daha Türkçe’yi doğru düzgün konuşamayan
bakanlar, danışmanların doğma büyüme güneydoğulu oldukları su götürmez bir
gerçek.O zaman, TECE dediğiniz devlet o adamları uzaydan getirip “The
Island-Ada” filmindeki gibi özel siparişle mi imal ettirdi? O adamlar
güneydoğudan çıkıp buraya kadar gelmişlerse demek ki hep suçladığınız
Türkiye Cumhuriyetinin bu işte bir suçu yok.
Kısacası beyler, ihmal edildik mazeretiniz martavaldan öteye gidemeyecek
kadar dayanıksız, çürük ve gerçek dışı. Zaten son yayınlanan istatistik
ile, güneydoğu illerinin milli gelirden aldığı payın Türkiye ortalamasının
üstünde olduğunu ortaya koyuyor. Ha, derseniz ki bu dağılım Sayın Tayyip
Erdoğan’ın etrafında kümelenmiş olan güneydoğu kökenli bakan ve diğer
danışman vs. adı ile istihdam eden adamların çalışmalarının ürünüdür, ona
bir şey diyemem.
Şimdi beni bölgecilik, ayrımcılık yapmakla suçlayacaksınız hepiniz. Biz,
kendi kendimizi insanlık, hayırseverlik, vatanseverlik, anlayış, hoşgörü ve
daha doğrusu bölücülük yapmayalım aman gerekçeleriyle uyutup
etkisizleştirirken, bütün dünyanın gözünü kulağını ve cebini güneydoğuya
yönlendiriyorlar. Oralardaki belediyeler, Kürt dili ve kültürü için Avrupa
Birliği fonlarından ne kadar para alıyorlar haberiniz var mı? Bugün
İstanbul’un suç makinelerinin tamamı nereden geliyor düşündünüz mü?
Bu suçlardan elde edilen gelirin nereye aktığını, sokaktan kapılan çantanın
içindeki para ile, çantanın sahibine, kardeşine, çocuğuna sıkılan kurşunun
satın alındığını bilmeyen var mı? O zaman, memleketimize sahip çıkalım,
köyümüzü, çocuklarımızın geleceğini koruyalım dedim, sonra da kendimce
gördüklerimi, izlenimlerimi yazdım diye beni suçlarsanız, kanaatimce
haksızlık edersiniz.
Ancak, şu bir evrensel prensiptir. Suya düşen taşın halkaları bile belli
bir sırayla yayılır. Önce en küçük daire, sonra gittikçe genişleyen
daireler. İnsan kendine, ailesine, komşularına, köyüne, iline, bölgesine,
ülkesine ve nihayetinde bütün insanlığa faydalı olmaya çalışır. Ailesine
yardımı olmayanın, bir sonraki kademeye geçmesi eşyanın tabiatına aykırı
bana göre. Şu anda, bizim öncelikle ailemizi ve yöremizi düşünmemiz icap
ediyor. Hele bir yöremiz güzelleşip güçlensin, nasıl vatanseveriz, nasıl
dünya vatandaşıyız herkese gösteririz.
Sosyal ve ekonomik yaşamımız ile ordu arasındaki ilinti… Halk
desteklemiyor denilen ve bugün devlete karşı isyan noktasına varan PKaKa
meselesinde acaba işin aslı öyle mi? Uyutulmaktan sıkıldım, artık narkoz
almak istemiyorum.
Nasrettin Hoca rahmetli demiş ya ben yapacağımı biliyorum.
Meseleyle ilintili iki fıkra.
Bizim Temel, bir Kayserili ve bir Diyarbakırlı ile aynı araçta giderken
kaza yapmış ve ölmüşler. Üçünü de aynı mezarlığa defnetmişler, Aradan bir
saat geçmiş geçmemiş, Temel kendini defnedenlerin yanına dönmüş. Hayırdır
inşallah, rüya mı gördük, bu adam nasıl döndü derken bir bakmışlar kazadan
kalan yaralar aynen duruyor. “Ne oldu, seni gömdük, sen öldün, nasıl
geri geldin” diye sormuşlar. Temel, “buradaki düzen aynen öbür
tarafta da var, verdim beşbin dolar rüşvet, geldim geri” demiş.
“Kayserili ve Diyarbakırlı neden gelmediler” diye sormuşlar.
Temel “valla ben gelirken, Kayserili, rüşveti üçbin dolara indirmek
için pazarlık yaparken, Diyarbakırlı ise, ben vermem devlet versin diye
ısrar ediyordu” demiş…
Nasrettin Hoca konuk olarak gittiği köyde heybesini çaldırmış. Morali
bozuk, suratı bir karış, köy odasında oturmuş, muhtar ve azalar yanında.
Hoca sürekli “ben yapacağımı bilirim” diyor, başka şey
demiyormuş. Muhtar, Hocanın bu tavrından korkmuş, bütün köyü didik didik
aratıp heybeyi buldurmuş. Heybeyi getirip Hocaya vermiş, rahmetli pek
sevinmiş. Hayatından memnun köyden ayrılacakken muhtar merakını yenememiş,
“Hocam, heybeni bulamazsak ne yapacaktın, yapacağımı bilirim dediğin
şey neydi?” diye sormuş. Hoca, “heybem bulunmazsa, evde eski
bir kilim var, onu kesip dikip heybe yapacaktım” demiş.
Okunmasını tavsiye ettiğim, yakın
tarihimize ışık tutan kitaplar;
Atatürk’le Bir Ömür: Sabiha Gökçen’in Anıları, Altın Kitaplar
Siyasi Günlük, Samet Ağaoğlu, İletişim Yayınları
Bir Yeşilin Peşinde, Asım Zihnioğlu, Tübitak
Sevgi, saygı, esenlik, barış, mutluluk, huzur dileklerimle.