Bence68
Site kurucusu
Neşet Ertaş'ın türküleri bizi nerede bulursa bulsun hiç fark etmez,
olduğumuz yere mıhlayıverir. Aşk acısıyla vurduğu sazının telleri sanki
vücudumuzun damarlarından yapılıp gerilmiştir oraya. Gramofon devrinde
gönül telimizi titreten dokunaklı sesi, ipod dönemine de damgasını
vurmuştur.
Zahidem, Zülüf dökülmüş yüze, Karadır bu bahtım kara, Acem kızı, Neredesin
sen, Gönül dağı, Mühür gözlüm, Ahirim sensin, Dane dane benleri var, Kar
yağdırdın başa Leylâ gibi türküleriyle dilden dile, gönülden gönüle ulaşan
Neşet Ertaş, 28 yıl gurbet hayatı yaşadığı Almanya'dan Türkiye'ye kesin
dönüş yaptı.
Adana Seyhan Belediyesi'nin düzenlediği Ramazan etkinliklerinde verdiği
konser öncesi buluştuğumuz 71 yaşındaki “bozkırın tezenesi”
Neşet Ertaş'ı, sanat hayatı boyunca en çok mutlu eden şey söylediği
türkülerin karşılık bulduğunu görmesi olmuş. Özellikle gençlerin
türkülerini anlamasına sevinen sanatçı ironik bir gönderme yapıyor:
“Şimdiki gençler eğitim görüp davulu, zurnayı eline alınca bizim
abdallar aç kaldı.”
'Kızı bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya' sözünü oldukça
aşağılayıcı bulduğunu söyleyen Neşet Ertaş, “Bu söz yüzünden benim
babam, ana bulamadı ve üç aylık kardeşimiz öldü. Günahı bu sözü diyenin
boynuna. Her kim dediyse, her kim bundan sonra da derse…”
diyor. Türk sanat müziğinin bir nevi arabesk olduğunu ve asıl Türk
müziğinin türkü olduğunu kaydeden efsane saz ve söz ustası, hayatının film
yapılmasına da artistliği sevmeği için karşı çıkıyor. “Ana yemeğim
bulgur pilavıdır, muhallebiyle büyüseydim o sesle ben nerede bağıracaadım?
” diyen sanatçı kimsenin görmediği yerde, yalnızken ağladığını
söylüyor. Neşet Ertaş'ın vasiyeti ise şöyle: “Babamın ayak ucuna
gömülmek isterim. Ayak ucuna bir taş diksinler, ismimi yazsınlar. Ayrıca
mezar yapmasınlar bana. Koyacaklarsa oraya bir çukur kazsınlar, üstünü
toprakla kapatsınlar. Başka da bir şey istemiyorum.”
71 yaşına ulaşmış bir sanatçı olarak geçmişe dönüp baktığınızda sizi en çok
mutlu eden olay nedir?
Bugüne kadar söylemiş olduğum türkülerin karşılık bulduğunu görmek oldu. 30
yıl kadar Almanya'da idim. Biz okula gidemedik. Çocuklarımın okumasını,
dünya kültürü almalarını istedim. “Gayrı, yörüyen yörümeyene belli
etsin, babanıza müsaade edin” dedim. Ben gendimi aldım, memleketime
getirdim. Yenikten Türkiye'deki cennetime gavuştum.
Siz de gurbetlik yaşadınız ama?
Ben de aynı yaşadım. Tabii, gurbetlik öyle dile kolay. Gurbetliğin adı
hasrettir. Gurbetlik hasreti, insan yüreğinde taş gibi, o orada oturuyor.
71 yıl boyunca gönlünüzü kıran ne oldu?
İnsan eşitsizliği, aşağılanmak... Kırıldığımız bu. Aşağılandığın yerde ne
kadar huzur bulabilirsin?
Anneniz de babanız Muharrem Ertaş gibi türkü söylemenizden hoşlanır mıydı?
Babam geçimimizi saz çalmakla sağladığı için evde pek bulunmazdı. Uzun uzun
giderdi, belki 15-20 gün belki bir-iki ay gelmezdi. O da onun hasretiyle
çamaşır dövülen tokaca tel takıp güya bana verdi; ne ses var, ne çalmam
var. Aslında o babamın hasretine ağlardı.
On beş yaşına kadar 'hem Mecnun hem Kerem' olduğunuzu söylüyorsunuz. Sizi
pişiren bu ilk gençlik çağının acıları mı?
Evcilik oynadığım kıza âşık oldum. Birbirimize âşık olduk. Ama o köyde
devamlı kalamadık. 5-6 yaşlarında idim, babam aldı bizi o köyden başka köye
gittik, karın doyurmak için. Ama âşıktım ben. Unutmadım. Unutamadım. Babam
zaten âşıktı. Arkadaş olduk. Hep onu dinlerdim. Yanından ayrılıncaya kadar
elime saz almadım. Onun yanında saz çalamadım.
Ayıp mı sayılırdı?
Ayıp değil saygıydı bu. Nerelere gitsek bir güzellik varsa ona âşığıdım.
Bir atasözü var ya: “Kızı gönlüne bırakırsan, ya davulcuya varır ya
zurnacıya” diye. Biz de davulcu-zurnacıyız, ama gönül ferman
dilemiyor. Gittiğimiz yerlerde, oralarda biz gözellik görüyoruz, âşık
oluyoruz. İnsan hasret çeke çeke Kerem de oluyor, hatta Mecnun da oluyor.
Ben ayaklarımın bende olmadığı zamanları bilirim. Böyle yürürken
ayaklarımın sanki tokmak varmış gibi.
Yani “Kızı bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya” sözünden
çok çektiniz öyle mi?
Bu aşağılayıcı bir kelime! Ki kızın gönlüne gem vurulamaz. Bizi aşağılayıcı
bu kelimeyi basamak yaparak, kızlarının gönüllerine gem vurarak haşa
huzurunuzdan ırak, hayvan gibi satanlar, bu aşağılayıcı kelimenin günahını
ödeyemezler. Çünkü anamız öldüğünde, evde beş tane öksüz kalmıştık. Babam
bize ana bulmak için hayvanın üstünde, çoluk çocuk perliperişan halde, tâ
Çiçek Dağı'ndan Yozgat'ın bir davulcu köyüne gittik. Üç aylık kardeşimiz
anasızlık ve bakımsızlık yüzünden öldü. Bunun günahı o “kızı gönlüne
bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya varır” diyenin boynuna.
Her kim dediyse, her kim bundan sonra da derse… Bu sözden hepimiz
çektik. Hâlâ çekiyoruz, gençlerimize kız veren kimse yok. Kendi içlerinde
artık kel, kör, topal, ne var ise birbirlerine yakıştırıyorlar. Ben 'yanık
yürekli, gara suratlı' diye onlar için söylüyorum. Hepimiz yanık
yürekliyik, Anadolu insanı olduğumuz için esmerik, işte gara suratlıyık.
(Gülüyor)
Almanya'yı tamamen bıraktınız ve artık Türkiye'desiniz. Nerede yaşamayı
arzulardınız?
Türkiye'yi, vilayet, kaza, nahiye olarak dört beş kere gezdim ben. Bizim
akrabalar hep Kırşehir'den İzmir'e gitmişler. Eskiden cin işi, şeytan işi
derlerdi de kimse davula zurnaya elini uzatmazdı. Bizim aptallar da bu
sayede karnını doyururdu. Şimdi mektebe giden gençler aldılar davulu,
zurnayı ellerine, bizimkiler aç kaldı. Bizimkilerden de daha iyi çalıyorlar
ya neyse. (Gülüyor) Ben de İzmir'e yerleştim şimdi.
Neşet Ertaş kendisini elinden gelen her şeyi yapmış biri olarak mı, yoksa
daha söyleyecek sözü olan birisi olarak mı görüyor?
Duygularımı babamdan aldım. Ama kendi doğrumu ifade etmeye çalıştım
türkülerimin içinde. 30 sene evveli bu kadar okumuş gencimiz yok idi. Şimdi
konserlerime yüzde 80, yüzde 85 gençler geliyor. 16-17 üniversitede özel
konser verdim. Bunlar ne dendiğini, ne söylendiğini anlıyorlar. Babama
neden türkülerinin içinde adını söylemiyorsun dediğimde, “Söyleyecek
söz çok, ama sarf edecek yer yok.” derdi. E şükür, daha tamamını
söylemesek de, söyleyemesek de birazını söylemeye çalışıyoruz.
Bunun için yanık yüreği hep harlamak mı lazım?
Ocak sönünce gazan gaynamaz. (Gülüşmeler)
Gençlerin türküye olan ilgisinin mimarısınız. Yeni neslin bu sevdasını
nasıl yorumluyorsunuz?
Asıllarını buldular. Çünkü Türk'ün asıl müziği türküdür. Türk sanat müziği
denilen şey bize Araplardan nakşolmadır. O udlar, kanunlar bir nevi
arabesktir. Bizim asıl Türk müziğimiz türküdür; bozlaklar, mayalar,
hoyratlar…
Hangi tür türküleri dinlersiniz?
Beni bir türkü ya da şarkı olsun her ne olursa olsun havası ve ona uygun
sözü etkiler.
Ağlar mısınız türkü dinlerken?
Ben kimse görmediği yerde, yalnızken ağlarım.
Ağlarken bir şey söyler misiniz?
Hayır, ağlarken bir şey söylenmez ki! (Gülüyor)
Rahmetli babanızı izlerken ne hissederdiniz?
Onunla beraber aynı bir ruh gibiydik biz. Sanki beni söylüyordu, sanki ben
söylüyordum.
Siz türkülerinizde hep annenizden, konuşmalarınızda ise babanızdan
bahsediyorsunuz. Hangisini daha çok özlüyorsunuz?
Babamı daha çok özlüyorum. Hani güneş her zaman, her gün doğuyor değil mi?
Hiç teşekkür aklımızdan geçiyor mu? Bu ışık, parasız ışık tutuyor.
(Gülüyor) Anayı da öyle görüyorum. Baba bir birey gibi, bir arkadaş gibi
geliyor.
Şehrin seslerini mi halk müziğinin içine yoksa halk müziğinin seslerini mi
şehre taşıdınız?
Halkımızın sesini şehre götürdüm.
Bu anlamda bir nevi pop müziği sanatçısı olarak mı görmek gerekiyor sizi?
Biraz böyle… Biraz deli çalarım. Onda haklılık payı var. Çünkü 8-10
tane sazların her biri bir tele bastığı için haliyle bir pop meydana
getiriyor. Ama benim sazımın alt, orta, üst telleri çift sestir.
Parmaklarımı üçüne bastığım zaman altı ses birden vermiş oluyorum. Standart
perdeler benim duyguma cevap vermiyor.
Bugüne kadar sahnede çalarken kaç tel kırmışsınızdır? (Gülüşmeler)
Onu Allah bilsin. Tel kırılsın da gönül kırılmasın. Bakın tırnağımın ucunda
siyah noktalar var. Bunlar sazın göğsüne vura vura oldu, içine kan oturdu.
Bunları keserim ben, yeniden çalmaya başladığımda sazı dövdüğüm için yine
olur. Bizim çalışımız, akıllı çalış değil. (Gülüşmeler)
Türkülerinizi sosyetenin, garibanın, varoş halkının ve entelektüellerin
dinlemesinin sırrı nedir?
Sırrı aşk, sevgi ve açık ifadedir. Yani herkesin anlayacağı dildir. Zaten
müzik aşkın icadıdır. Herkesin yüreği bu aşkla bağlıdır.
Sesinizin yorulduğunu hissediyor musunuz?
Yorulmayan bir şey yoktur. Ama Allah'a şükür sesimden bir şikâyetim yok.
Köylerde pencerenin önlerinde davul, zurna çalarken bize de içerde
misafirler saz çaldırırdı. O gürültüde içeride bar bar bağıra bağıra, kara
bağır olduk. Şükür, bulgur pilavıyla büyüdük de... (Gülüşmeler)
Hâlâ sever misiniz bulgur pilavını?
Benim ana yemeğim bulgur pilavıdır. Muhallebiyle büyüseydim o sesle ben
nerede bağıracaktım. (Gülüşmeler)
Bulgurun yanına soğan mı kırmalı?
Oooo, zaten soğan, bulgur pilavının piridir. Hele yanında turşu
olursa…
Turşu da oynaşı yani?
Onu nerde bulacaan. “Baklava, böremiz, evdeki turşu / en büyük
dayanak bizlere karşı”
Hiç durmadan kaç saat söyleyebilirsiniz?
Rahat 5-6 saat söyleyebilirim.
Bugüne kadar kaç şiir yazmışsınızdır?
Bilmem. Gramofon devrinden beri öylüyorum.
Yeni albüm çıkaracak mısınız?
Bitti, albüm çıkartan firmalar kalmadı ki. (Gülüyor) Şimdi parası olan
sanatçılar gidiyor, kendi masraflarını kendileri ödüyor ki TV'lere gideyim,
görüneyim beni konserlere çağırsınlar istiyor.
Başka ne tür enstrümanlar çalıyorsunuz?
Babamın yanında keman çalardım. Bir ara tam çalgı olsun diye cümbüş
almıştım. Davul zurna çalarım, başka bilmem. Yeni çıkan aletlerden anlamam,
onlar sunî geliyor bana.
Neşet Ertaş'ın en sevdiği ve sürekli mırıldandığı türküsü hangisidir?
(Gülüyor) Aynı bir ananın çocukları gibidir bestelerimiz, hiçbiri
birbirinden aşağı değildir.
Peki ölüm? Düşünür müsünüz hiç?
Ölüm normaldir. Yani bir misafir bir yere geldiğinde bir sofra açılır, yer
içer ondan sonra vakti geldiğinde kalkar gider. Allah'ın misafirleriyiz.
Babanızın mezarını ziyaret eder misiniz?
Babam mezarda değil ki! Babam ruh. Nefes bittiği an Allah ruhumuzu alıyor,
artık nereye gittiğini kendi bilir. Ruhlar ölmeyeceğine göre, vücut
toprakta kalıyor. Gözümüzde perde varmış, ruhlar bizi görürmüş ama biz
onları göremezmişiz. Ruh ölmüyor, havalesi Allah yolunda.
Babanızın ruhunu en çok ne zaman yanınızda hissediyorsunuz?
Her zaman. O duygular anında, hep yüzde 90 ben babamın duyduklarıyla çalıp
söylüyorum. Ustam odur çünkü.
Bir vasiyetiniz var mı gelip giderken?
Babamın ayak ucuna gömülmek isterdim. Babamın ayak ucuna bir taş diksinler,
ismimi yazsınlar. Ayrıca mezar yapmasınlar bana. Koyacaklarsa oraya bir
çukur kazsınlar, üstünü toprakla kapatsınlar. Başka da bir şey istemiyorum.
Sazınızın bam teli neresidir?
-Hah orası…
Sazınızın bamteli neresidir?
Hah orası… (Gülüşmeler)
Peki âşık adam emekli olur mu?
Âşık da emekli olmaz, sanatçı da. Ben babamın acil haberine gittim. 5 gün
sonra benim geldiğimi tanıdı. Bir ruh gibiydi, gözleri görmüyordu. Yeniden
cana geldi rahmetlik, yatağından doğruldu. “Sazımı verin.”
dedi, 45 dakika da saz çaldı, türkü söyledi. Ben 'Babam iyi' dedim, gittim.
Ondan üç gün sonra babamın öldüğünü duydum.
Gönül Yarası filminde saz çaldığınız bir sahne var. Bir Neşet Ertaş filmi
çekilse?
Yok, artistliği kabul etmiyorum ben. Çok teklif edildi. Halkçı oldukları
için, o Şener Şen, Kemal Sunal filan onları severim. Gönül Yarası da benim
türkümün adı, filmin başındaki fon müziği benim söylediğim türkü. O yüzden
kabul ettim. Bir tane klibim var Garipler diye, başka da yok.
Kaynak
Zaman gazetesi
____________________
İnsan sevincin ürünüdür. Kötülüklerin, karamsarlıkların ürünü olamazki...
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.