KENDİ AĞZINDAN
Şiirime bir kaçışın oluklu sesi de denilebilir mi
ki? Belki de bize şiir diye öğretilen şeyin kendisinden
kaçışımın ya da kendimden bıkıp
kaçmak istememin soluğundan kaçışımın
han kapılarını zorlayıp da bir başka
kaçışa yönelmek istememin sorunlarıyla baş
başa kalmamın değerinden mi kaynaklanıyor şiir
yapmam, isteğim.
Ben örneğin turunçgillerden, çevremden, eriklerden
kaçışımın, saka, güvercin, pekin
ördeklerinden, kanarya kuşlarından
kaçışımın, kedilerden, ağaçlardaki
zeytin tanelerinden kaçışımın, kadınlardan
şiirimsi kaçmayışımın, oluk gibi
büyüleriyle büyütüp yapmıyorum şiirimi.
Kor aynaların içinde başlayıp süren
sırım gibi bir koşunun hep uç bir
noktasındadır diyorum şiirim.
Şiirim apar topar, geri ileri, süratli, hedefsiz belki de
kör bir mermi hızı ile yola çıkar potasından.
Düşünce hızıyla yeniden maddeye
bürünüşünün sinemalarının en doruk
haz noktasında; yeniden yeni başan atomlarına
ayrılmasının kutsallığını tek
başına yaşayıp bulacaktır da benimle.
Sürahilerin, semizotlarının, hercaimenekşelerin,
daktilo şeritlerinin, gazete ilavelerinin boyalı seslerinin o
albenili şarkılarına eklenmiş kadifeli
orgazımdır benim şiirim. Ya da sonsuz kainatlardaki
yaşam sistemlerinin bütününde kıpıl
kıpıl kımıldayıp kıpıldayan bir
ölümsüz noktanın kapısının
arkasında şiirim.
Şiirimde gerektikçe ya da gerekmedikçe zor ve tehlikeli olan
her merdivenin altından geçerim. Şiirim için, gerekli
gereksiz her şeye sokulurum örneğin değişik
seslisi olmasalarda mor, kahverengi, mavi rengin, kara rengin, sarı
rengin, eflatun rengin her çeşit zengin va fakir rengin
tonlarına bilenir onları merakla inceler, koklar doyasıya:
sonra renklerin ruhlarını ellerim, ellerimle; parmaklarımla
dokunurum maddelerin kirpiklerine, avuçlarımın içlerini
öptürürken; erkeğini sevişikten sonra
büyük bir hazla yiyen dişi örümceklere.
Ben başka şeyden söz açmam; kendimden başka; kendi
yaşamımdan söz açarım, başka
değişik yaşamları da koklayarak. Belki ruhumun bundan
önce barındığı sayısız vucutlardaki
yaşamımdan da çokça söz açmış
olabilirim. Şiirim için ufak şeyleri ıvır
zıvırları severim; kutsal yaşam içindeki.
Şiirime bir yönlü de gece ya da gündüz vakti
görülen garip düşlerin aynalarının
izdüşümleridir diyorum.
Körlemesine, elleye elleye boşluğu; giriyorum şiirime
hep. Gür cinselliğimdeki kuş sesleriyle vucudumun
uçarı kaşıntılarının vitaminsizlikte
renkliliğini tadıyorum; yaşadığım her saniye.
Tanrım ben mi yaptım bu şiiri ben mi doğurdum;
hayretimin hala bal arıları usumun içinde; capcanlı.
Şiirden hep irkilmişimdir; yaşamım boyu hep tatlı,
tatsız korkmuşumdur, paniğe
kapılmışımdır. Ama hep saygı
duymuşumdur. Yiğitliğine küçümenciliği
görünümdeki devliğine. Şiir, sıcak bir Temmuz
ayının baytekinli bir gününde tam öyle vakti sizi
çok rahatsız eden (vızıltılarıyla, sizi
ısırmalarıyla) bir sivrisineğin kanatlarındaki
tüyleri sevgiyle ve sonsuza dek okşayarak öpebilmek
duygusunu içinizde taşıyabilmek yürekliliğini
sürdürebilmek demektir.
Şiir komik olmadığı gibi, bir olayın ciddiyetini
de hiç ceplerinde taşımaz.
Kusan bir yanardağdaki lavın akışıdır;
çaresiz akışı. Bitmeyişindeki canın
adıdır şiir ve ruhun tükenmeyişinde her an yeniden
doğar. Cinsel organlarımızdaki sönmeyen kudretin hep
yeniden oluşan orgazmının altın heykeliyle de
resimlendirir kendini. Abası olmayan bir çobanın vucudunda
belki de.
Cesur kişilerin işidir şiir. Kendini ona
karşılıksız adayanların işidir. Yirmi
dört saat kendinle yatanların yanındadır şiir..
Şiir üstelik korkak, pısırık kimverdili
kişilerin semtine uğramaz. Şiirde evrenselliğe ise
kişiliğin daleveresiz yurtseverliliğiyle erişilebilir
ancak. Şiirin politikası olmaz şiirin kendisi varken.
Şiirimi, vucudumun hücrelerini adeta öldürerek
yapıyorum. Yüzde seksen beyin hücrelerimi ve yeniliyorum
yeniden süratimi kendimi koşmak için şiire. Tuzdur
şiir. Dünyamızın mayasına ekmek için.
Şiir insanın bilinçsiz gıdasıdır. Denizin
sebepsiz dalgalanışındaki insan gözünün
toplamıdır. Göğün birden kararması.
Martı kuşlarının, kapkara denizlerin çevresinde
uçuşmalarıdır. Şiir sadece kendisine
tapılmasını isteyen, hırsla seven kıskanç bir
kadın gibidir. Tavizin kuşağı yoktur belinde.
Siz Ercüment Uçarı’nın beklide her şiirinde,
onun o giz dolu korkak, ürkek, cesur, kahraman, parasız,
güç dolu, orgazmımı başaran ya da başaramayan
yaşamının sürecinin midyaları içindeki gizli
incilerden sevaplarını, günahlarını, kirlerini
akpaklığını tatmanın bedeniyle suçlu ya da
suçsuz gözlerindeki kuşku dolu pisliklerinin yakaları
kararmış gömlekleriyle bir densizliğini
bulacaksınız.
Şiirin sözcüklerinin seçimi önemli.
Yapısının sağlamlığı önemli,
ayakları kokmamalı mı şiirin? Her şeye rağmen
yoksul kalmak; hiçbir şey yapmadığınızı
sıkça algılamak belki de şiirin özlerinden biri de
bu. Her şair çoğalma kokusuna dahildir. Ben
kargaşayı seviyorum biraz da. Şiirin çocuksu
bünyesinin az büyümesi için.
Dehşete düşmekte iyi şeydir. Sevginin, sanatın
zorlanan kapılarından biri, küçük şeylerin,
ufak olayların sesidir şiir. Şiirin kanlı
gözünün sabit çeşmesi şaraptır, bun
tadana ne mutlu labirentinden. Dil önemli, bir şairin dili
resmettiğini göstermek istediği tual o. Şiirimi hep
ciddiye aldım; yaşamımda başka uğraş
bilmedim.
Tanrı şiirsizliği sevmediği bütün insanlara
veriyor biliyor musunuz?
Acıyla pişer şiir, acı, ateşin bünyesinde
mısra kurma uğruna yıkanmaktır.
Acı bu dünyayı beynin aracılığıyla
değişirmenin, yeniden kurmanın uyanıkken düş
kurmanın boşluğa merdiven dayamanın,
gökyüzüne çıkmanın sancısını
yaşamaktır. Bir büyüdür şiir.
Şamanların değişik büyüleriyle
değişik gözlerini yakalamaktır geçmiş
zamanın. Şiirin gerçekçiliği kendi
oyunundandır. Bitkisinin özündedir gücü. Topraktan
fışkırır aniden içi dışı
yepyenidir, allak bullak edip dünyayı
şaşırtır.. Ortada yokken birden vardır,
sözü sevmez, kaçar ondan; anlatacaksa kendini anlatır..
Sert bir yapısı vardır ve o yapıyı yapabilmek
için herkes granit bulmaz. Herkes şiir
yazdığını sanır ama yeryüzünde çok
az kimseye şairlik belgesi verilmişir. Şairlik asla bir
meslek olamaz. Şair yaşamı boyunca gözü
bağlı hep bostan kuyusunun çevresinde dönüp su
çıkaracaktır. Hep söylüyorum şiir bir
yapıdır. Dünyaya trilyonlarca kozmoz ekleyen bir yapı.
Şiir iyi iklimlerin çocuğudur. Kötü ve
ortaların kafalarında oluşmaz.
Şiir kendine tapacak kölelerini seçer. Bilinçli bir
efendidir o. Şiir kural dışıdır. Kural sevmez.
Alışılmışın dışındadır;
ona vurgundur. Şiir, hep söylüyorum; hiçbir şeyi
hiçbir olayı anlatmaz, açıklamaz.,
açıklayamaz.. Sadece gösterir; bir zevki bir beğeniyi;
şiir güzelliği istimlak eden bir kudrettir. En çok da
gözlerine tutkundur iradenin. Sabrın ve zamanın. Şairin
edebiyatta kalış noktası şiiriyle olmalıdır.
Şiirim, gece yarısı saat yarımda ikinci dünya
savaşında köprüden kalkan Şirket-i Hayriye
vapurudur. Yenilenmiş sesiyle her iskeleye uğrar. Anadolu, Rumeli
yakası arasında dolaşıp her iskeleye yolcu
bırakır, her iskeleden yolcu alır sanatın
gümüş küpleriyle birlikte içi altın dolu. Ben
aynı zamanda kara ya da sarı renk açan lale
soğanlarından doğup büyüyen çiçeklerin
değişik sesini verdim şiirime. Ben gönül
büyüteciyle bütün ekranlarda büyür ve
gözükürüm. Ben kısa ve uzun yollardaki
yorgunlukları toparlarım. Yorgunlukların bende
çoğaldığı, kabına
sığmadığı noktada da yaşamı yeniden
yanıma çağırıp ateşlemenin şiiridir
benim şiirim. Yaşamdan hiçbir karşılık
beklemeksizin yaşama sunulan acılarıyla; yaşamın
anlatılışı içindeki
amaçsızlığa deli gibi tutunan. Bu yönlü
olarak Nazım Hikmet ve onun şiirinin süreliğiyle ilgili
her zamanının uçakları ise benim şiirimin sevgi
noktalarıyla açıkça çepeçevre
sarılmış uçak pistlerine inip kalkamaz
mutluluklarını yüreklerinde taşıyarak. Ben
sürekli Walt Disneyli şiirimin Ercüment UÇARI
edebiyatına çıkışının
öncüsüyüm.
Ercüment UÇARI
*Kaynak Mustafa Suphi’nin arşivinden
____________________
!! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!