Hz. Mevlana'da insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, ilahi ile beşeri
benliğinde toplayan bir birleştiricidir. İnsan ölümsüzlüğün, ölümlü beden
içinde tekamül seyrini yaşamak için bu alemdeki görünümüdür. İnsan varlık
ağacının meyvesidir. Bir rubaisinde şöyle seslenir:
"Suret suretsizlikten meydana geldi. Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı
vücuda getiren, mum ve petek değildir. Arı biziz, şekil ve çokluk sadece
bizim imal ettiğimiz mumdur. Şekil ve cisim bizden vücuda geldi. Biz
onlardan değil; şarap bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil."
Hz. Mevlana varlığın özü, yani yaratıcı kudretle insanın özünü
birleştirmiştir. İnsanın şeref ve yükümlülüğü, zevki ve çilesi işte bu
birlikten kaynaklanmaktadır. Bu birlik insanı varlığın gayesi yapmıştır.
Varlık, anlamını insanla kazanır. Yaratıcı eserini insanla seyreder, zira
insan hakkın gözü ve aynasıdır.
Hz. Mevlana şöyle seslenir:
"Sen cihanın hazinesisin, cihan bir yarım arpaya değmez. Sen cihanın
temelisin, cihan senin yüzünden taptazedir. Diyelim ki âlemi meşale ve ışık
kaplamış; çakmaksız ve taşsız olduktan sonra o, iğreti bir rüzgârdan başka
nedir?"
Yüce Hüdavendigar "Mümin müminin aynasıdır" hadisini açıklarken şöyle
konuşur:
"Tanrı'nın adlarından biri de el-mümin'dir. İman eden kula da mümin denir.
Mümin müminin aynasıdır demek, Tanrı onda, o aynada tecelli etti demektir."
O halde Hakk'ı insanda görmek gerekir. Bunu yapmayan, görmesini bilmiyor
demektir.
Yine Mevlana şöyle seslenir:
"Murat sensin. Neden oraya buraya koşuyorsun? O, sen demektir. Ama sen,
sakın ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da
sen olur."
"Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu! Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu
varlık. Her şey sensin. Âlemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan
kendinde ara, çünkü her varlık sende."
İnsanın bu şerefi bedava değildir. Bu şerefin beraberinde getirdiği
sorumluluk ve ıstırap da büyüktür. İnsanın şerefi gibi, sorumluluğu ve
ıstırabı da varlığın en büyük sorumluluk ve ıstırabıdır. Mevlana'nın
kavgası eşyaya boyun eğen insanı, eşyayı boyun eğdiren bir yaratıcı benlik
haline getirmek içindir.
İnsan, ne olduğunu anlamak için nereden geldiğini anlamak zorundadır.
Mevlana'ya göre böyle bir anlayış Yaratıcı kudretten koptuğunun bilincinde
olan insanın nasibidir.
"Tanrı, ululuk sırlarını insanda belirtmiştir. İnsanın önünde canla,
gönülle, bedenle gerçekten bir secde ettin mi ne yana dönersen orası
gönlüne Kabe olur."
Mevlana yine bir beytinde:
"Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük
bir şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey
sensin; her şeyden öte ne varsa o da sensin; O da senden ibaret."
İnsan geçirdiği bu kadar maceraya rağmen kendi değerinin henüz farkında
değildir. Kendisini kuşatan dünyanın nice tufanına tanık olmasına rağmen
kendi içinde sakladığı tufanların henüz idrakine varamamıştır.
"Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır. Sandık kapanmış,
kilitlenmiştir. O da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir. Ama günün
birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırıp parçaladı mı nelere gücü
yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün."
“İnsanların taş yüreklerinde öylesine bir ateş vardır ki perdeyi
kökünden yakar. Perde yandı mı, insan Hızır hikâyelerini de tamamen anlar.
O eski aşktan gönlün içinde yeniden şekiller meydana gelir.” Ve yine
şöyle seslenir yüce Mevlana:
“Sen ya Tanrı nurusun ya da Tanrısın; onun mazharısın. Şu dönen göğü
Tanrı'ya layık görme, yıldızlarla ayda irade, bir özgürlük var sanma.
Güneşlerin güneşi sensin. Şu gök kubbede dönüp duran güneş başı bağlı bir
topal eşek gibidir.”
Din, dil, ırk ayırmayan, her şeyi ve herkesi Tanrı’nın bir parçası
olarak gören yüce Mevlana’nın kadını bu düşüncenin dışında
tutmadığını anlatmaya herhalde gerek yoktur. Her zerrenin Tanrı’nın
birer parçası olduğunu belirten bu büyük insanın cinsiyet ayrımı
yapabileceğini düşünmek ancak cahilliktir. O’na göre Tanrı katında
cinsiyet yoktur. Dolayısıyla maddi âlemde de cinsiyet ayrımının getirdiği
davranış farklılıkları olmamalıdır.
Hz. Mevlana aşkla, müzikle, sema ve şiirle beslenip gelişen bu dinler üstü
yolda kadına da büyük bir önem vermiş, her konuda olduğu gibi bu konuda da
çağın ötesinde düşünmüş ve uygulamıştır. Kadını hayatın diğer parçaları
gibi, belki de daha fazla önemsemiştir. Onları hayatın içine çekmeye
çalışmış ve devrin şartlarına aldırmadan, hiç çekinmeden insanlığın kadınla
birlikte var olduğu mesajını tüm âleme vermiştir.
Mesnevisinde,
“Kadın bir Nur’dur sevgili değil, kadın yaratıcıdır yaratılmış
değil...” sözleriyle kadına bakışını çok net olarak tanımlayan Hz.
Mevlana, onu “yaratan kudret” mertebesine çıkarmış ve
yaratıcılığın simgesi olarak göstermiştir. O her şeyden önce, kadının
kapanmasının ve örtülmesinin aleyhindeydi. “Fi-hi Mafih” adlı
eserindeki bir fasılda, karısını örten kapatıp kimseye göstermeyen erkeği
'koltuğunun altına bir somun ekmeği saklamaya çalışan insan'a benzeterek
kınamıştır. Gizlenmenin ve örtünmenin karşısındaki insanın daha çok
merakını arttıracağını ve görme duygusunu kamçılayacağını belirten Mevlana
bunun sadece kötülüğü arttıracağını ifade etmiştir.
Kadının veya erkeğin değil, insanın iyisi ve zararlısı olduğunu söyleyen
Mevlana, bu görüşlerini hayatında da uygulamıştır. O’nun bir çok
kadın müritleri vardı ve onların davetlerine hep uyar, aralarına katılır
onlarla şiirler okur ve onlarla sema derdi. Hz. Mevlana’yı seven
kadınlar onun başına güller serperdi.
Hz. Mevlana tek kadınla yaşamış, cariye ve köle kullanmamıştır. Oğlu Sultan
Veled‘e yazdığı bir mektupta zevcesini hoş tutmasını, ona saygı
göstermezse kendisini de incitmiş olacağını belirtmiştir.
Hz. Mevlana öyle bir potadır ki oraya atılan her madde, orada yeteneğine
göre en uygun gelişimini bulmuştur. Oraya düşen her zerre güneşlere ışık
salan bir hal almış, padişahlara buyruk yürütmüş, tahtsız taçsız gönüller
hakanı sayılmış, ya da yokluğa karışmış, addan sandan geçmiş, insanlığa bir
iksir olmuş, soluk alanların ciğerlerine işlemiş, yeni bir arayış gücü
vermiştir.
En güzel görüş Mevlana’nın nazarıyla beslenmiş, gelişmiş, en tatlı
ses Mevlana’nın konservatuarında ahenkleşmiş, beste olmuş, en gerçek
bilgi Mevlana enstitüsünde metodlaşmış, şaheser vermiş, en insani duygu
Mevlana hareminde olgunlaşmış, kudret haline gelmiştir. Mevlana, kendisine
gönül verenleri hem kendi asıllarına kavuşturan, hem içinde bulunduğu çağa
göre, topluma göre en yararlı olacak şekilde
yetiştiren bir “İnsanlık üniversitesidir”.
[tarihinde düzeltildi 2/2/2010 Saat 21:53 Yazar Rojin]
____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...