Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 1415

  Pazar, 22. Aralık 2024 06:30   User Online: 78 

Üye bilginiz

Üye merkeziniz

Özel Messajiniz

Ziyaretçi defteriniz

Üye lerimiz

Forumda çikiş

Forumlar

Genel

Kültür

Atatürk

Türkiye

Bilgilendirme

Spor

Site ve Radyo

Arsiv II Genel

Arsiv Kultur

Resim
Dostluk 7Tatli HanimlarDostluk 3TutukluSevimli4HayalKrizantemBebek -7Sevimli 4KusSevimli 12Manzara -5Dostluk Resimi 3Manzara -6GerberaBeyaz kardelenates_guel.jpgSevimli3Dostluk 1Sevimli2

Portal Menüsü
Bilgiller
Bilgi ekle
Ekart
Pano
Haberler
Takvim
Resimler
Şiir
Fikra
Bizi tavsiye et
Site Anket
Site kural Impressum
Download tavsiyeler
 Link Tavsiyeler
Bize ulaşım

Dostsesi.Com Kültür Forum Sisteme girmen gerek


Aşağı git
« Ön  Diğer »
küçükten büyüğe do;ğru sırala büyükten küçüğe doğru sırala      print
Konuyu açan: Konu: Yunus Emre / Hayati
Senior Member
Senior Member


Cevaplar: 884
kayıt olmuş: 26/5/2008
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 9/11/2008 Saat 22:26  
Rojin
Site kurucusu


Yunus Emre (1238 -1320) yillari arasinda yasadigi tahmin edilen ve Anadolu da Türkçe siirin öncüsü olan bir sair ve mutasavviftir, yasamina iliskin belgeler sinirlidir. Medrese egitimi gördügü, Arapça ve Farsça bildigi, Iran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi inceledigi saniliyor. Vahdet-i vücut (varlik birligi) ögretisine ulasan bir tasavvuf yorumunu benimsemistir.

Gerçege, Tanri'ya, evrensele, her seyin özüne varmak için ''Seriat-tarikat-marifet-hakikat'' olmak üzere dört bilgi düzeyi yöntem ayirt eder.

Tasavvuf felsefesi ve görüsleri daha çok Bektasilere yakindir.
Seyhi Taptuk Emre Sinan Ata'nin ardilidir, Haci Bektas Veli'ye baglidir.
Bir divani vardir Risaletü'n Nushiye adli 573 beyitlik siiri ile seriat kurallarinin üstüne çikar. Baslangiçtaki düz yazi metinde aklin ve insanin çesitlerini anlatir. Siirlerini Oguz lehçesiyle ve çaginin konusma diliyle yazmistir.

Yasami, siirleri, felsefesi üzerine çesitli arastirmalar yapilmistir. Yunus Ernre
üzerine Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpinarli, Sabahattin Eyüboglu, Asim Bezirci, F. Kadri Timurtas, Ahmet Kabakli, Müjgan Cumbur, Abdurrahman Güzel, Mehmet Bayraktar ve Nezihe Araz gibi çesitli arastirmaci yazarlar inceleme yapmislardir.

Yunus Emre? Nereli? Nerede dogmus, nerde ölmüs, nasil yasamis? Kime bagli, Ne gören var, ne bilen, Hepsi karanlikta. Yunus'un deyisiyle görenler, bilenler de, ne söylerler, ne bir haber verirler. Ama onlarca mezari var, üstlerinde adi var, içlerinde kendi yok;

Onlarca kitabi var, içlerinde adi var, kendinin kitabi yok. Ama o halkin, insanlarin gözdesi, solugu, sesi, Anadoluyu insanligi sarmis, kendi köyündeyse izinin tozu bile kalmamis; sözü alinmis, satilmis, divanlara birlikte katilmis;

O güzel insan kim bilir hangi gurbet kösesinde dagarcigindaki siiriyle birlikte ölmüs, topraga katilmis belki ölümü üç günden sonra bile duyulmamis, ölüsü soguk suyla yuyulmamistir. Belki tersi olmus. Bilen yok. Gören yok. Ama o varacagi yere ulasmis.

Ama halkimiz bu insanlari kendi çocuklari olarak benimsemis, kisiliklerini, özünü, sözlerini kendi mali sayip diledigi gibi evirmis çevirmistir.

O ve halkin nerede söyledigini bilmek imkansiz belki de gereksiz artik. "Anadolu da binlerce agizdan söylenmis ve söylenen bir Yunus korosu var'' ''En eski yazmalarda yok diye halkin ezberinde yasayan, ister istemez yontulan, dil degistiren siirleri Yunus'un saymamak hiç de bilimsel bir davranis degildir''

En eski yazmalar Yunus'un ölümünden çok sonra derlenmis, bu yazmalara Yunus'un diline, tutumuna, düsüncesine düpedüz aykiri siirler de alinmis. Yeni belgeler arana dursun, biz Yunus'u anarken yazmalar kadar sözlü halk gelenegine de saygili olmayi daha dogru buluyoruz. (S. Eyüboglu, Yunus Emre sh: 20)


Rikayet Söylencelerdeki Yunus Emre

Yunus üstüne bütün bildiklerimiz halkin masallastirdigi gerçeklere dayaniyor. Ancak masallar gerçegi degistiriyor da tarih kitaplari degistirmiyor mu? Yeni tarihçiler eski zaman gerçeklerini ararken söylenceleri, mitleri hiç de yabana atmiyor, tersine asil gerçegin çok kez onlarda gizli oldugunu ileri sürüyor.


1 Haci Bektas Veli Velayetnamesine göre Yunus Emre bir orta Anadolu köylüsü, Sakarya kiyilarinda, Sivrihisar'in Sari köy'ünde oturur. ''Tastan topraktan ekmegini çikaran, yagmur yagmayinca aç kalan bir Anadolu köylüsü, bütün devletlerin soymaya alisik oldugu bir Anadolu köylüsü. Yagmur yagmaz, ekin olmaz. Yunus günün birinde tohumsuz kalir.

Tohumsuz kalan Yunus Emre esegine dagdan aliç, ahlat, meyve yükler, buna karsilik biraz tohumluk bugday aramaya çikar. Duydugunun izini sürer iste ilk durdugu yerlerden biri de Haci Bektas Tekkesidir. Anadolu'nun gerçek fatihleri Anadolu köylüsünün yani basinda, yakininda oturmayi kabul etmis olanlardir. Bu söylence bize on üçüncü ve on dördüncü yüzyillarda Bektasiligin yaygin oldugunu gösterir.


Yunus, tekkeden aliçlarina karsilik bugday ister. Haci Bektas Veli kendisine: Bugday yerine nefes versek olmaz mi diye sorar. Yunus illede bugday der. Haci Bektas Veli her aliça karsilik bir nefes verelim der. Yunus olmaz der. Her çekirdek basina on nefese kadar çikar, Haci Bektas. Yunus ille bugday diye dayatir.


Bunun üzerine Haci Bektas fakir Yunus'a götürebilecegi kadar bugday verdirir. Sevine sevine yola çikan Yunus'u yolda bir düsüncedir alir ''Bu insan büyük insan olmasa bana bugday vermezdi. Bir çuval bugday böyle bir insandan daha mi degerli diye düsünür, çiylik ettigini anlar döner geriye. Alin bugdayi geri, ben nefes istiyorum der. Ama Haci Bektas ona nasibin Taptuk Emrece verilecegini, onun tek kesine gitmesini söyler, ''senin "kilidini ona verdik'' der.

Taptuk Emre mi? Onu da söylencelerde arayalim. Haci Bektas'in Anadoluya gelmesi bir güvercin kiligindadir. Bunu haber alan ve gelmesini istemeyen Abdalan-i Rum birer kartal olup onun yolunu keserler. Kutsal güvercin Anadolu göklerini kara kartal kanatlariyla kapli bulur.


"Yarar geçer kanatlari ama bir hayli de pençe yer. Kan revan içinde yedi evli bir çepni köyüne, bugünkü Haci Bektas Ilçesine iner, bir duvarin üstüne konar. Fakir bir köylü kadin görür yarali güvercini, acir haline, yiyecek içecek kor duvarin üstüne. Bu masal Bektasiligin köylerde yayildigini ve kadinlarin bu tarikatte rolü ve önemi oldugunu anlatip ip uçlari veriyor. Anadolunun en eski ve en büyük tanrilarinin kadin oldugu unutulmamali.

Haci Bektas zamanla bütün Rum erenlerinden saygi ve sevgi görür, ama Emre adinda bir ermis Haci Bektas'in semtine bile ugramaz. Haci Bektas ona Saru Ismail'i dervisini yollar, tekkesine gelmesini saglar. Gelince ona erenler arasina nasil girdigini sorar, o da perde arasindan bir el uzandi, beni erenler arasina aldi ama ben orada Haci Bektas adinda birini görmedim.


Bunun üzerine Haci Bektas perde araligindan sana uzanan eli görsen tanir misin? Tanirim der Emre: Ayasinda bir yesil ben vardi. O zaman Haci Bektas sag elini açar, uzatir. Avucunun içindeki yesil beni gören Emre yesil beni görür görmez: Taptuk! Taptuk! diye bagirir, adi o günden sonra Taptuk, kendiside Haci Bektas'in yandasi ve sözcülerinden biri olur.

Bu söylence bize Yunus'u kendine baglayan Taptuk Emre'nin HaciBektas'in yolundan, çevresinden ayri, belki de yeni müslüman olmus biri oldugunu, ona baglandigini gösterir. Saru Saltuk, Taptuk, Barak Baba... silsilesini izler.

Taptuk Baba Yunus'un siirlerinde inançla sevilen, yoluna bas konulan bir mürsit olarak karsimiza çikar:

Taptugun tapusuna
Kul olduk kapisina
Yunus miskin çig idik
Pistik elhamdülillah
...
Vardigimiz illere
Sol safa gönüllere
Baba Taptuk manisin
Saçtuk elhamdülillah
...
Yunus bir dogan idi kondu Taptuk koluna
Avin sikira geldi bu yuva kusu degil.
...
Yine esridi Yunus Taptuk yüzün görende
Baktigim yüzde gördüm Taptugumun nurunu.

Bize kadir gecesidir bu gice
Ko erte olmasin seher gerekmez
Yunus esrüyüben düstü sokakta
Çaginr Taptugunu ar gerekmez

Söylencemizde Haci Bektas Yunus'u Taptuk'un tekkesine göndermis. Yunus gidip Taptuk'a bas vurur. Ilk Bektasi tekkeleri bir çesit uygulamali okul idi. Her dervis bir is görür. Kimi toprakta, kimi islikte çalisir, kimi duvar örer, kimi as pisirir: Yunus'a da odun tasima isi verirler. Kirk yil sirtinda odun tasir, tekkesinin ocagina, özene bezene. Her getirdigi odun dop-dogru dümdüzdür. Soranlara: Tekkeye odunun bile egrisi giremez der.

Bir baska rikayete göre Taptuk güzel saz çalarmis ve Yunus ona sazi için baglanmis. Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmis, sonunda bikmis ve kaçmis. Yolda erenlerden yedi kisiye rastlamis, yoldas olmuslar. Her aksam erenlerden biri içinden geçirdigi bir ermis adina Tanriya dua ediyor hemen bir sofra geliyormus ortaya.


Sira Yunus'a geldigi aksam o da: Yarabbi, demis, bunlar hangi kulun adina dua ettilerse ben de onun adina yal variyorum sana, utandirma beni demis. O aksam iki sofra birden gelmis. Erenler sasirip kimin adina dua ettigini sormuslar. Yunus önce siz söyleyin demis. Erenlerde Taptuk'un dervislerinden Yunus diye biri var, onun adina demisler. Yunus bunu duyar duymaz hiç bir sey söylemeden tekkeye geri döner ve anabaciya seyhin karisina siginir. Söylence bize burada tekkede kadinin rolünü yerini ve önemini anlatir.


Anabaci der ki: Yarin sabah tekkenin esigine yat. Taptuk abdest almak için disari çikarken ayagi sana takilir .Gözleri iyi görmedigi için bana: Kim bu esikte yatan? diye sorar ben de Yunus, derim. Hangi Yunus derse çekil git, baska bir tekke ara kendine, basinin çaresine bak. Ama bizim Yunus mu? derse anla ki gönlünden çikarmamis, hala seviyor seni. O zaman kapan ayaklarina, bagisla suçumu de. Yunus Anabacinin dedigini yapar, kapinin esigine yatar, ertesi sabah olan olur Taptuk: Kim bu adam? diye sorunca Yunus, der anabaci, Taptuk "bizim Yunus mu? diye sorunca Yunus ayagina kapanir sevincinden aglar.


Iki insan arasindaki bagliligi, ayrilip kavusmanin tadini, güveni bu kadar güzel anlatabilen söylence azdir dünyada. Insanlik bu "bizim" sözünün içindedir. Bir ülkü ugruna canlarini koyanlarin hepsinin yasadiklari bir insanlik dramidir bu. Anlamayan beri gelsün. Iste dup duru bir su gibi Yunus'un sevgisidir bu. ( S. Eyüboglu ).

Yunus yeniden tekkeye girer. Bir baska söylentiye göre Yunus Taptuk'un kizini sevdigi için döner tekkeye. Taptuk bilir Yunus'un bunun için dönmedigini. Ama dervislerinin böyle bir dedikoduya kulak vermeleri karsisinda ne yapsin?

Kizini versin mi, vermesin mi Yunus'a? Taptuk, dervislerini yalanci çikarmamak için kizini Yunus'a verir. Ama yine söylenceye göre Yunus ömrünün sonuna dek bu güzel kiza dokunmuyor. Gerçek böyle degil ama halk böyle olmasini istiyor. Halk Yunus'a sehvet duygusunu konduramiyor. Sehvetin onu lekelemesini özüne sindiremiyor.


Yunus'un ozanliga baslamasinin öyküsü de söyle: Yunus yillar yili tekkeye agizsiz dilsiz hizmet eder. Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasinda bir güzel muhabbet olur. Taptuk sevinçli coskuludur. O gün Yunus-i Guyende adinda bir ozana: Bize bir seyler söyle der. O ozanin dili tutulur o gün, hiç bir sey bulup söyleyemez. Bunun üzerine Taptuk oduncu Yunus'a dönüp: Haydi sen söyle der. Ve Yunus birden baslar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya. Incileri dökmeye baslar.

Burhan Toprak'in deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu altin destani bize kendisi kadar, Anadolu halkininda yüregini ve özlemini anlatir. Halk Yunus için Mevlana'ya << Manevi konaklarin hangisinin önüne vardiysam bir Türkmen kocasinin izini buldum, onu geçemedim. >> dedirtmistir.

Bir bulusmalarinda Yunus, Mevlana'ya: Mesnevi'yi çok uzun yazmissin, ben olsam su söze sigdirirdim hepsini:

''Ete kemige büründüm, Yunus diye göründüm'' der.
Yunus siirinde Mevlana'yi sevgi ve saygiyla anar:

Mevlana meclisinde saz ile isaret oldu

ve:

Mevlana Hüdavendigar bize nazar kilali
Onun görklü nazan gönlümüz aynasidir.

der. Mevlana siir ve yapitlarinin hepsini Farsça yazmisti. yine halktan yana düsünüyor, halka sesleniyordu. Bunu çok iyi bilen oglu Sultan Veled babasinin düsüncelerini Türkçeye aktarir. Haci Bektas ocagi ve Yunus, tasavvufu, o çagin en yüksek kültürünü Anadolu halkinin Türkçesiyle söylemistir. Onlar çagdas dilimizin, kültürümüzün gerçek öncüleridir. Kimligimizi yaratanlardir. Onlar özümüzü hamurumuzu yoguranlardir. Bizi biz edenlerdir .

S. Eyüboglunun deyisiyle ''Ama Yunus'un ve halkin solugu Kaygusuz'lar, Pir Sultanlar, Karacaoglan'lar, Asik Veysel'lerle için için bu güne dek gelmis ve ancak bu günün halkçi Türk devletinde Anadolu Türkçesini en aydin sairlerimize devretmislerdir.''

Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratilani hos gör
Yaradandan ötürü

deyip okulu birakmis. Halk, halktan uzaklasan kültüre karsi her zaman direnmistir. Konumuz Yunus Emre'nin okur yazar olup olmadigi degil ''Bilginlerimiz, basta Gölpinarli olmak üzere Yunus'un ümmiligi, yani okur yazar olmadigi inancini gülünç buluyorlar.

Ancak Yunus'tan kalmis bir tek yazili söz olmamasi bir yana, Anadolu'da sözlü kültür bu gün bile bir Asik Veysel'i yetistirecek güçtedir;'' Bektasi tekkeleri tasavvufun en ince kavramlarini bile sözle geceli gündüzlü aylarca, yüzyillarca Insanlarin beyinlerine, yüreklerine hep aktarmis, ekmis oya gibi islemistir.

Okur yazar olsun olmasm, Yunus Emre halkm sözlü kültürünün adamidir, kendi çaginin en ileri düsünüsünü halkina kendi öz diliyle ulastirmistir. Yunus aynca çagm okur yazarlanna, molJalanna karsi savas açmis gerçek bir kültür tasiyicisidir. Siir ustasidir, gönül adamidir, sevgi denizidir.

Iste söylencesi:

Yunus'un yasadigi yillarda Molla Kasim diye biri varmis. Bu Molla Kasim'a Yunus'un siirlerini yazili olarak getirmisler. Baslamis okumaya. Her okudugu siiri dine, seriata aykiri bularak yakiyormus. Binlercesini yaktiktan sonra üst tarafini da suya atmaya baslamis. Siirleri yakmis suya atmis, atmis, atmis derken bir siirde, Yunus:

Yunus Emre bu sözü egri bügrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasim gelir.

demis, demis ya Molla Kasim bunu görür görmez Yunus'a boyun egmis ve yakmadigi suya atmadigi siirleri bir hazine gibi saklamis.

Söylenceye göre bunun için siirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki baliklar, kalan binlercesini de.insanlar söylermis. Yunus'un hak ve halk sairi oldugunu anlatmak bakimindan tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düsünüsle yüklüdür bu.


Rahmetli Sabahattin Eyüboglu bu davranislarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkin Molla Kasim'la karsi karsiya getirdigini, ikincisi de bu beyite sair adinin ancak birinci dizede olmasi geregi, tabiiligini vurguladigini belirtmektedir. Aslinda bu siiri Yunus degil, halk söylemistir. gelin bu siiri birlikte okuyalim:

Ben dervisim diyene bir ün edesim gelir Segirdüben sesine vurup yetesim gelir.
...
Sirat kildan incedir kiliçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasim gelir
...
Altinda gayya vardir içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasim gelir


____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen Zaman .


____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster
Senior Member
Senior Member


Cevaplar: 884
kayıt olmuş: 26/5/2008
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 9/11/2008 Saat 22:28  
asliyok
Member


tasavvufda yunus emre;



Yunus EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.

Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamışır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş;(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.



Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez



***

Başan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş

Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde





Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuşur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.

Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, ümmül Kitap (Kitabın Anası;),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.

Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrail ağyar iken.

Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
adem, Havva kandaydı, biz onunla yar iken.

Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nur dağın yaylar iken."

"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezeli vatandayıdım.

Kalu bela söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu divandayıdım."


"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."

***

ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden

Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana

Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmişir.

1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.

Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa

Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana

Şeriat ehli ırak eremez bu menzile

Ben kuş dilin bilirim, söyler SüLEYMAN bana

2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı;) ve BERZAH da denir.

3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.

Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim sırrımdır" sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmişir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları;) ve ilahi olaylar bilinmişir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşuracak şekilde birleşiğinde isimler meydana çıkmışır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmişir.

Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık

İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk

Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri

Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk

Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.

Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu

Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk

Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak

Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk



Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen Keşfül Gıta kasidesinde ;

"Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada... "

mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zatına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.

Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuşur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuşur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmişir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamışır.Biraz daha açarsak; "La ilahe" demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,"illallah" demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmişir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. "Muhammedün Resulullah" ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemişir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.

Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah'ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah'ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.

"Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını

Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır

Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni " ( Hacı Bayram-ı Veli)

Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah'a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüşürmek ise Vahdet'tir.

İnsanı Allah'a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah'ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O "göklerin ve yerlerin nuru" (Kuran-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir. "O her an yeni bir şe'ndedir." (Kur'an-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mana, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mananın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrake, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin manası rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;

"Feeynema tuvellu fesemme vechullah" (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan manadır. Mana ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin manası, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur.

"Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)

(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)

"Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd"

(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) "Ve fiy enfisukim efela tubsirun"(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hala görmüyor musunuz!)

Allah isminin işaret ettiği mananın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahad'dır. Allah Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad'dır." .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlukatın ihtiyacını karşılar. Doğmamışır, herhangi bir varlık O'nu doğurmamışır. O da herhangi bir şeyi doğurmamışır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDü'L-AHAD olan varlıktır.

Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci manada "la ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci manada ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla kaimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. "Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.

Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde

Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde

Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler

Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde

***

“Her nereye baksam Allahı görürüm” Hz.Ali(r.a) , “Görmediğim Allaha ibadet etmem” Hz.Ali(r.a)

"..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.." (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almışır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu ayeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm ayetle özdeşleşirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn" (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kamil'dir.

Bizim bildiğimiz manada, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un, (İnsan-ı Kamil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik alemi ve insan meydana gelmişir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemalatı ile algılaması, "Halife" adını almasına neden olmuşur.

Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu

Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni. (Hacı Bayram-ı Veli)

Niyazi Mısri:

Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..

Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..

derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yunus Emre tarafından dile getirilmişir.

"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen “ ve "Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem."

"Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"

***

"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.

***

"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."

***

"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.

***

"Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?"

***

Başan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş

Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde

Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz.Şöyleki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940'lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98'i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960'lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram'a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmişir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araşırmaları neticesinde Evren'in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm'un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız "TEK" bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.

Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmışır.

Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez

Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez

İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra

Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz



Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan

Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz

Yunus canını terk et, bildiklerini terk et

Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz

***

Unuttum din diyanet, kaldı benden

Bu ne mezheptir, dinden içeri

Dinin terk edenin küfürdür işi

Bu ne küfürdür imandan içeri

Geçer iken Yunus şeş oldu dosta

Ki kaldı kapıda andan içeri

***

Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil

Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi

***

Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir

Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir

Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil

Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir



Şimdi biz bir takım bilimsel verilerin ışığı altında, onların bir zamanlar ne demek istediklerini daha iyi anlayabilmekteyiz. Hologram prensibi, tasavvufun anlatmak istediğinin, kısmen de olsa daha iyi anlaşılabilmesini sağlamışır. Genel anlamda TüM'ün sahip olduğu bütün özelliklerin boyutsal olarak her birimde nasıl mevcut olabildiğini açıklar. Bu ifade tarzının anlaşılması ile, bizden ayrı, ötelerde olduğu düşünülen Tanrı imajı yıkılarak, gerçek "Allah" kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tasavvuf ile hologramın ne olduğu hakkında kısa bir bilgi verelim, sonra da birleşikleri noktaları tespit etmeye çalışalım.

Tasavvuf, tek bir varlığı ve bir hakikatı tüm boyutları ile inceleyen bir felsefedir diyebiliriz. Bu felsefenin temeli düşünceye dayanır, Düşünme neticesi tespit edilenler ise, bizzat yaşanır. Kur'an'ın ve hadislerin anlaşılabilmesi, tasavvuf erlerinin, verdikleri ipuçlarının çözülebilmesi, değerlendirilebilmesi için, bu felsefenin bilinmesi mutlak olarak zorunludur. Hologram ise, en kısa tanımıyla üç boyutlu görüntü kaydetme yöntemi'dir. Hologram tekniğinin en önemli özelliği, hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil; o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kaydedilmesi, dolayısıyla hologram plakasının en küçük parçasının bile, Bütün'ün tüm bilgilerini içerebilecek kapasiteye sahip olmasıdır. Bu tekniği kısaca şu şekilde anlatabiliriz:

Bir lazer kaynağından gelen ışın, yarı geçirgen bir ayna tarafından ikiye ayrılır. Bu ışınlardan biri, hologram plakasına doğrudan ulaşır, öbürü ise görüntülenmek istenen cisme yöneltilir ve oradan yansıyarak hologram plakasına varır. Hologram plakasına doğrudan gelen lazer ışını ile cisimden yansıyarak gelen lazer ışını, bu plaka üzerinde bir girişim modeli oluşurur. Böylece cismin görüntüsü kaydedilmiş olur. Daha sonra, kayıt sırasında kullanılan frekansta ve aynı açıdan yeni bir lazer ışını ile hologram plakası aydınlatılacak olursa, görüntülenen cisim, üç boyutlu olarak odanın içinde canlanır. Plaka, kendisine gelen ışınları tıpkı görüntüsü saptanan cisim gibi yansıtacağı için, görüntü net ve eksiksiz olacaktır. Beyin hücreleri dediğimiz nöronlar da, tek tek birer mini hologram gibidirler ve gelen impalsları frekanslarına ayırarak algılarlar. Her bir hücrenin etkinliği, kendi içinde bir dalga boyu oluşurmaktadır. Bir sürü hücrenin dalga boylarının birbiriyle girişim yapmalarından oluşan holografik model, bizim beş duyuyla algıladığımız görüntüyü ortaya koymaktadır. İnsan beyni de pek çok mini hologramdan oluşmuş büyük bir hologram olarak düşünülebilir. Çünkü beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenek ve kabiliyette var olmuşur. Ancak, kozmik programlanmadan sonradır ki, hücreler özelleşerek kendilerine ait işlevleri meydana getirirler.

Bu açıklayıcı bilgilerden sonra, dini verilerin de ışığı altında beynin nasıl programlandığını düşünelim... Kişinin "Ayan-ı Sabite" denilen, sabitleşmiş ana programını oluşuran yüz yirminci gündeki kozmik ışınlar, meleki tesirler ile yedinci ve dokuzuncu aylarda ve nihayet doğum anında alınan tesirler ile beyin programlanmaktadır. Zaten insan, Allah isimlerinin manalarının bir terkip halinde oluşmasıyla meydana gelmiş bir birim. Ve bu kemalatın genetik verilerle insandan insana nakledilmiş olması dolayısıyla, bu doksan dokuz isim her insanda mevcut. (Bakara 30-31) Ayrıca İnsan, Zat, Sıfat, Esma ve Ef'al boyutlarını özünde bulunduran bir birim. Hologram prensibinin en önemli özelliği, her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın her noktasına cismin her tarafından ışın dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile her parça bütünün bilgisini içinde taşımakta ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü tek başına vermektedir.

Şimdi, bu verilerle şu sonuçlara ulaşabiliriz: Görüntülenmesi istenen cisimden yansıyarak gelen lazer ışınının hologram plakasına cismin görüntüsünü kaydetmesi gibi, insan beyinleri de, doğum öncesi ve doğum anında, kökeni meleklere dayanan burçlar olarak tabir ettiğimiz sayısız takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla programlanmış oluyor. Nasıl benzer frekanstaki ışınları plakaya gönderdiğiniz zaman cisim üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa, Burçlardan ve Güneş sistemindeki planetlerden gelen ışınlar da, o programlanmış olan insan beyinlerini etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda çeşitli fiillerin, davranışların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.

Aslında plaka üzerinde görülen üç boyutlu cismin gerçekte bir varlığı yoktur, dalga boylarının oluşurduğu bir modeldir (ya da hayaldir) biz onu var gibi görmekteyiz. Bunun gibi, insan beyni de bu noktada tıpkı bir hologram gibi çalışmaktadır ve biz beş duyumuzun kapasitesi gereğince kendimizi bir birim gibi kabul edip, çevremizde gördüğümüz her şeyin de varolduğunu sanırız. Gerçekte, o hologram plakasındaki görüntünün bir gerçekliği olmadığı gibi, çevremizde görüp var kabul ettiğimiz bir takım şeylerin de bir varlığı yoktur. Fiil diye algılananlar tamamiyle manalardır. Tasavvuf erleri bu anlamda "eşyanın menşe-i"ni düşünmek tevhiddir demişir. Her mana ise, belli frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni algılamaktadır.

Buradan hareketle, makro plandaki Evren de tıpkı beyin hücreleri gibi, kökeni kuantsal enerjiden ibaret bir hologramik yapıdır. Mutlak manadaki Evreni bir an için, hologram plakası gibi düşünün. Sonsuz, sınırsız tek olan Allah, kendindeki manaları seyretmeyi dilemiş ve bu manaları çeşitli şekillerde terkiplendirerek sonsuz sayıda varlıkları meydana getirmişir. Fakat bu varlıklar, o tek varlığın ilmiyle ve ilminde yoktan var ettiği ilmi suretlerdir. Bu yoktan var ettiği bütün birimler, O'nun ilmiyle, O'nun ilminden ve O'nun varlığından meydana gelmiş olması nedeniyle, o varlıklarda kendi varlığının dışında hiçbir şey mevcut değildir. Tasavvufi anlatımla da olsa evren tek bir ruhtan meydana gelmişir ve evrende mevcut olan herşey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle, ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşe bu evrensel ilim, güç ve irade hologramik bir şekilde Evrenin her katmanındaki her birimin, her noktasında mevcuttur. Bu gerçeğe ermişlerin, "Zerre küllün aynasıdır" şeklinde anlatmaya çalışığı konu, mutlak bir iradenin yanında bir de irade-i cüz'iyenin var oluşu şeklinde anlaşılmışır.

Sizin vücudunuzun her zerresinde o kozmik güç, ilim ve irade aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman, ötelerdeki bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi varlığınızdakinden, Öz'ünüzden istiyorsunuz. Yani Öz'ünüzde mevcut olan Allah ilmi, kendi dilemesiyle ve kendi kudretiyle isteğinizi açığa çıkarıyor. Holografik yapının önemli bir diğer özelliği ise, zaman ve mekan kavramları olmaksızın, geçmiş, şimdi ve gelecek diye bildiğimiz her şeyi yani tüm bilgileri bir arada bulundurmasıdır. Zaman, mekan, geçmiş, gelecek diye algılananların hepsinin algılayanın kapasitesinden kaynaklanan göreceli değerler olduğu, bir kez de hologram prensibi ile destek görmüşür. Tüm'ün bilgisi, her zerrede özü itibariyle mevcuttur ancak: zerrenin de o tüm bilgiyi değerlendirebilmesi, mevcut kapasiteyi kullanabildiği ya da açığa çıkartabildiği orandadır. Levh-i Mahfuz, "kesreti" yani çokluk kavramlarını meydana getiren Esma Terkiplerinin "kaza ve hüküm", bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki "hüküm ve takdirin" fiiller alemine yansımasıdır.

Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm varoluş gerekçesiyle mevcuttur. Burada zaman ve mekan kavramı olmaksızın ezelden ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur. İşe bu Levh-i Mahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin geni hükmündedir. Evrende ve onun boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş olan tüm varlıklar, Levh-i Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana gelmişlerdir. Burada mevcut olan her birim, galaksiler, burçlar, güneşler, planetler ve dünya üzerindeki her şey varlığını Allah'ın varlığı ile vardır. Ve her biri kendi boyutunun algılayıcısına göre vardır. Gerçekte var olan, sadece ve sadece tek'tir, varlık Vahidül Ahad olan Allah'dır. Evrende mevcut olan bu mana suretlerinin hepsinin de tek'in tüm özelliklerini içermesi ve müstakil bir varlıklarının, mevcudiyetlerinin olmaması ve Allah her zerrede zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla mevcut olduğu içindir ki, evren de holografik özellik göstermektedir. Bunu tespit eden ermişler de "Alemlerin aslı hayaldir" diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir. (Bu yazıda Hologram ile ilgili bilgiler, Michael Tablot’un Holografik Evren isimli kitabı ile Bilim ve Teknik dergisinden alınmışır.)

Bu arada bir günlük gazetemizin yazarından (Türker Alkan)konuyla ilgili olduğu için alıntı yapmak istiyorum. " Kuantum fiziği atomaltı parçacıkların incelendiği bir alan. Son yıllarda bu alanda yapılan çalışmalar şaşırtıcı sonuçlar veriyor. Evrene bakışımızı kökünden değişirecek önermelerle karşılaşıyoruz. Bildiğiniz gibi dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. En, boy, yükseklik ve zaman. Olayın çarpıcı niteliğini göstermek için şöyle düşünebiliriz: Sadece iki boyutun bulunduğu ve zamanın olmadığı bir dünyada yaşayanlara üçüncü boyutu ve zamanı nasıl anlatabilirdik? İki boyutlu dünyanın insanları ne kadar 'Olmaz öyle şey' diyecekse şimdi biz de benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Bitmedi. Kuantum fizikçilerine göre evrende 11 boyut varmış! Daha 'zaman' kavramının 'boyut' olarak ne anlama geldiğini kavrayamadan yeni boyutlarla nasıl baş edeceğiz, bilmiyorum.Kuantum fizikçilerine göre bir cisim aynı anda birden fazla yerde bulunabiliyor. Hayır, iki veya üç değil, tam 3 bin yerde bulunabiliyor! Evreni sağduyularımızla algılamanın getirdiği sınırlamaları düşünmemiz gerekiyor. Daha çarpıcı iddiaları var kuantumcuların. En şaşırtıcı önermelerden birisi, insan düşüncesiyle maddelerin etkilenebileceği, biçimlenebileceği önermesidir. Japonya'da yapılan bir araşırmada, iyi ya da kötü sözlere muhatap olan su moleküllerinin, söylenenlere paralel olarak, güzel veya çirkin biçimler aldığı görüldü. İnsanın düşüncesiyle evrenler yaratacağını, paralel evrenler olabileceğini ileri sürenler bile var. Teolojik bakımdan da önem taşıyan bir iddiaya göre ise tüm evren bir tek varlıktır! Tek bir zihindir. Bu görüşe göre 'başkasının zihnini okumak' anlamında 'telepati' yoktur. Çünkü insan zihni zaten ortaklaşa bir zihnin parçasıdır. Evrende olup bitenleri bilmektedir! İlginç buluşlardan birisi, bilim adamları tarafından gözlenen elektronların, gözlenmeyen elektronlardan farklı davrandıklarıdır. Elektronlar sanki gözlendiklerini biliyormuş gibi hareket ediyorlar! Bir atomaltı parçacığını ikiye ayırıp evrenin iki ucuna yerleşirsek, iddiaya göre, bu iki parçacık sanki ayrılmamışlar gibi, aynı hareketleri yapacaktır. Çünkü evreni oluşuran mesafe görünüşen ibarettir. Ve tabii zaman izafidir, zaman içinde seyahat mümkündür. Bunları söyleyenler rastgele kişiler olsa güler geçersiniz. Ama karşımızdakiler dünyanın en saygın bilim adamlarıdır. Kuantum fiziğinin düşündürdüğü birkaç nokta önemli. Birincisi, evrenin 'birliği' fikri ki bizi Doğu felsefesinin binlerce yıl önce söylediği düşüncelere geri götürmektedir. İkincisi, geleneksel 'materyalist' düşünceye karşı, 'idealizmin' destek bulduğu bir evreni betimlemektedir. Ki kimse fizikten böyle bir sonuç beklemezdi"


Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı

Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni

**

Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan

Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı



Alemdeki varlıkların oluşumu her an devam etmektedir. Allah katında zamanın ve mekanın bir anlamı yoktur; Tek bir an vardır ve o an devr-i daim ederek, Allah'ın kudret ve iradesine göre şekillenmektedir. Başlangıç ve bitiş zamanı aynıdır. Oluşlar noktanın sürekli deveranıdır. Var oluş konusunda üç durum söz konusudur; Birincisi mutlak varlıktır. “Var olmak” kendisidir. Onun yüce zati sıfatıdır. İkincisi mutlak yokluktur. Sadece mutlak varlığın bilinmesi için mefhum olarak ortaya çıkarılmış durumdur. Yoktur. üçüncüsü mümkünattır yani mevcudattır. Varlık verilenlerdir ki; var olabilirde, var olmayabilirde. Bu mevcudatın varlığı, kendinden menkul değil, varlığını verene aittir.Bu mevcudatın iki yönü söz konusudur. Birincisi varlıktan gelen ve ona ait olan varlık yönüdür. ikincisi ise varlığı kendinden olmamakla kendisine ait olan hiçlik - yokluk - çirkinlik - ayıp - terslik yönüdür. Bu mevcudatın benzeri, eşi, dengi veya zıddı olur. İlim şehrinin tanıtımı burdadır.Yokluğun ortaya çıkarılması, varlığın bilinmesi içindir. Çünkü bu boyutta (mevcudat içinde) her anlam karşıtı ile bilinir. Tasavvufta nokta, ahadiyete işaret eder. Vahidiyetin batını AHADİYET, zahiri RAHMANİYET'tir. Ne dün vardır ne de yarın! Evren her an oluş halindedir. "O her an yeni bir şe'ndedir" (Kur'an-ı Kerim 55/29).

Varlıkların özünde Allah olunca, tabiatta iyi-kötü, hayır-şer olamayacağı gibi, ölüm diye bir şey de yoktur. Var olmak ve yok olmak aslında bir değişimdir. Varlık ve yokluk da bize göredir. Gerçek anlamda ölüm yoktur.

Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir

Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir

Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın

Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir

***

Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik

Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır

Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana

Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ (Herşey döner -Haktan gelen hakka dönecektir-) aslıdır

Bütün oluşların temelinde Allah vardır; bize bizden yakın olması, yaptığımız her şeyi bilmesi bundandır. Bizim her şeyi kendimiz yapıyormuşuz gibi, başka varlıkların başka şeyler yapıyormuş gibi görünmeleri sadece bir hayaldir. Aslında herşeyi yapan Allah'tır; Kur'an'da Hz. Muhammed(S.A.V) 'e "Attığın zaman sen atmadın, lakin Allah attı." (22/17) ifadesi vardır. Burada da sureten Hz. Peygamberin attığı, ama gerçekte işi yapanın Allah olduğu ifade edilmektedir.

Tasavvuf'da ; yaratılmış olan herşey insan içindir. Mutasavvıflar, evrenlerin yaratılışını sadece Allah'ın var olup hiç bir şeyin olmadığı "la taayyün" devresinden (Hz Ali “Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu"), evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet mertebesine gelinceye kadarki evrelere kadar incelerler. İnsanın yaratılmasına kadar evrende çeşitli tabii olaylar olmuş, birçok canlı türleri gelmiş geçmiş ve tam insanın yaşayabileceği bir ortam oluşurulduktan sonra Hz. adem yaratılmışır. Hz. Muhammed(S.A.V) 'in bedenen gelişi de gene insanların belli bir olgunluk düzeyinden sonradır. İnsandan önceki varlık evrenin gayesi, insanın özünü taşıyacak olan bir bedenin hazırlanması idi. İnsanlığın gayesi olan bu İnsan-ı Kamil ( Yani Hakk'ın Zahir yönünün aldığı isim ) beden peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) dir. İnsanın yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre ayrılmışır. "Asıl"dan madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek gelişirilmişir ("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan seçilip yaratılmışır. Bu, ilk yaratılmış insan olan adem'de böyle olduğu gibi, şimdi yaratılmakta olan her insanda da böyledir.("Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra da güzelim akıl,fikir, ayırt ediş varlığına geldin" Hz.Mevlana). Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak yaratılmışır (Kur'an-ı Kerim 2/30). Allah'ın halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve hayırlı yaratmalarına onu temsilen vesile olmak demektir ki bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması melekleri bile endişeye sevketmişir. Ama Allah, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın önemini göstermişir. Varlık evreninin gayesinin insanı yaratmak olduğunu Yüce Allah,peygamberimiz vasıtasıyla bir Hadis-i Kutsi ile bildirmişir.”Ben gizli bir hazine idim,bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım.(Ademi yarattım)” .Bu hadisle Allah tüm evren ve alemleri bilinmek için yarattığını ifade etmektedir. Bu sözle varoluş şekli açıklanırken, gizli olanın evrensellik ve adem adı altında zahir olduğu da anlatılmaktadır. Evren yaratıldıktan sonra ise sıra kendisini bilebilecek özellikte bir varlığın yaratılmasındaydı. Sıradan bir varlık onu bilemeyeceğine göre ,Bu çok üstün bir varlık olmalıydı.Ve kendi özelliklerini taşıyan (Yeryüzündeki halifesi) bir varlık olarak insanı yarattı (“İnnallahe halake Ademe ala suretihi” – Allah Ademi kendi suretinde yarattı.) Tabii buradaki insan ile Insan-ı Kamil kastedilmektedir. Kişiliği yönü ile İnsan-ı Kamil, hayatiyeti ile Ruhu Azam adını alan bu muhteşem varlık, Hazreti Muhammed(sav)’in hakikatidir. O zat, genel anlamda Rasullerinin tümünü temsil eder. O zat, tüm rasullerin temsil ettiği yüce değerlerin en üst seviyede kendisinde toplandığı, insan için zirve olan ve insanın yaratılış GAYESİNİ temsil eden bir büyük yaratılışır. Onun hakikati, tam manası ile, “Allah için” olan, Allahtan ve Allahın olan bir Gaye ve Ruh-Rasuldür.



Canım kurban olsun senin yoluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed

Şefaat eyle bu kemter kuluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed





Dört caryar anun gökçek yaridur

Anı seven günahlardan beridur

On sekiz bin alemin sultanıdur

Adı güzel kendi güzel Muhammed




Aşık Yunus nider dünyayı sensiz

Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz

Sana uymayanlar gider imansız

Adı güzel kendi güzel Muhammed





Hak yarattı alemi,aşkına Muhammed'in
Ay ü günü yarattı,şevkine Muhammed'in
Ol! dedi oldu alem,yazıldı levh ü kalem
Okundu hatm-i kelam,şanına Muhammed'in


Ferişeler geldiler,saf saf olup durdular
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Havada uçan kuşlar,yaşarıp dağ ü taşlar
Yemiş verir ağaçlar,aşkına Muhammed'in





İmansızlar geldiler,andan iman aldılar
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Yunus kim ede methi,över Kur'an ayeti
An! vergil salavatı,aşkına Muhammed'in




Tüm rasullerin özelliği, onda toplanan özelliklerden birinin temsili ve ifadesidir. O zulümsüz, bütün bir nur ve mana olan asli gayedir. O, tüm mevcudatın Rasulü, sebebi, mevcudatın ve mevcudatın bir özü olan ademin yaratılış gayesidir. O, güzelin mazharı ve “Allah için” olan SEVGİLİDİR. Allah ona, “seni yaratmasaydım eflaki yaratmazdım” demişir. Et-Tin Suresinde, “Ahsen-i Takvim” olarak belirtilen O’dur. Yeryüzü İnsan-ı Kamilleri ise, O’nun vekilleridir. Ve insanlara bu ozelliğe erişme yeteneği verilmişir. Tasavvufi eğitim işe bu yeteneği gelişirerek talipleri,kendi yetenekleri ölçüsünde İnsan-ı Kamil yapma eğitimidir.

Böylece bütün evrenin, Allah isimlerinin manaları olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.Yunus,

"İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi, kendi nihan içinde."

diye başlayan şiirinde, özümüzde Allah'ın bulunduğunu şöyle ifade ediyor:

"Sayrı olmuş iniler, Kur'an ününü dinler
Kur'an okuyan kendi, kendi Kur'an içinde.

Başan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma güman içinde

Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrına
Aşk ile gider iken iz buldum can içinde."

İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, çok güzel bir yoldur . İnsana da şah damarından daha yakın, ruhunun, canının ta içindedir.


"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak
Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."

"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen
Aynadır görenlere ol gönüller içinde."

Yunus Emre, gizli ve örtülü olanın Allah değil insan olduğunu şöyle ifade ediyor:

"Yunus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan
Gelsin beri dosta giden; hur-u kusur Burak nedir?"

"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Suretime can olanı kimdurur (ben) bildim ahi.
...
İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani
Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi.
...
Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.

Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum
Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi.
...
Yunus kim öldürür seni, veren alır gene canı
Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi"

Kişinin gönlünde HAK'kı görebilmesi için cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi denen üç ilke vardır. Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz çevirip Allah a yönelme, İkincisi Allah'dan başka bir varlığı sevmeme, Allah ın ancak sevgiyle bilinebileceğine inanmaktır. üçüncüsü de Allah gerçeği sırrına varmadır. Bunun da üç kuralı vardır.

a) Bütün eylemleri yok sayarak yalnız Allah ı düşünmek, bütün eylemlerde Allah dan başka bir varlık olmadığına inanmak.

b) Bütün niteliklerin Allah dan geldiğini kavramak, Allah dışında bir niteliğin bulunamayacağı kanısına ulaşmak.

c) Allah özünden başka bir öz bulunmadığı sonucuna vararak kendi varlığının yokluk olduğunu bilmek.

Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem

Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem

***

Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm

Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem

***

Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan

Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem

***

Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan

Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem





Yunus, evrenle kaynaşmışır, her nereye baksa orada Hak'kı müşahade eder. Orada son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma, Allah'ın tecellilerini bir başka gözle görmektir.Evrende asıl olan aşktır, sevgidir. Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir parça aşk bütün evrenlere yayılmışır. Allah'ın oluşu idare eden sevgisi bütün varlık ve olaylarının en içine, onu karakterize edecek şekilde yerleşmişir. Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak için, her şeyin özüne doğru gidilmelidir. "Fena mertebesi"ne ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar içerisinde, ama bütün zaman ve mekanlarda, bütün varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Nihayet , "sonun başlangıçla birleşiği safha" ya geçilir.

"Beli" kavlin dedik evvelki demde

Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat

**

O Makam zaman ve mekanın olmadığı hiçlik , yokluk makamıdır ki ,orada sadece Allah vardır.

Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu

La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun

Anlaşılır ki bilinen tüm mekan ve zamanlar izafi ve zan imiş sadece tek bir "An" varmış.

“Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu işe bu an da o andır” Hz Ali.

ÖZETLERSEK;

Sadece O vardı. Bilinmeyi istedi bunu sevgiyle varlık haline getirmeye karar verdi ve uyguladı. Bütün alem, maddesi ve manasıyla var oldu. Mekanın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu. BaÃ?­zıÃ?­ları buÃ?­na genesis, bazıları yaratılış, bazıları da Big Bang der. Bu ilk yaratılış belli bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekan yoktu; belli bir zamanda da olmadı çünkü ondan evvel zaman yoktu. Bu seÃ?­bepledir ki, bizim ölçülerimize göre değerÃ?­lendirmek için zihnimizi zorlarsak, yaratılış her yerde ve her zaman oldu, olmakta ve olacak; Big Bang asla bitmedi, bitÃ?­meyecek, ta ki yaratılanların farklılıkları bitip de her şey aynı hale gelinceye kadar. Bazıları bu farklılıkların azalması, her şeyin sürekli dağılıp gitmesi vakıasına entropi der. Çünkü var oluş ancak farklılıkla, izafiyetle mümkün ve farklılıklar ortaÃ?­dan kalkınca ne zaman kalacak, ne de mekan. Bazıları bu mukadder hadiseye kıyaÃ?­met der; ne zaman kopacağı sorulduğunda "ölçüÃ?­lemeyecek kadar uÃ?­zun bir süre sonra" cevabını verirler çünkü o olduğunda ölçüÃ?­lecek zaman kalmayacaktır. üstelik Big Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mana alemi her an yeniden yok olup varlığa kavuşmakta. Böyle olduğu için de mazi, hal ve ati hep aynı, O hepsini biliyor ve her şey zaten O'nda. Bazıları "yaratılışa ne gerek varÃ?­dı, O'nun ihtiyacı mı vardı" diye sordular zaman zaman; halbuki yaratılış kaçınılÃ?­mazdı çünkü bütün bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve güÃ?­zellikle dolu O'nun bu vasıflarının bir yansıması, bir yanılsaması sadece; haÃ?­kiÃ?­katte ne yaratılış var, ne de yaratılmış. Zaten her şey O! Bu mutlak hakikati kalbinde hisseden Hallac-ı Mansur diye birisini, yaşadığı ruh halini konuşma lisanının kifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dini-dar olanlar yaktılar.

O sevgi ve bilgi olduğu için, kainatı da sevgi ve bilgi ile yönetti. Big Bang'den sonra her şey sonsuzca dağılıp yok olaÃ?­cağına, kümelenerek maddeyi ve enerjiyi oluşurdu. Zaten madde ile enerji denen yaratıklar aynı şeydiler. En küçük zerrelerden sonÃ?­suz bütünlüğe kadar bütün evren bilginin düzeni içeÃ?­risinde sevÃ?­giyle birbirine yaklaşı. Bazıları buna gravite, zayıf güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar; Einstein diye birisi hepÃ?­sinin aynı gücün yansımaları olduğunu göstermeye çalışı, hatta “Tanrı’nın formülünü bulmak üzereyim” gibi, bazılarına çok ters gelen laflar etti. Nötronlar, atomlar, moleküller, gök ciÃ?­simleri, yıldızlar, gezeÃ?­genler oluşu. Bazıları bunlara kapalı ve açık sistemler dediler.

En azından bir tanesinin varlığından emin olduÃ?­ğumuz bazı geÃ?­zegenlerde oksijen, karbon ve azot denen elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleşiler ki, organik moleÃ?­külÃ?­ler teşekkül etti, sonradan bunlar bazılarının koÃ?­zervat deÃ?­dikÃ?­leri canlılık öncesi oluşumlar haline geldiler. Daha sonra bunÃ?­lara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can verildi. Bazıları buna ruh, bazıları soul, bazıları spirit, bazıları başka isimÃ?­ler verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk, rüzgar veya gölge anlamına gelen köklerden türedi çünkü canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bir cevher olduğu düşüÃ?­nülÃ?­dü. Can, O'nun mahlukatın bir kısmına bahşettiği bir ayÃ?­rıÃ?­calıktı adeta ama, evrimin kaçınılÃ?­maz özelliği olarak, canlılıkla cansızlığın sınırları da kesin değildi. Bazılarının virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu belirsiz sınırda yerlerini aldılar. Bazılarının canlıları en mütekamil açık sistemler olarak tanımlamaları, yani entropiye karşı çıkarken (negentropi yaparken) çevreÃ?­deki entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik açıdan çoğu kişinin işine yaradı ama ekserisi düşüÃ?­nemedi ki, kainatın kendisi en büyük açık sistemdi ve eğer canlılığın tarifi buysa, hareketlilikse, reaktiÃ?­viÃ?­teyse, malzemeyi alıp kendi işine yarayacak şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve eninde soÃ?­nunda gene entropiye mağlup düşüp dezorganize olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel şekilÃ?­de uyan yaratık kainatın ta kendisiydi. Yani can her yerdeydi, ruh her şeydeydi.

Canın ne olduğu, mahiyeti gibi sualler pek çok zihni binlerce yıl meşgul etti. Halbuki can, mutlak hakikat olan O’ndan, sadece ve sadece O’ndan başka bir şey değildi. Bunu insan beyninin kavraması mümkün olmadığı için, gönderdiği kutsal kitaplarda değişik isimlerle candan bahsetti ama ne olduğunu anlatmadı; Kur’an-ı Kerim isimli kitabında ise insanların bu mes’eleyi kavÃ?­raÃ?­yaÃ?­mayacaklarını açıkça beyan etti.

Daha güzele ve bilgiliye doğru yolculuk devam etmeliydi tabii ki, öyle de oldu çünkü O, kendinin suretini, yanÃ?­sımasını yaÃ?­ratmak istiyordu. Tek hücreliler, zamanla, birÃ?­leÃ?­şerek daha karmaşık çok hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza eÃ?­dilmesi daha zor ama gelişmiş büyük canlıları husule getirdiler. Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin hep zıddıyla kaim olması gerekiyordu. Elektronun pozitronu, cansızın canlısı, dirinin ölüsü, erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi... gibi sonsuz sayıda zıtlıklar oluşu. Bazıları buna diyalektik deÃ?­diler.

O’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve cehalet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemez oluşu. Doğum ölümle, iyilik kötülükle, merhamet zulümle, sıhhat hastalıkla, barış savaşla zıtlaşı. Bütün bu kötü gibi görünen var oluşlar aslında evrimin devamı, daha iyiye ve güzele akışın temini için gerekliydi. Bu temel espriyi fark edemeyen bazıları şeytanı O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hatta tapındılar. Halbuki bütün bunlar sadece ve sadece insan için mevcuttu; insansız alemde her şey biteviyeydi, şeytan da kötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini aşmaya mahkum ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber var oldu. Bazıları Mekke isimli şehirde taşlar atarken orada gerçekten şeytan diye bir varlığın bulunduğunu, bu suretle onu zayıf düşürdüklerini sandılar; halbuki kendi içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı, kendi ruhlarını temizliyorlardı. O, aynı şehirdeki çok eski bir mabedi (Kabe) bütün kendisine inananların teveccüh edecekleri, ibadet ederken yönelecekleri merkez ilan etti. Mevlana gibi mutasavvıf denen bazıları haricindeki kişiler düşüÃ?­nemediler ki, bir an için o bina ortadan kalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh etmekteydiler günde beş kez... Yani insana, O’nun suretine, yansımasına; O’na! Bazıları bu aşkın fikir ve gönül zaÃ?­viÃ?­yesini, her şeyin başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başka kıymet hükmünün bulunÃ?­madığını vehmeden hümanizm isimli f


____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 1
« Ön  Diğer »        print
Yukarı git


mxBoard, © 2006 by pragmaMx.org, based on eBoard, XMB and XForum

Giriş

Kullanıcı Adı:

Şifre:

Sprache
Arabirim Dilini Seçin:

Almanca Fransızca Türkçe İngilizce
Son 5 Bilgi
Happy Birthday


Bugün hiçbir kullanıcımızın doğumgünü yok!
Etkinlik Takvimi
Aralık 2024
  1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31  

Fuarlar
Toplantilar
Konserler
Festivaller
Kültür Sanat
Anma Günleri
Dogum günü
Dini Bayramlar
Özel Günler
Resmi Bayramlar
üye Puani
  1. Rojin: 10 976 Puanlar
  2. asliyok: 4 432 Puanlar
  3. HarmanYeli: 4 396 Puanlar
  4. KizilZora: 2 048 Puanlar
  5. life23: 1 675 Puanlar
  6. gokkiz: 1 657 Puanlar
  7. BirNefes: 1 048 Puanlar
  8. Erasmus: 984 Puanlar
  9. -Pozan-: 785 Puanlar
  10. Siyahinci: 623 Puanlar
Son Şiirler
SAKLI SEVDAM
(8098 okuma)
Hatırlarmısın .!
(11182 okuma)
Mektup......
(11996 okuma)
ANADOLU GARIBI
(12021 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(11783 okuma)
YAŞAMAYA DAİR
(12011 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(12176 okuma)
TOP Download
  1. AntiVir Personal - Free Antivirus
       [Hits: 979 x]
Link ler
  1. VOLKAN KONAK
  2. Yusuf Hayaloglu
  3. Full dizi izle

Bu sitedeki tüm logo ve markalar sahiplerinin malıdır. Diğer detayları Künye bölümünde bulabilirsiniz .

Haberlerimizi RSS kullanarak yayınlayabilirsiniz.

Bu site pragmaMx 0.1.11 tabanlıdır.

Yorumlar yazarların sorumluluğu altındadır,
geri kalan her şey © 2004 - 2024 by Dostsesi - Stimme der Freundschaft