asliyok
Member
tasavvufda yunus emre;
Yunus EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup
yaşadığı ve yaşattığı inanç
sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan
gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan
tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah
bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamışır,
tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi,
benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve
alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki
tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir
hareket,iş,oluş
fiil) onun güzel isimlerinden birinin
belirişidir.
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
***
Başan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm
varlıklar onun varlığının değişik
suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları
yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var
zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında
olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi
yanıltır ve çoklukta
yaşadığımızı var sandırır.
Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve
herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının
(isimlerinin) manalarıdır. Manaların
yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk
oluşmuşur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı
ayrı varlıkların var sanıldığı;
gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının
müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in
yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i
vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan
evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa,
Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün
(Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud,
ümmül Kitap (Kitabın Anası
,Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrail ağyar iken.
Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
adem, Havva kandaydı, biz onunla yar iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nur dağın yaylar iken."
"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezeli vatandayıdım.
Kalu bela söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu divandayıdım."
"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i
sultandayıdım."
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve
varlığını üç isimle belirlemiş
taayyün ve tecelli ettirmişir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci
tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da
bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SüLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci
Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha
(Sınır Ağacı
ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk
Alemi:üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His
ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid
(Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı
Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde
yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden
maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait
olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği
görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır:
Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve
Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve
yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların
Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim
sırrımdır" sözünün bir
hükmüdür.Varlığın başlangıcı
ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki
sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir.
Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura
getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül
etmişir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın
kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani
varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi
(Aşık olması sonucunda batının zahire
çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların
bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi
ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve
vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda
zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki
mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen)
cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları
(ışıkları
ve ilahi olaylar bilinmişir.Daha sonra şekil ve renkler
görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşuracak
şekilde birleşiğinde isimler meydana
çıkmışır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve
böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmişir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı
bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin
belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa
ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan,
mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında
geçen Keşfül Gıta kasidesinde ;
"Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada... "
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her
şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı
bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zatına
duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve
Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup
sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı,
Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra,
en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek)
oluşmuşur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh,
4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine
kurulmuşur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana
gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri
esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin
hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına
göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir
duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü
böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader
çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle
yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin
gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmişir. Ve
kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o
biçimde programlanmış olarak vardır. ”
Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür.
Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün
eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin
başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz
varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için
insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade
edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek
varlığını ve birliğini ortaya koymuş
Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı
açıklamışır.Biraz daha açarsak; "La ilahe"
demekle sıfatının belirişinden önceki
varlığını gizli olan Rablığını
açıklamış,"illallah" demekle de varlığı
tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini
ifade edilmişir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi
sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının
yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu
alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı
bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında
bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım
içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. "Muhammedün
Resulullah" ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve
tasdik edilmesini istemişir.Hükmünün
icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu
da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek
sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız
Allah'ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız.
Allah'ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar,
hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir
kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların
sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın
nurunu görür ve orada erir.
"Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni " ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine
ait bir varlığı olmadığı,
varlığın Allah'a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu
yaşam biçimine dönüşürmek ise Vahdet'tir.
İnsanı Allah'a karşı perdeleyen en büyük
şey, onun kendi varlığıdır. Allah,
apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir
apaçıktır! Allah'ın zatı sıfatlarda,
sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya
çıkmaktadır. Allah bütün
yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve
onları sürekli yönlendirmektedir. O "göklerin ve
yerlerin nuru" (Kuran-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O,
her an, her yerde tecelli etmektedir. "O her an yeni bir şe'ndedir."
(Kur'an-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve
değişim onun kudreti ve iradesinin
açılımıdır. Allah bütün evrende, bir
taraftan her varlığın en küçük zerresinin
içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük
olayların her anını idare eden bir mutlak varlık
halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve
sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mana,
enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır.
Allah kavramı, mananın bile özünde mütalaa
edilmelidir. Bu idrake, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve
Allah isminin manası rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da
ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
"Feeynema tuvellu fesemme vechullah" (Bakara/115) (Her ne yana
dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i
yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına
gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek
mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid
(tek) olan manadır. Mana ise, beş duyunun ötesinde,
basiretle algılanabilir. Basir isminin manası, bireyin kendi
Vech'ini görebilmesine vesile olur.
"Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile
tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık
O'dur)
"Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd"
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) "Ve fiy
enfisukim efela tubsirun"(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hala
görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mananın en güzel tarifini,
İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahad'dır. Allah
Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven
Ahad'dır." .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi
parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün
olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan
beridir. O, ancak Mahlukatın ihtiyacını karşılar.
Doğmamışır, herhangi bir varlık O'nu
doğurmamışır. O da herhangi bir şeyi
doğurmamışır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur,
çünkü O; VAHİDü'L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci manada "la
ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci manada ise, var olduğunu
kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla
kaimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. "Ayrı
ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm”
Hz.Ali(r.a) , “Görmediğim Allaha ibadet etmem”
Hz.Ali(r.a)
"..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.."
(Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim).
Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan
almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir.
Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura
çıkması ile ‘Halife’ adını
almışır. Halifenin müstakil bir varlığı
yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm
özellikler onda mevcuttur. Bu ayeti ve yapılan yorumları
Et-Tin Suresindeki bir bölüm ayetle
özdeşleşirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel
insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn"
(95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra
onu aşağıların aşağısına indirdik).
Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan;
mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi
cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kamil'dir.
Bizim bildiğimiz manada, bir suretle var olan ve
‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un,
(İnsan-ı Kamil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik
alemi ve insan meydana gelmişir. Bilinen anlamdaki insanın, bu
Ruhu tüm kemalatı ile algılaması, "Halife"
adını almasına neden olmuşur.
Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni. (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem
deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben
gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yunus
Emre tarafından dile getirilmişir.
"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen “
ve "Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem."
"Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"
***
"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."
***
"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile
olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle
Hakk”.
***
"Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?"
***
Başan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel
bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz.Şöyleki; Bugün,
bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt
bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan
beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım
görüşler ortaya atılmaktadır. 1940'lı
yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler
yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı
ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare,
kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı
alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin
yüzde 98'i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu
eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını
şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin
holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu
husustaki çalışmalarına ağırlık verdi.
1960'lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir
yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi.
Pribram'a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak
çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu,
peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan
neydi? Görünen dünya mı, beynin
algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte
bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza
göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan
meydana gelmişir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur,
her yer doluluktur. ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı
parçacıklarla ilgili araşırmaları neticesinde
Evren'in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı.
Bohm'un en önemli tesbitlerinden biri, günlük
yaşantımızın gerçekte bir holografik
görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve
sınırsız "TEK" bir holografik yapıdır ve
parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli
kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini
düşündüğümüzde, esasında çok
farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz.
üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir
kısmı yaşadıkları bu hakikatı
dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise,
içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun,
bir tarzda açıklamaya çalışmışır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz
Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir
Şimdi biz bir takım bilimsel verilerin
ışığı altında, onların bir zamanlar ne
demek istediklerini daha iyi anlayabilmekteyiz. Hologram prensibi,
tasavvufun anlatmak istediğinin, kısmen de olsa daha iyi
anlaşılabilmesini sağlamışır. Genel anlamda
TüM'ün sahip olduğu bütün özelliklerin
boyutsal olarak her birimde nasıl mevcut olabildiğini
açıklar. Bu ifade tarzının anlaşılması
ile, bizden ayrı, ötelerde olduğu
düşünülen Tanrı imajı yıkılarak,
gerçek "Allah" kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu
noktada tasavvuf ile hologramın ne olduğu hakkında kısa
bir bilgi verelim, sonra da birleşikleri noktaları tespit etmeye
çalışalım.
Tasavvuf, tek bir varlığı ve bir hakikatı tüm
boyutları ile inceleyen bir felsefedir diyebiliriz. Bu felsefenin
temeli düşünceye dayanır, Düşünme
neticesi tespit edilenler ise, bizzat yaşanır. Kur'an'ın ve
hadislerin anlaşılabilmesi, tasavvuf erlerinin, verdikleri
ipuçlarının çözülebilmesi,
değerlendirilebilmesi için, bu felsefenin bilinmesi mutlak olarak
zorunludur. Hologram ise, en kısa tanımıyla üç
boyutlu görüntü kaydetme yöntemi'dir. Hologram
tekniğinin en önemli özelliği, hologram plakasına
cisimlerin görüntüsünün değil; o
görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin
kaydedilmesi, dolayısıyla hologram plakasının en
küçük parçasının bile,
Bütün'ün tüm bilgilerini içerebilecek kapasiteye
sahip olmasıdır. Bu tekniği kısaca şu şekilde
anlatabiliriz:
Bir lazer kaynağından gelen ışın, yarı
geçirgen bir ayna tarafından ikiye ayrılır. Bu
ışınlardan biri, hologram plakasına doğrudan
ulaşır, öbürü ise görüntülenmek
istenen cisme yöneltilir ve oradan yansıyarak hologram
plakasına varır. Hologram plakasına doğrudan gelen
lazer ışını ile cisimden yansıyarak gelen lazer
ışını, bu plaka üzerinde bir girişim modeli
oluşurur. Böylece cismin görüntüsü
kaydedilmiş olur. Daha sonra, kayıt sırasında
kullanılan frekansta ve aynı açıdan yeni bir lazer
ışını ile hologram plakası
aydınlatılacak olursa, görüntülenen cisim,
üç boyutlu olarak odanın içinde canlanır. Plaka,
kendisine gelen ışınları tıpkı
görüntüsü saptanan cisim gibi
yansıtacağı için, görüntü net ve
eksiksiz olacaktır. Beyin hücreleri dediğimiz nöronlar
da, tek tek birer mini hologram gibidirler ve gelen impalsları
frekanslarına ayırarak algılarlar. Her bir hücrenin
etkinliği, kendi içinde bir dalga boyu oluşurmaktadır.
Bir sürü hücrenin dalga boylarının birbiriyle
girişim yapmalarından oluşan holografik model, bizim
beş duyuyla algıladığımız
görüntüyü ortaya koymaktadır. İnsan beyni de
pek çok mini hologramdan oluşmuş büyük bir
hologram olarak düşünülebilir. Çünkü
beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenek
ve kabiliyette var olmuşur. Ancak, kozmik programlanmadan
sonradır ki, hücreler özelleşerek kendilerine ait
işlevleri meydana getirirler.
Bu açıklayıcı bilgilerden sonra, dini verilerin de
ışığı altında beynin nasıl
programlandığını düşünelim...
Kişinin "Ayan-ı Sabite" denilen, sabitleşmiş ana
programını oluşuran yüz yirminci gündeki kozmik
ışınlar, meleki tesirler ile yedinci ve dokuzuncu aylarda ve
nihayet doğum anında alınan tesirler ile beyin
programlanmaktadır. Zaten insan, Allah isimlerinin
manalarının bir terkip halinde oluşmasıyla meydana
gelmiş bir birim. Ve bu kemalatın genetik verilerle insandan
insana nakledilmiş olması dolayısıyla, bu doksan dokuz
isim her insanda mevcut. (Bakara 30-31) Ayrıca İnsan, Zat,
Sıfat, Esma ve Ef'al boyutlarını özünde bulunduran
bir birim. Hologram prensibinin en önemli özelliği, her
noktasının bütün cismin
görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın her
noktasına cismin her tarafından ışın
dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram
plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile her parça
bütünün bilgisini içinde taşımakta ve
gerektiğinde bütünün tam
görüntüsünü tek başına vermektedir.
Şimdi, bu verilerle şu sonuçlara ulaşabiliriz:
Görüntülenmesi istenen cisimden yansıyarak gelen lazer
ışınının hologram plakasına cismin
görüntüsünü kaydetmesi gibi, insan beyinleri de,
doğum öncesi ve doğum anında, kökeni meleklere
dayanan burçlar olarak tabir ettiğimiz sayısız
takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla
programlanmış oluyor. Nasıl benzer frekanstaki
ışınları plakaya gönderdiğiniz zaman cisim
üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa,
Burçlardan ve Güneş sistemindeki planetlerden gelen
ışınlar da, o programlanmış olan insan beyinlerini
etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda
çeşitli fiillerin, davranışların ve
düşüncelerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadırlar.
Aslında plaka üzerinde görülen üç boyutlu
cismin gerçekte bir varlığı yoktur, dalga
boylarının oluşurduğu bir modeldir (ya da hayaldir) biz
onu var gibi görmekteyiz. Bunun gibi, insan beyni de bu noktada
tıpkı bir hologram gibi çalışmaktadır ve biz
beş duyumuzun kapasitesi gereğince kendimizi bir birim gibi kabul
edip, çevremizde gördüğümüz her şeyin de
varolduğunu sanırız. Gerçekte, o hologram
plakasındaki görüntünün bir gerçekliği
olmadığı gibi, çevremizde görüp var kabul
ettiğimiz bir takım şeylerin de bir varlığı
yoktur. Fiil diye algılananlar tamamiyle manalardır. Tasavvuf
erleri bu anlamda "eşyanın menşe-i"ni
düşünmek tevhiddir demişir. Her mana ise, belli
frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni
algılamaktadır.
Buradan hareketle, makro plandaki Evren de tıpkı beyin
hücreleri gibi, kökeni kuantsal enerjiden ibaret bir hologramik
yapıdır. Mutlak manadaki Evreni bir an için, hologram
plakası gibi düşünün. Sonsuz,
sınırsız tek olan Allah, kendindeki manaları seyretmeyi
dilemiş ve bu manaları çeşitli şekillerde
terkiplendirerek sonsuz sayıda varlıkları meydana
getirmişir. Fakat bu varlıklar, o tek varlığın
ilmiyle ve ilminde yoktan var ettiği ilmi suretlerdir. Bu yoktan var
ettiği bütün birimler, O'nun ilmiyle, O'nun ilminden ve
O'nun varlığından meydana gelmiş olması nedeniyle,
o varlıklarda kendi varlığının
dışında hiçbir şey mevcut değildir. Tasavvufi
anlatımla da olsa evren tek bir ruhtan meydana gelmişir ve
evrende mevcut olan herşey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu
ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle,
ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşe bu evrensel ilim,
güç ve irade hologramik bir şekilde Evrenin her
katmanındaki her birimin, her noktasında mevcuttur. Bu
gerçeğe ermişlerin, "Zerre küllün
aynasıdır" şeklinde anlatmaya
çalışığı konu, mutlak bir iradenin
yanında bir de irade-i cüz'iyenin var oluşu şeklinde
anlaşılmışır.
Sizin vücudunuzun her zerresinde o kozmik güç, ilim ve irade
aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz
bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman,
ötelerdeki bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi
varlığınızdakinden, Öz'ünüzden
istiyorsunuz. Yani Öz'ünüzde mevcut olan Allah ilmi, kendi
dilemesiyle ve kendi kudretiyle isteğinizi açığa
çıkarıyor. Holografik yapının önemli bir
diğer özelliği ise, zaman ve mekan kavramları
olmaksızın, geçmiş, şimdi ve gelecek diye
bildiğimiz her şeyi yani tüm bilgileri bir arada
bulundurmasıdır. Zaman, mekan, geçmiş, gelecek diye
algılananların hepsinin algılayanın kapasitesinden
kaynaklanan göreceli değerler olduğu, bir kez de hologram
prensibi ile destek görmüşür. Tüm'ün bilgisi,
her zerrede özü itibariyle mevcuttur ancak: zerrenin de o
tüm bilgiyi değerlendirebilmesi, mevcut kapasiteyi
kullanabildiği ya da açığa
çıkartabildiği orandadır. Levh-i Mahfuz, "kesreti" yani
çokluk kavramlarını meydana getiren Esma Terkiplerinin "kaza
ve hüküm", bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki
"hüküm ve takdirin" fiiller alemine yansımasıdır.
Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm
varoluş gerekçesiyle mevcuttur. Burada zaman ve mekan
kavramı olmaksızın ezelden ebede kadar her şey bilgi
olarak mevcuttur. İşe bu Levh-i Mahfuz alemlerin
aynasıdır ve evrenin geni hükmündedir. Evrende ve onun
boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş olan tüm
varlıklar, Levh-i Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle
meydana gelmişlerdir. Burada mevcut olan her birim, galaksiler,
burçlar, güneşler, planetler ve dünya üzerindeki
her şey varlığını Allah'ın
varlığı ile vardır. Ve her biri kendi boyutunun
algılayıcısına göre vardır. Gerçekte var
olan, sadece ve sadece tek'tir, varlık Vahidül Ahad olan
Allah'dır. Evrende mevcut olan bu mana suretlerinin hepsinin de tek'in
tüm özelliklerini içermesi ve müstakil bir
varlıklarının, mevcudiyetlerinin olmaması ve Allah her
zerrede zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla mevcut
olduğu içindir ki, evren de holografik özellik
göstermektedir. Bunu tespit eden ermişler de "Alemlerin aslı
hayaldir" diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir. (Bu
yazıda Hologram ile ilgili bilgiler, Michael Tablot’un
Holografik Evren isimli kitabı ile Bilim ve Teknik dergisinden
alınmışır.)
Bu arada bir günlük gazetemizin yazarından (Türker
Alkan)konuyla ilgili olduğu için alıntı yapmak
istiyorum. " Kuantum fiziği atomaltı parçacıkların
incelendiği bir alan. Son yıllarda bu alanda yapılan
çalışmalar şaşırtıcı sonuçlar
veriyor. Evrene bakışımızı kökünden
değişirecek önermelerle karşılaşıyoruz.
Bildiğiniz gibi dört boyutlu bir dünyada
yaşıyoruz. En, boy, yükseklik ve zaman. Olayın
çarpıcı niteliğini göstermek için
şöyle düşünebiliriz: Sadece iki boyutun
bulunduğu ve zamanın olmadığı bir dünyada
yaşayanlara üçüncü boyutu ve zamanı
nasıl anlatabilirdik? İki boyutlu dünyanın
insanları ne kadar 'Olmaz öyle şey' diyecekse şimdi biz
de benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Bitmedi.
Kuantum fizikçilerine göre evrende 11 boyut varmış!
Daha 'zaman' kavramının 'boyut' olarak ne anlama geldiğini
kavrayamadan yeni boyutlarla nasıl baş edeceğiz,
bilmiyorum.Kuantum fizikçilerine göre bir cisim aynı anda
birden fazla yerde bulunabiliyor. Hayır, iki veya üç
değil, tam 3 bin yerde bulunabiliyor! Evreni
sağduyularımızla algılamanın getirdiği
sınırlamaları düşünmemiz gerekiyor. Daha
çarpıcı iddiaları var kuantumcuların. En
şaşırtıcı önermelerden birisi, insan
düşüncesiyle maddelerin etkilenebileceği,
biçimlenebileceği önermesidir. Japonya'da yapılan bir
araşırmada, iyi ya da kötü sözlere muhatap olan su
moleküllerinin, söylenenlere paralel olarak, güzel veya
çirkin biçimler aldığı görüldü.
İnsanın düşüncesiyle evrenler
yaratacağını, paralel evrenler olabileceğini ileri
sürenler bile var. Teolojik bakımdan da önem
taşıyan bir iddiaya göre ise tüm evren bir tek
varlıktır! Tek bir zihindir. Bu görüşe göre
'başkasının zihnini okumak' anlamında 'telepati'
yoktur. Çünkü insan zihni zaten ortaklaşa bir zihnin
parçasıdır. Evrende olup bitenleri bilmektedir!
İlginç buluşlardan birisi, bilim adamları
tarafından gözlenen elektronların, gözlenmeyen
elektronlardan farklı davrandıklarıdır. Elektronlar
sanki gözlendiklerini biliyormuş gibi hareket ediyorlar! Bir
atomaltı parçacığını ikiye ayırıp
evrenin iki ucuna yerleşirsek, iddiaya göre, bu iki
parçacık sanki ayrılmamışlar gibi, aynı
hareketleri yapacaktır. Çünkü evreni oluşuran
mesafe görünüşen ibarettir. Ve tabii zaman izafidir,
zaman içinde seyahat mümkündür. Bunları
söyleyenler rastgele kişiler olsa güler geçersiniz. Ama
karşımızdakiler dünyanın en saygın bilim
adamlarıdır. Kuantum fiziğinin
düşündürdüğü birkaç nokta
önemli. Birincisi, evrenin 'birliği' fikri ki bizi Doğu
felsefesinin binlerce yıl önce söylediği
düşüncelere geri götürmektedir. İkincisi,
geleneksel 'materyalist' düşünceye karşı,
'idealizmin' destek bulduğu bir evreni betimlemektedir. Ki kimse
fizikten böyle bir sonuç beklemezdi"
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
**
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
Alemdeki varlıkların oluşumu her an devam etmektedir. Allah
katında zamanın ve mekanın bir anlamı yoktur; Tek bir
an vardır ve o an devr-i daim ederek, Allah'ın kudret ve
iradesine göre şekillenmektedir. Başlangıç ve
bitiş zamanı aynıdır. Oluşlar noktanın
sürekli deveranıdır. Var oluş konusunda üç
durum söz konusudur; Birincisi mutlak varlıktır. “Var
olmak” kendisidir. Onun yüce zati sıfatıdır.
İkincisi mutlak yokluktur. Sadece mutlak varlığın
bilinmesi için mefhum olarak ortaya
çıkarılmış durumdur. Yoktur.
üçüncüsü mümkünattır yani
mevcudattır. Varlık verilenlerdir ki; var olabilirde, var
olmayabilirde. Bu mevcudatın varlığı, kendinden menkul
değil, varlığını verene aittir.Bu mevcudatın
iki yönü söz konusudur. Birincisi varlıktan gelen ve
ona ait olan varlık yönüdür. ikincisi ise
varlığı kendinden olmamakla kendisine ait olan hiçlik -
yokluk - çirkinlik - ayıp - terslik yönüdür. Bu
mevcudatın benzeri, eşi, dengi veya zıddı olur.
İlim şehrinin tanıtımı burdadır.Yokluğun
ortaya çıkarılması, varlığın bilinmesi
içindir. Çünkü bu boyutta (mevcudat içinde) her
anlam karşıtı ile bilinir. Tasavvufta nokta, ahadiyete
işaret eder. Vahidiyetin batını AHADİYET, zahiri
RAHMANİYET'tir. Ne dün vardır ne de yarın! Evren her an
oluş halindedir. "O her an yeni bir şe'ndedir" (Kur'an-ı
Kerim 55/29).
Varlıkların özünde Allah olunca, tabiatta
iyi-kötü, hayır-şer olamayacağı gibi,
ölüm diye bir şey de yoktur. Var olmak ve yok olmak
aslında bir değişimdir. Varlık ve yokluk da bize
göredir. Gerçek anlamda ölüm yoktur.
Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez
bakidir
Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir
Ölümden ne korkarsın çünkü hakka
yararsın
Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir
***
Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik
Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır
Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ (Herşey döner -Haktan gelen
hakka dönecektir-) aslıdır
Bütün oluşların temelinde Allah vardır; bize
bizden yakın olması, yaptığımız her şeyi
bilmesi bundandır. Bizim her şeyi kendimiz yapıyormuşuz
gibi, başka varlıkların başka şeyler
yapıyormuş gibi görünmeleri sadece bir hayaldir.
Aslında herşeyi yapan Allah'tır; Kur'an'da Hz.
Muhammed(S.A.V) 'e "Attığın zaman sen atmadın, lakin
Allah attı." (22/17) ifadesi vardır. Burada da sureten Hz.
Peygamberin attığı, ama gerçekte işi yapanın
Allah olduğu ifade edilmektedir.
Tasavvuf'da ; yaratılmış olan herşey insan
içindir. Mutasavvıflar, evrenlerin
yaratılışını sadece Allah'ın var olup
hiç bir şeyin olmadığı "la taayyün"
devresinden (Hz Ali “Sadece Allah vardı başka hiçbir
şey yoktu"), evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet
mertebesine gelinceye kadarki evrelere kadar incelerler. İnsanın
yaratılmasına kadar evrende çeşitli tabii olaylar
olmuş, birçok canlı türleri gelmiş
geçmiş ve tam insanın yaşayabileceği bir ortam
oluşurulduktan sonra Hz. adem yaratılmışır. Hz.
Muhammed(S.A.V) 'in bedenen gelişi de gene insanların belli bir
olgunluk düzeyinden sonradır. İnsandan önceki
varlık evrenin gayesi, insanın özünü
taşıyacak olan bir bedenin hazırlanması idi.
İnsanlığın gayesi olan bu İnsan-ı Kamil (
Yani Hakk'ın Zahir yönünün aldığı isim )
beden peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) dir. İnsanın
yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha
sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir
konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde
maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre
ayrılmışır. "Asıl"dan madenler, madenlerden
bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek gelişirilmişir
("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve
insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan
seçilip yaratılmışır. Bu, ilk
yaratılmış insan olan adem'de böyle olduğu gibi,
şimdi yaratılmakta olan her insanda da
böyledir.("Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan
gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde
uğrayış varlığına, sonra da güzelim
akıl,fikir, ayırt ediş varlığına geldin"
Hz.Mevlana). Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak
yaratılmışır (Kur'an-ı Kerim 2/30). Allah'ın
halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve
hayırlı yaratmalarına onu temsilen vesile olmak demektir ki
bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması
melekleri bile endişeye sevketmişir. Ama Allah, "Ben sizin
bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın önemini
göstermişir. Varlık evreninin gayesinin insanı yaratmak
olduğunu Yüce Allah,peygamberimiz vasıtasıyla bir
Hadis-i Kutsi ile bildirmişir.”Ben gizli bir hazine
idim,bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere
saçtım.(Ademi yarattım)” .Bu hadisle Allah tüm
evren ve alemleri bilinmek için yarattığını ifade
etmektedir. Bu sözle varoluş şekli
açıklanırken, gizli olanın evrensellik ve adem adı
altında zahir olduğu da anlatılmaktadır. Evren
yaratıldıktan sonra ise sıra kendisini bilebilecek
özellikte bir varlığın
yaratılmasındaydı. Sıradan bir varlık onu
bilemeyeceğine göre ,Bu çok üstün bir varlık
olmalıydı.Ve kendi özelliklerini taşıyan
(Yeryüzündeki halifesi) bir varlık olarak insanı
yarattı (“İnnallahe halake Ademe ala suretihi”
– Allah Ademi kendi suretinde yarattı.) Tabii buradaki insan ile
Insan-ı Kamil kastedilmektedir. Kişiliği yönü ile
İnsan-ı Kamil, hayatiyeti ile Ruhu Azam adını alan bu
muhteşem varlık, Hazreti Muhammed(sav)’in hakikatidir. O
zat, genel anlamda Rasullerinin tümünü temsil eder. O zat,
tüm rasullerin temsil ettiği yüce değerlerin en
üst seviyede kendisinde toplandığı, insan için
zirve olan ve insanın yaratılış GAYESİNİ
temsil eden bir büyük yaratılışır. Onun
hakikati, tam manası ile, “Allah için” olan, Allahtan
ve Allahın olan bir Gaye ve Ruh-Rasuldür.
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Şefaat eyle bu kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Dört caryar anun gökçek yaridur
Anı seven günahlardan beridur
On sekiz bin alemin sultanıdur
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Aşık Yunus nider dünyayı sensiz
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Hak yarattı alemi,aşkına Muhammed'in
Ay ü günü yarattı,şevkine Muhammed'in
Ol! dedi oldu alem,yazıldı levh ü kalem
Okundu hatm-i kelam,şanına Muhammed'in
Ferişeler geldiler,saf saf olup durdular
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Havada uçan kuşlar,yaşarıp dağ ü
taşlar
Yemiş verir ağaçlar,aşkına Muhammed'in
İmansızlar geldiler,andan iman aldılar
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Yunus kim ede methi,över Kur'an ayeti
An! vergil salavatı,aşkına Muhammed'in
Tüm rasullerin özelliği, onda toplanan özelliklerden
birinin temsili ve ifadesidir. O zulümsüz, bütün bir
nur ve mana olan asli gayedir. O, tüm mevcudatın Rasulü,
sebebi, mevcudatın ve mevcudatın bir özü olan ademin
yaratılış gayesidir. O, güzelin mazharı ve
“Allah için” olan SEVGİLİDİR. Allah ona,
“seni yaratmasaydım eflaki yaratmazdım” demişir.
Et-Tin Suresinde, “Ahsen-i Takvim” olarak belirtilen
O’dur. Yeryüzü İnsan-ı Kamilleri ise, O’nun
vekilleridir. Ve insanlara bu ozelliğe erişme yeteneği
verilmişir. Tasavvufi eğitim işe bu yeteneği
gelişirerek talipleri,kendi yetenekleri ölçüsünde
İnsan-ı Kamil yapma eğitimidir.
Böylece bütün evrenin, Allah isimlerinin manaları
olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek
Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.Yunus,
"İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi, kendi nihan içinde."
diye başlayan şiirinde, özümüzde Allah'ın
bulunduğunu şöyle ifade ediyor:
"Sayrı olmuş iniler, Kur'an ününü dinler
Kur'an okuyan kendi, kendi Kur'an içinde.
Başan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma güman içinde
Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrına
Aşk ile gider iken iz buldum can içinde."
İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi
için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, çok
güzel bir yoldur . İnsana da şah damarından daha
yakın, ruhunun, canının ta içindedir.
"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak
Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."
"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen
Aynadır görenlere ol gönüller içinde."
Yunus Emre, gizli ve örtülü olanın Allah değil
insan olduğunu şöyle ifade ediyor:
"Yunus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan
Gelsin beri dosta giden; hur-u kusur Burak nedir?"
"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Suretime can olanı kimdurur (ben) bildim ahi.
...
İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani
Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi.
...
Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.
Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum
Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi.
...
Yunus kim öldürür seni, veren alır gene canı
Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi"
Kişinin gönlünde HAK'kı görebilmesi için
cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi denen üç ilke
vardır. Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz
çevirip Allah a yönelme, İkincisi Allah'dan başka bir
varlığı sevmeme, Allah ın ancak sevgiyle
bilinebileceğine inanmaktır. üçüncüsü de
Allah gerçeği sırrına varmadır. Bunun da
üç kuralı vardır.
a) Bütün eylemleri yok sayarak yalnız Allah ı
düşünmek, bütün eylemlerde Allah dan başka
bir varlık olmadığına inanmak.
b) Bütün niteliklerin Allah dan geldiğini kavramak, Allah
dışında bir niteliğin bulunamayacağı
kanısına ulaşmak.
c) Allah özünden başka bir öz
bulunmadığı sonucuna vararak kendi
varlığının yokluk olduğunu bilmek.
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem
***
Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı
gözüm
Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem
***
Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan
Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem
***
Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan
Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem
Yunus, evrenle kaynaşmışır, her nereye baksa orada
Hak'kı müşahade eder. Orada son derece dinamik, canlı,
sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma,
Allah'ın tecellilerini bir başka gözle
görmektir.Evrende asıl olan aşktır, sevgidir.
Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir
parça aşk bütün evrenlere
yayılmışır. Allah'ın oluşu idare eden sevgisi
bütün varlık ve olaylarının en içine, onu
karakterize edecek şekilde yerleşmişir.
Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan
evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak için,
her şeyin özüne doğru gidilmelidir. "Fena mertebesi"ne
ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın
halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu
evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar
içerisinde, ama bütün zaman ve mekanlarda, bütün
varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Nihayet ,
"sonun başlangıçla birleşiği safha" ya
geçilir.
"Beli" kavlin dedik evvelki demde
Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat
**
O Makam zaman ve mekanın olmadığı hiçlik , yokluk
makamıdır ki ,orada sadece Allah vardır.
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Anlaşılır ki bilinen tüm mekan ve zamanlar izafi ve zan
imiş sadece tek bir "An" varmış.
“Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu
işe bu an da o andır” Hz Ali.
ÖZETLERSEK;
Sadece O vardı. Bilinmeyi istedi bunu sevgiyle varlık haline
getirmeye karar verdi ve uyguladı. Bütün alem, maddesi ve
manasıyla var oldu. Mekanın yaratılışıyla
zaman da yaratılmış oldu. BaÃ?ÂzıÃ?Âları
buÃ?Âna genesis, bazıları yaratılış,
bazıları da Big Bang der. Bu ilk yaratılış belli
bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekan yoktu; belli
bir zamanda da olmadı çünkü ondan evvel zaman yoktu. Bu
seÃ?Âbepledir ki, bizim ölçülerimize göre
değerÃ?Âlendirmek için zihnimizi zorlarsak,
yaratılış her yerde ve her zaman oldu, olmakta ve olacak;
Big Bang asla bitmedi, bitÃ?Âmeyecek, ta ki yaratılanların
farklılıkları bitip de her şey aynı hale gelinceye
kadar. Bazıları bu farklılıkların azalması,
her şeyin sürekli dağılıp gitmesi
vakıasına entropi der. Çünkü var oluş ancak
farklılıkla, izafiyetle mümkün ve
farklılıklar ortaÃ?Âdan kalkınca ne zaman kalacak, ne de
mekan. Bazıları bu mukadder hadiseye kıyaÃ?Âmet der; ne
zaman kopacağı sorulduğunda
"ölçüÃ?Âlemeyecek kadar uÃ?Âzun bir süre sonra"
cevabını verirler çünkü o olduğunda
ölçüÃ?Âlecek zaman kalmayacaktır. üstelik Big
Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mana
alemi her an yeniden yok olup varlığa kavuşmakta. Böyle
olduğu için de mazi, hal ve ati hep aynı, O hepsini biliyor
ve her şey zaten O'nda. Bazıları "yaratılışa
ne gerek varÃ?Âdı, O'nun ihtiyacı mı vardı" diye
sordular zaman zaman; halbuki yaratılış
kaçınılÃ?Âmazdı çünkü bütün
bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve güÃ?Âzellikle dolu
O'nun bu vasıflarının bir yansıması, bir
yanılsaması sadece; haÃ?ÂkiÃ?Âkatte ne yaratılış
var, ne de yaratılmış. Zaten her şey O! Bu mutlak
hakikati kalbinde hisseden Hallac-ı Mansur diye birisini,
yaşadığı ruh halini konuşma lisanının
kifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dini-dar olanlar
yaktılar.
O sevgi ve bilgi olduğu için, kainatı da sevgi ve bilgi ile
yönetti. Big Bang'den sonra her şey sonsuzca
dağılıp yok olaÃ?Âcağına, kümelenerek
maddeyi ve enerjiyi oluşurdu. Zaten madde ile enerji denen
yaratıklar aynı şeydiler. En küçük
zerrelerden sonÃ?Âsuz bütünlüğe kadar bütün
evren bilginin düzeni içeÃ?Ârisinde sevÃ?Âgiyle birbirine
yaklaşı. Bazıları buna gravite, zayıf
güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar;
Einstein diye birisi hepÃ?Âsinin aynı gücün
yansımaları olduğunu göstermeye
çalışı, hatta “Tanrı’nın
formülünü bulmak üzereyim” gibi,
bazılarına çok ters gelen laflar etti. Nötronlar,
atomlar, moleküller, gök ciÃ?Âsimleri, yıldızlar,
gezeÃ?Âgenler oluşu. Bazıları bunlara kapalı ve
açık sistemler dediler.
En azından bir tanesinin varlığından emin
olduÃ?Âğumuz bazı geÃ?Âzegenlerde oksijen, karbon ve azot denen
elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleşiler ki, organik
moleÃ?ÂkülÃ?Âler teşekkül etti, sonradan bunlar
bazılarının koÃ?Âzervat deÃ?ÂdikÃ?Âleri
canlılık öncesi oluşumlar haline geldiler. Daha sonra
bunÃ?Âlara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can
verildi. Bazıları buna ruh, bazıları soul,
bazıları spirit, bazıları başka isimÃ?Âler
verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk, rüzgar veya gölge
anlamına gelen köklerden türedi çünkü
canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bir cevher
olduğu düşüÃ?ÂnülÃ?Âdü. Can, O'nun
mahlukatın bir kısmına bahşettiği bir
ayÃ?ÂrıÃ?Âcalıktı adeta ama, evrimin
kaçınılÃ?Âmaz özelliği olarak,
canlılıkla cansızlığın
sınırları da kesin değildi. Bazılarının
virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu
belirsiz sınırda yerlerini aldılar.
Bazılarının canlıları en mütekamil
açık sistemler olarak tanımlamaları, yani entropiye
karşı çıkarken (negentropi yaparken) çevreÃ?Âdeki
entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik
açıdan çoğu kişinin işine yaradı ama
ekserisi düşüÃ?Ânemedi ki, kainatın kendisi en
büyük açık sistemdi ve eğer
canlılığın tarifi buysa, hareketlilikse,
reaktiÃ?ÂviÃ?Âteyse, malzemeyi alıp kendi işine yarayacak
şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve eninde
soÃ?Ânunda gene entropiye mağlup düşüp dezorganize
olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel
şekilÃ?Âde uyan yaratık kainatın ta kendisiydi. Yani can
her yerdeydi, ruh her şeydeydi.
Canın ne olduğu, mahiyeti gibi sualler pek çok zihni
binlerce yıl meşgul etti. Halbuki can, mutlak hakikat olan
O’ndan, sadece ve sadece O’ndan başka bir şey
değildi. Bunu insan beyninin kavraması mümkün
olmadığı için, gönderdiği kutsal kitaplarda
değişik isimlerle candan bahsetti ama ne olduğunu
anlatmadı; Kur’an-ı Kerim isimli kitabında ise
insanların bu mes’eleyi
kavÃ?ÂraÃ?ÂyaÃ?Âmayacaklarını açıkça beyan
etti.
Daha güzele ve bilgiliye doğru yolculuk devam etmeliydi tabii ki,
öyle de oldu çünkü O, kendinin suretini,
yanÃ?Âsımasını yaÃ?Âratmak istiyordu. Tek hücreliler,
zamanla, birÃ?ÂleÃ?Âşerek daha karmaşık çok
hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza eÃ?Âdilmesi
daha zor ama gelişmiş büyük canlıları husule
getirdiler. Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin
hep zıddıyla kaim olması gerekiyordu. Elektronun pozitronu,
cansızın canlısı, dirinin ölüsü,
erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi... gibi sonsuz sayıda
zıtlıklar oluşu. Bazıları buna diyalektik
deÃ?Âdiler.
O’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve
cehalet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemez
oluşu. Doğum ölümle, iyilik kötülükle,
merhamet zulümle, sıhhat hastalıkla, barış
savaşla zıtlaşı. Bütün bu kötü gibi
görünen var oluşlar aslında evrimin devamı, daha
iyiye ve güzele akışın temini için gerekliydi. Bu
temel espriyi fark edemeyen bazıları şeytanı
O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hatta
tapındılar. Halbuki bütün bunlar sadece ve sadece insan
için mevcuttu; insansız alemde her şey biteviyeydi,
şeytan da kötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini
aşmaya mahkum ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber var
oldu. Bazıları Mekke isimli şehirde taşlar atarken
orada gerçekten şeytan diye bir varlığın
bulunduğunu, bu suretle onu zayıf
düşürdüklerini sandılar; halbuki kendi
içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı,
kendi ruhlarını temizliyorlardı. O, aynı şehirdeki
çok eski bir mabedi (Kabe) bütün kendisine inananların
teveccüh edecekleri, ibadet ederken yönelecekleri merkez ilan
etti. Mevlana gibi mutasavvıf denen bazıları haricindeki
kişiler düşüÃ?Ânemediler ki, bir an için o bina
ortadan kalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh
etmekteydiler günde beş kez... Yani insana, O’nun suretine,
yansımasına; O’na! Bazıları bu aşkın
fikir ve gönül zaÃ?ÂviÃ?Âyesini, her şeyin
başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başka
kıymet hükmünün bulunÃ?Âmadığını
vehmeden hümanizm isimli f
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.