Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 1415

  Perşembe, 02. Ocak 2025 17:40   User Online: 68 

Üye bilginiz

Üye merkeziniz

Özel Messajiniz

Ziyaretçi defteriniz

Üye lerimiz

Forumda çikiş

Forumlar

Genel

Kültür

Atatürk

Türkiye

Bilgilendirme

Spor

Site ve Radyo

Arsiv II Genel

Arsiv Kultur

Resim
Manzara -8Fantazi Resim 8kirmizi_gul_deni.jpgSevimli 16Bayrak Gul1Tabiat 10AmberBeyazgulFirat nehiriBayrak2Tabiat 7Dostluk 3Bebek -10kopek-resimleri4.jpgSarikardelenlerLalelerSevimli 14Cicek1Dostluk Resimi 1Sevimli 4

Portal Menüsü
Bilgiller
Bilgi ekle
Ekart
Pano
Haberler
Takvim
Resimler
Şiir
Fikra
Bizi tavsiye et
Site Anket
Site kural Impressum
Download tavsiyeler
 Link Tavsiyeler
Bize ulaşım

Dostsesi.Com Kültür Forum Sisteme girmen gerek


Aşağı git
« Ön  Diğer »
küçükten büyüğe do;ğru sırala büyükten küçüğe doğru sırala      print
Konuyu açan: Konu: Mevlana Celaleddin-i Rumi / Hayat?
Senior Member
Senior Member


Cevaplar: 884
kayıt olmuş: 26/5/2008
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 9/11/2008 Saat 21:39  
Bence68
Site kurucusu



Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"


____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster
Senior Member
Senior Member


Cevaplar: 884
kayıt olmuş: 26/5/2008
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 9/11/2008 Saat 21:44  
Bence68
Site kurucusu

Mustafa Kemal ATATüRK ve MEVLANA





Yıl 1922... Kasım ayının 1'i... Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor:

"Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...”. Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha başan itibaren Atatürk’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o laik zihniyete sahip “dindar” bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu “yüksek ahlak” üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.

29 Ekim 1923’de Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte bu saflığı kendisi şöyle tanımlıyor:

“Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.”

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya konuşmaları, Atamızın din hakkındaki görüşlerini ortaya koyması açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. İşe 20-23 Mart 1923 tarihleri arasında Konya’yı ziyareti sırasında yaptığı konuşmadan bölümler:

“İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde geçmişin mahsulü olan sağlıksız adetler bir zaman için kendini göstermemiş ve yüze çıkmamışsa da, biraz sonra İslamiyet’in gerçeklerine sarılmaktan İslam esaslarına göre hareket etmekten çok, geçmişin mirasa olan adet ve inançları dine karışırmaya başlamışlardır.

Bu yüzden İslamiyet’e dahil bir akım kavimler, İslam oldukları halde düşmeye, sefalete, geriliğe maruz kaldılar. Geçmişlerin kötü ve batıl alışkanlıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaşıkları için
kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.

Bu İslam kavimleri içinde Türkler, milli gelenek ve görenekleri itibariyle bir taraftan İran, diğer taraftan Arap ve Bizans milletleri ile temas halindeydiler. Şüphe yok ki temasların milletler üzerinde etkileri görülür. Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise çökmeye başlamışı.

Türkler bu milletlerin kötü adetlerinden, fena yönlerinden etkilenmekten nefislerini men edememişlerdir. Bu hal, kendilerinde bozukluk, cehalet ve insanlıktan öte zihniyetler doğurmasından uzak kalmamışır. İşe gerileyişimizin belli başlı sebeplerinden birini bu nokta teşkil ediyor.

Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten ilimden uzak, gereğince ilim tahsil edememiş, ilim yolunda layığı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller vardır. Bunların ikisini birbirine
karışırmamalıyız.

Efendiler, gerçek din bilginleri ile dine zararlı ulemanın birbirine karışırılması Emeviler zamanında başlamışır. Bilindiği üzere Sıffın vak'asında Hz.Ali’nin ordusuna karşı mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim
sayfalarını takarak saldırdılar. İşe o zaman dine fesatlık, İslam arasına nefretlik girdi ve o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabule vasıta yapıldı. Halifelik hile ile el değişirdi. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar dini hep alet edindiler. İhtiras ve istibdatlarını kabul ettirmek için hep ulema sınıfına başvurdular.

Gerçek ulema, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu müstebit taç sahiplerine uymadılar. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı.

Lakin onlar yine o hükümdarların keyfini dine alet etmediler. Fakat gerçek durumda bilgin olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün, haris ve imansız bir takım hocalar da vardı. Hükümdarlar işe bunları ele aldılar ve işe bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. İcap ettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler.

İşe o tarihten beri saltanat tahtında oturan, sarayda yaşayan kendilerine halife namı veren baskıcı hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cahillere iltifat edip, onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların kinini çekti.
Böyle yapan halifelerinin ve din bilginlerinin arzularına muvaffak olmadıklarını tarih bize misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne böyle hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur. Artık kimse böyle hoca kıyafetli sahte alimlere önem verecek değildir. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz; derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş kanlı bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adamı tepelemektir.”

Evet, yıllar önce ve olağanüstü şartlarda kullanılmış bu ifadeler Gazi Mustafa Kemal ATATüRK’ün ne kadar büyük bir kimliğe sahip olduğunun ispatıdır.

Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmişir. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: “-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi...”

Evet...Yüce Atatürk sahip olduğu hayat görüşünün kaynağını işe bu sözleriyle özetleyivermişir.
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet edilmişi. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce

Atatürk şunları söylemişi:

“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör... Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmişir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşuran, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuşur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir."

İşe Yüce Atatürk'ün İslamiyet'e şekilcilik katarak onu asıl ruhundan uzaklaşıranlara verdiği en mükemmel mesajlardan birisi. O birçok kez dinin insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla anlaşılmadığını belirtirken, Hz.Mevlana’nın da yanlış ve eksik yorumlandığına da temas etmişir. Bir gün Konya milletvekili Naim Onat’ın sözde Mevlana'yı yermek istemesi üzerine Atatürk’ün söylediği şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle düşünülmesi gereken ifadelerdir:

“-Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Hz.Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Hz.Mevlana’nın türbesini müze haline dönüşürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamışır.
Bununla ilgili bilgiler 22 Aralık 1987 yılında yayınlanan Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde şöyle dile getirilmişir:

Atatürk, Konya'daki Mevlana Dergahı ve türbesini, Konya'ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişi. Daha sonra ziyaretlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya'dan ayrılmamışır. 3 Nisan 1922 günü ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergahta yemek yemiş, Hz.Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemişir.
Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken, Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergahı ve türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması"emrini vermişir. Bir süre sonra, Bakanlar Kurulu kararı ile dergah, müze haline getirilmişir.

Atatürk, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9'uncu defa geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21 Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde geçirmişir.
Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı anlattıklarına göre, Atatürk müze müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel'e tercümesini yaptırmışır. Atatürk tercümedeki: "Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen. Garip aşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapıları kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmışır." ibaresini işitir işitmez şöyle demiş:

"Hz.Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi... Doğrusu ben, 1923 yılındaki ziyaretim sırasında, bu dergahı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergah ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergahı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermişim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir Müze olmuş..."

Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının “Paşam Hz.Mevlana’nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı. Bu bir sakınca
doğurmasın” demeleri üzerine Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir:

“-Eğer, Hz.Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım. Çünkü, Hz. Mevlana’yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktadır.”

Hz.Muhammedin “Din nedir?” sorusuna verdiği “Ahlak,ahlak,ahlak” cevabına her dönemde çok ihtiyaç duyduğumuzu düşünerek Hz. Muhammed'in, Hz.Ali’nin, Hz.Mevlana'nın ve

Atatürk' ün şu sözlerine dikkat çekmek istiyoruz:

“İlim Çin’de olsa gidip öğreniniz.”Hz.Muhammed

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”Mustafa Kemal Atatürk

“Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım,
savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”Hz.Mevlana

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh."
Mustafa Kemal Atatürk

“Evlatlarınızı zamana göre yetişiriniz.”
Hz.Ali

“Milletimi muasır medeniyet seviyesinde görmek isterim.”
Mustafa Kemal Atatürk

CAN DOSTUM Doc.Dr. Mithat ATABAY dan alinmistir.


____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 1
Senior Member
Senior Member


Cevaplar: 884
kayıt olmuş: 26/5/2008
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 4/2/2009 Saat 04:03  
13. yy ANADOLU DEVRİMİNDE MEVLaNa CELaLü’D DİN RÃ?â?ºMß½’NİN YERİ[1]

13. yy Anadolu Devrimi, Babailerin, Ahilerin ve bilimci kol sayılabilecek Ekberiyye’nin birlikte, sosyal alana taşıdıkları bir kültür hareketidir.

Gelen bilgiler, dogmalardan arındırılınca, toplumsal gereksemeler sonucu, Hallac-ı Mansur’la başlayan Aristokrat “kul” kültürüne karşı duruşun, İbn Sina, Farabi, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ile, kul kültürü savunucusu İmam Gazali düşüncelerinin, Ahmet Yesevi’nin uzlaşırma çabaları ile gelişiği görülmektedir. Bunların, 13 yy Anadolu’sunda, önce düşünsel ve eylemsel alana yansıdığını, ardından da kul kültürü – birey kültürü karşıtlığının, çeşitli vesilelerle toplumsal çatışmalara neden olduğunu görüyoruz.

Anadolu düşüncesinin temel taşlardan biri Babai hareketi’dir. Yazılı metinleri şimdilik ele geçmediği için düşünsel ayrıntılarını bilemiyoruz. Ancak Hace Bektaş’ın, Baba İlyas’ın (Babai hareketinin önderi) halifesi (sonra geleni, ardılı;) olmasından Babailiğin düşünsel yapısına ilişkin güçlü sezinlemelerimiz vardır. İnsanlığın “kul”luktan kurtulup “birey”leşme süreci içinde önemli bir köşebaşı olduğu anlaşılıyor.

Yine yazık ki bilinen 20 kadar kitabının yalnızca üçü çevrilebilmiş[2] olan Ahi Evren Şeyh Nasiru’d Din Mahmud’un, 1204-1225 yılları arasında Kayseri çarşısında oluşurduğu Ahi örgütlenmesi ile dünyevi esnaf hareketi, 13. yy Anadolu devriminin ikinci ayağıdır.

Bu iki akımın ardından Şeyhi ve üvey babası İbn ül Arabi’nin ölümü üzerine 1245’te Anadolu’ya gelmiş olan Sadru’d Din Konevi’nin “Vahdet-i Vücud”, yani evren-tanrı ile bütünleşerek tanrı “birey”liğini kazanma hareketi içindeki “bilgi edinme” sürecinin temelini “akıl” ve “müşahade/gözlem”e bağlaması ile, insanlığın dogma(hazır verilmiş bilgi) ’den kurtulup “birey”in kendi öz bilgisini edinebilirliğinin yolunun açılması 13. yy Anadolu Devrimi’nin üçüncü ve bilimsel ayağını oluşurmaktadır.

“Kul” kültürünün kendisine karşıt bütün bu yeniliklere tepki vermesi doğaldır. Bu tepki, Anadolu’da, Kalenderiler, işgalci Moğollar, zaman zaman Moğol valisi gibi davranan Selçuklu Sultanları ve onların İmam Gazali ardılı düşünüş biçimini gününün toplumsal gereksemelerine uydurmaya çalışan Mevlana Celalü’d Din Rumi ile Kalenderi şeyhi Şems-i Tebrizi’den gelmişir.

Şimdi, 13. yy Anadolu’sunun sosyal olaylarına, “Devrim Kronolojisi”ne, bu yazının izin verdiği sınırlar içinde kaba çizgileriyle, göz atarsak:

Ã?· 1204 -1225 Ahi Evren Şeyh Nasirü’d Din Mahmud’un Kayseri esnafı arasında Ahi örgütünü oluşurması.

Ã?· 1240 Babai’lerin Selçuklu Aristokrat yönetimine başkaldırması, Selçukluların Baba İlyas’ı idamı üzerine galeyana gelip Konya’ya yönelen Babailerin, Kırşehir Malya ovasında önünü keserek, çoluk-çocuk demeden katletmeleri.

Ã?· 1243 Baycu Noyan komutasındaki Moğolların Kösedağ’da Selçukluları yenerek bütün Anadolu’yu ele geçirişi.

Ã?· 1243 Kayseri Savunması. Kültür Tarihinde ilk kez, bir kent halkının tanrı vekili saydığı sultanının teslim olmasından sonra kendi kentini, yalnızca “kendi kenti (vatanı;) ” olduğu için savunması. Bu savunmada kentlerini savunan Kayseri Ahilerinin karşısında Moğollara destek veren Kalenderi’ler ve onların şeyhi Şems-i Tebrizi de vardır.[3] Sonunda Moğollar, Selçuklu Subaşısı Hacok oğlu Hüsamü’d Din’in Kayseri’lilere ihaneti ve Moğollara yol göstermesi ile kente girerler.

Ã?· 1244 Şems’in Moğolların ardından Selçuklu Başkenti Konya’ya gelişi.

Ã?· 1247 Şems’in Ahiler ve Moğol karşıtları tarafından öldürülmesi. (Ahi Evren Şeyh Nasiru’d Din Mahmud ile Mevlana’nın oğlu Alaü’d Din Çelebi’nin de bu olaya karışıklarını düşündürecek güçlü veriler vardır[4]) .

Ã?· 1247 Bu olay üzerine Nasirü’d Din Mahmud ve Alaü’d Din Çelebi Konya’dan Kırşehir’e göçüşü (Bundan sonra Ahilik Kırşehir’den yönetilir) .

Ã?· 1261 Nasirü’d Din Mahmud ve Alaü’d Din Çelebi’nin bir ay tutulması gecesi, Moğol yanlısı Selçuklu Emiri Nuru’d Din Caca tarafından bir gece baskınıyla öldürülmesi (Ahi Evren bu sırada 90 yaşındadır. Mevlana, oğlu Alaü’d Din Çelebi’nin Konya’ya getirilen cenazesi için cenaze namazı kıldırmayı reddetmişir) .

Ã?· 1265 Ankara’nın, Ankara’lı Ahilerin eline düşmesi; 100 yıla yakın süreyle “Kul”luk düzeni (Aristokrasi) olmadan bir devletin yönetilme denemesi.

Ã?· 1273 Mevlana’nın ölümü.

Ã?· 1299 Osmanlı Devleti’ni, Anadolu Ahileri (Ahiyan-ı Rum) , Anadolu Gazileri (Gaziyan-ı Rum) , Anadolu Abdalları (Abdalan-ı Rum) , Anadolu Bacıları (Bacıyan-ı Rum) ile Bizans Aristokrasisi karşısında kendi “birey”liklerini elde etme çabası içinde olan Anadolu Rumlarının elbirliğiyle kurması.

Bu yapının içerisinde Mevlana Celalu’d Din Rumi 1244’de Şems’in Konya’ya gelmesiyle etkin olmaya başlar ve Moğollardan yana, Anadolu Devriminın karşısına çıkarak durdurma çabasına girer.

Moğol işgali altındaki Anadolu’da Moğolların halkın mallarını gasbetmesini doğallaşırmaya çalışır:


“Birisi, gece-gündüz canım da, gönlüm de tapınızda hizmet etmede; fakat Moğollar'la uğraşmaktan, onların işleriyle oyalanmaktan vakit bulup da tapınıza gelemiyorum dedi.

Mevlana buyurdu ki:

Bu işler de Tanrı işi; çünkü Müslümanların emin olmalarına, aman bulmalarına sebep olmada. Onların gönülleri olsun da birkaç Müslüman, emniyet içinde ibadete koyulsun diye kendinizi, malınızla, bedeninizle feda ettiniz. Şu halde bu da hayırlı bir işir. Ulu Tanrı madem ki böyle bir hayırlı işe meyil vermiş, ona aşırı rağbet göstermeniz Tanrı yardımına mazhar oluşunuza delildir.” (“Fihi Mafih” Mevlana; Çev: Abdülbaki Gölpınarlı;)


İmam Gazali’nin görüşlerini, günün koşullarına uygun hale getirmeye çalışır. Toplumsal “birey”leşme gereksemelerini “kul”luğun sınırları içinde kalarak karşılamaya çalışır. Bütün evren’in tanrısallaşığı, Tanrının maddeyi de kapsadığı Vahdet-i Vücud görüşünün karşısında, Tanrısallığın yalnızca insan tarafından kavranabildiği görüşünü yerleşirmeye çalışır. Tasavvufun insan ruhunun tanrıyı bütün evrende aramak üzere yola düşmesi gerektiği (Seyr-i Süluk-i afaki) görüşüne karşı, tanrıyı arama yolculuğunun yalnızca insanda olması gerektiği (Seyr-i Süluk-i Enfusi) görüşünün savunucusudur. Böylece maddi evren, bilimin evreni, insan ilgisinin dışında kalacaktır.

Hace Bektaş’ın “Makalat”ında, insanlaşma sürecini ve insanlaşırma eğitimini anlattığı dört kapı kuramını[5] toplumsal ve gelişkin kültürel gereksemeleri karşıladığı için dışlayamaz, ama kısaca ve sığlaşırarak alır.[6]

Mesnevi’de geçen hemen bütün öyküler, 13. yy Anadolu Devrimi yanlılarını kötülemek için, komik duruma düşürmek için anlatılmışır.
Bir düşmanını “yılan”, “ejder”, “Ahi”, “cuha[7]”, “muhannes/alçak, korkak, namert, eşcinsel” diyerek kötülemekte, onun yaşamına ilişkin kimi kötüleyici “öykü”ler anlatmaktadır. Adını anmaz, yalnızca “Cuha” der.

Sözgelimi, Mesnevi, II.Cilt, 3116-3124. satırlarındaki[8] öykünün adı, “Babasının cenazesi önünde ağlayan çocuk ve Cuha’nın hikayesi” başlığını taşıyor. Öykü özetle şöyle:


“Hey baba... Seni nereye götürüyorlar? .. Daracık bir eve gidiyorsun. İçinde ne kilim ne hasır var! .. Gece, lamba yok! .. Gündüz aş yok, ekmek yok! .. Ne dam var, ne eşik, ne komşu! ..” Cuha, “Vallahi onu bizim eve götürüyorlar” der.

“Baksana bizim evi tarif ediyor! ..”


Mesnevi V.Cilt, 3325-3335. satırlarında da Cuha’nın kadın kılığında kadınlar meclisine girmesi ve edep dışı
davranışlarda bulunması anlatılmaktadır.

Mesnevi VI.Cilt 4449-4519 satırlarda Cuha’nın karısının Kadı ile arasında geçen gizli aşk serüveni komik bir dille anlatılmaktadır.

Mesnevi V.Cilt, 3409-3419. satırlarda ise bu kez “adamın biri” diye anlatılır, evine yarım okka (bir okka 1283 gr.) et getirmiş. Ancak akşam yemeğinde eti göremeyince karısına sormuş. Karısı “kedi yedi” deyince de tutmuş kediyi tartmış. Kedi yarım okka gelince, “Bu, kediyse et nerde; etse kedi nerde? ..” diye sormuş...

Halkın ağzında günümüze değin gelen Nasrettin Hoca’nın, Mevlana’nın düşmanı Şeyh Nasirü'd Din Ebü'l Hakayık Mahmud b. Ahmed el-Hoyi, yani Ahi Evren olduğu açıkça anlaşılıyor.

Peki, ne oluyor da Mevlana Celalü’d Din Rumi’nin aşağılamak için yaşantısını abartarak komik duruma düşürmeye çalışığı Ahi Evren, önce Hace Nasiru’d Din, günümüzde de Nasrettin Hoca olarak dünya gülmece tarihindeki inanılmaz yerini alıyor?

Mevlana ile Ahi Evren, Şeyh Nasirü'd Din’in arasında var olan temel ayrılık sınıfsaldır. Ahiler üretici esnaftır, “kul”luk düzeninin yoksullarıdır, aşağılanan bir kesimdir. Mevlana bu yüzden alaylı bir dille “Cuha” diyerek Şeyh Nasirü'd Din’in evinin yoksulluğunu alaya almaktadır.

Bu kadarla kalsa iyi; Mesnevi’nin bir başka yerinde (IV. Cilt, s:261-277) , Onun “pis”liği ile alay eder. Bilindiği gibi Ahi Evren, Debbağlar piridir, debbağ’dır. Günümüze adı “tabak” olarak gelmiş olan dericilik mesleği, son derece kötü kokan işliklerde yapılır. Aşağılamak için Mevlana, bunu anımsatarak, yolu yanlışlıkla attarlar çarşısına girmiş olan “debbağ”ın alışık olmadığı misk ve ıtır kokularından dolayı düşüp bayıldığını ve tanıyan biri çıkıp köpek pisliği koklatıncaya değin ayıltılamadığını anlatarak alaya alır.

Ahi Evren’in tasavvuf düşüncesi, Allah’ı evrenin her parçasında, her maddesinde arayan bir dünya görüşü gelişirmişir (Seyr-i Süluk-i afaki / Ruhun Nesnel yolu) . Bu nedenle de maddeyi dışlamaz, dünyevidir. Oysa Şems’in ve Mevlana’nın gelişirdikleri tasavvuf(! ?) düşüncesine göre, Allah, yalnızca insanın “kendi beni”nde olabilir. İnsan ancak kendi içine dönerek ona ulaşabilir (Seyr-i Süluk-i Enfusi / Ruhun Öznel yolu) .

Baba İlyas ve ardılları Hace Bektaş, Taptuk Emre, Yunus Emre, Şeyh Nasirü'd Din Mahmud, birinci yolu seçmiş olan sufilerdir. Bu ayırım, 13. yy Anadolu Devriminin temel dünya görüşünü oluşuracak, daha sonra Anadolu Sufiliğini, yani Bektaşiliği ve bir Türkmen inanç-toplum dizgesi olarak da Aleviliği ortaya çıkaracaktır.

Mevlana, son (VI.) cildin başında, Mesnevi’de, kötülerle mücadele etme amacını anlatmaktadır. Bu, Anadolu’da 13.yy’da ortaya çıkan ve daha sonra “uluslaşma”yı hazırlayacak olan Türkmencilik akımıyla verdiği savaşımdır.

Mevlana Celalü’d Din Rumi’nin önderlik ettiği karşıdevrim süreci, Osmanlı’nın kuruluşunu oluşuran 13. yy Anadolu Devrimi çizgisini[9] sürdüren “gaziyan” egemenliğinden[10] sonra, 1. Murad’dan başlayarak yeniden canlanacak, tırmanmaya başlayacaktır. Güçlendikçe Anadolu Devriminin savunucuları, kendi devrimlerini savunmaya çalışır. Yıldırım Bayezid zamanındaki Ahi başkaldırısı, Çelebi Mehmed’in iktidarına karşı duran Şeyh Bedreddin ile müridleri Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa kalkışmalarını Anadolu Devriminin kendini savunması olarak görmek gerekir.

Sultan İkinci Mehmed (Fatih) , karşıdevrimi iktidara taşır. Şah İsmail’in 13. yy Devrimini yeniden iktidara getirmek için savaşması da Çaldıran’da Yavuz Selim’e karşı yenilgiyle sona erer. Kanuni Sultan Süleyman’a karşı yapılan Celali kalkışmaları (Köroğlu da bir Celali’dir) , bölgesel kalır.

13. yy Anadolu Devrimi’nin önü, Aristokrat karşıdevrim ile böyle kesilir. Selçuklu-Bizans aristokrasisi, enerjisini 13.yy Devrimi’nden almış olan Osmanlı içinde yeniden doğar, kuruluşunda “birey/insan”ı ölçüt almanın dizgesini oluşurmaya çalışan Osmanlı Devletini, “kul” temelli imparatorluğa geri dönüşürür.

Böylece Mevleviliği, 20.yy Kemalist Burjuva Devrimi’nin “birey” düzenini egemen kılmasına değin, “kul”luk düzeni içindeki Osmanlı sarayının destekçisi ve baş inanç dizgesi olarak görüyoruz.

[1] BİLİM VE GELECEK dergisinde “13.yy Anadolu’sunda devrim ve karşı-devrim / Mevlana Hangi Sınıfın Adamı? ” başlığıyla yayınlanmışır. Eylül 2007 / Sayı:43, s:32

[2] 1) ”Ahi Evren, Tasavvufi Düşüncenin Esasları” Prof.Dr Mikail Bayram, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 165, Ankara 1995 / Bu kitabın içinde Ahı Evren’in bütün kitaplarının listesi ve bulundukları yerler ile “Tabsiratü’l Mübtedi ve Tezkiretü’l Mintehi” adlı kitabının tam çevirisi yer almaktadır.

2) “Metali’ü’l ß½man / İmanın Boyutları” Ahi Evren, Tercüme, İnceleme ve Araşırma: Prof.Dr Mikail Bayram, Damla Ofset Matbaacılık A.Ş.

3) “El Müraselat / Yazışmalar” Ahi Evren – Sadru’d Din Konevi yazışmaları. Çev: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2002 / Bu kitap, “Sadreddin Konevi ile Nasireddin Tusi arasındaki Yazışmalar” başlığıyla sunulmuşur. Oysa Prof.Dr. Mikail Bayram, yukarıda sözü geçen “Tasavvufi Düşüncenin Esasları” başlıklı kitabının 65. sayfasında, bu yazışmaların Nasireddin Tusi ile değil, Nasiru’d Din Mahmud, yani Ahi Evren ile yapıldığını, tarihsel kanıtları ile göstermektedir.

[3] Bkz: Bayram, Mikail Prof.Dr. “Selçuklu Döneminde Kalenderi-Ahi Çatışması” Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı:17, Temmuz 2005, s:36

[4] Bkz: Bayram, Mikail Prof.Dr, “Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi”, 1. Baskı Konya, 2005

[5] Tuncer, Ömer, “Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem” / Bilim ve Gelecek Dergisi; Sayı:36, Şubat 2007, s:46

[6] Mesnevi 5. Cild önsöz

[7] Soytarı

[8] Mevlana’nın “Mesnevi”sinin satır sayıları M.E.B. Şark İslam Klasikleri dizisinden, 5 ciltlik Abdülbaki Gölpınarlı’nın gözden geçirmesiyle yayınlanmış Velet İzbudak çevirisinden alınmışır.

[9] Tuncer, Ömer “Kuruluşan Kurtuluşa” / Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı:24, Şubat 2006, s:33

[10] “Osman Gazi” ve “Orhan Gazi” “gazi” sanları bile “Gaziyan-ı Rum”dan olduklarını, yani 13.yy Anadolu Devrimi’nin parçası olduklarını göstermektedir. Kaldı ki Orhan Gazi’nin öldüğünde bir kiliseye gömülmüş olması, “birey”leşme çabası içinde olan Bizans’lı Hıristiyanların bu devrimdeki içten birlikteliklerinin kanıtıdır.



____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 2
« Ön  Diğer »        print
Yukarı git


mxBoard, © 2006 by pragmaMx.org, based on eBoard, XMB and XForum

Giriş

Kullanıcı Adı:

Şifre:

Sprache
Arabirim Dilini Seçin:

Almanca Fransızca Türkçe İngilizce
Son 5 Bilgi
Happy Birthday


Bugün hiçbir kullanıcımızın doğumgünü yok!
Etkinlik Takvimi
Ocak 2025
  1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30 31  

Fuarlar
Toplantilar
Konserler
Festivaller
Kültür Sanat
Anma Günleri
Dogum günü
Dini Bayramlar
Özel Günler
Resmi Bayramlar
üye Puani
  1. Rojin: 10 976 Puanlar
  2. asliyok: 4 432 Puanlar
  3. HarmanYeli: 4 396 Puanlar
  4. KizilZora: 2 048 Puanlar
  5. life23: 1 675 Puanlar
  6. gokkiz: 1 657 Puanlar
  7. BirNefes: 1 048 Puanlar
  8. Erasmus: 984 Puanlar
  9. -Pozan-: 785 Puanlar
  10. Siyahinci: 623 Puanlar
Son Şiirler
SAKLI SEVDAM
(8130 okuma)
Hatırlarmısın .!
(11227 okuma)
Mektup......
(12033 okuma)
ANADOLU GARIBI
(12053 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(11807 okuma)
YAŞAMAYA DAİR
(12035 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(12206 okuma)
TOP Download
  1. AntiVir Personal - Free Antivirus
       [Hits: 985 x]
Link ler
  1. VOLKAN KONAK
  2. Yusuf Hayaloglu
  3. Full dizi izle

Bu sitedeki tüm logo ve markalar sahiplerinin malıdır. Diğer detayları Künye bölümünde bulabilirsiniz .

Haberlerimizi RSS kullanarak yayınlayabilirsiniz.

Bu site pragmaMx 0.1.11 tabanlıdır.

Yorumlar yazarların sorumluluğu altındadır,
geri kalan her şey © 2004 - 2025 by Dostsesi - Stimme der Freundschaft