Bence68
Site kurucusu
Mustafa Kemal ATATüRK ve MEVLANA
Yıl 1922... Kasım ayının 1'i... Büyük
önder, büyük devrimci, Türk milletinin
başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte
kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi
Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki
konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini
alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile
arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu
cümle ile başlıyor:
"Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...”. Evet, o
büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli
çevrelerin daha başan itibaren Atatürk’ün
sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine
rağmen, o laik zihniyete sahip “dindar” bir kişiydi.
O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak,
gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu
“yüksek ahlak” üzerine kurulmuş dinin
aşığıydı. O İslamiyet’in
kaynağındaki saf şekline bağlıydı.
29 Ekim 1923’de Fransız yazar Maurice Pernot’ya
verdiği demeçte bu saflığı kendisi şöyle
tanımlıyor:
“Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani
bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek
istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle
inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey
ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya
milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan
ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler
sırası gelince aydınlanacaktır.”
Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
Konya konuşmaları, Atamızın din hakkındaki
görüşlerini ortaya koyması açısından
çok önemli bir yer tutmaktadır. İşe 20-23 Mart
1923 tarihleri arasında Konya’yı ziyareti
sırasında yaptığı konuşmadan
bölümler:
“İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde geçmişin
mahsulü olan sağlıksız adetler bir zaman için
kendini göstermemiş ve yüze çıkmamışsa
da, biraz sonra İslamiyet’in gerçeklerine sarılmaktan
İslam esaslarına göre hareket etmekten çok,
geçmişin mirasa olan adet ve inançları dine
karışırmaya başlamışlardır.
Bu yüzden İslamiyet’e dahil bir akım kavimler,
İslam oldukları halde düşmeye, sefalete, geriliğe
maruz kaldılar. Geçmişlerin kötü ve batıl
alışkanlıkları ve bu suretle gerçek
İslamiyetten uzaklaşıkları için
kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.
Bu İslam kavimleri içinde Türkler, milli gelenek ve
görenekleri itibariyle bir taraftan İran, diğer taraftan
Arap ve Bizans milletleri ile temas halindeydiler. Şüphe yok ki
temasların milletler üzerinde etkileri görülür.
Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise
çökmeye başlamışı.
Türkler bu milletlerin kötü adetlerinden, fena
yönlerinden etkilenmekten nefislerini men edememişlerdir. Bu hal,
kendilerinde bozukluk, cehalet ve insanlıktan öte zihniyetler
doğurmasından uzak kalmamışır. İşe
gerileyişimizin belli başlı sebeplerinden birini bu nokta
teşkil ediyor.
Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da
milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz
vardır. Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten
ilimden uzak, gereğince ilim tahsil edememiş, ilim yolunda
layığı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller
vardır. Bunların ikisini birbirine
karışırmamalıyız.
Efendiler, gerçek din bilginleri ile dine zararlı ulemanın
birbirine karışırılması Emeviler zamanında
başlamışır. Bilindiği üzere Sıffın
vak'asında Hz.Ali’nin ordusuna karşı mızrak
uçlarına Kur’an-ı Kerim
sayfalarını takarak saldırdılar. İşe o zaman
dine fesatlık, İslam arasına nefretlik girdi ve o zaman hak
olan Kur’an, haksızlığa kabule vasıta
yapıldı. Halifelik hile ile el değişirdi. Ondan sonra
bütün müstebit hükümdarlar dini hep alet
edindiler. İhtiras ve istibdatlarını kabul ettirmek
için hep ulema sınıfına başvurdular.
Gerçek ulema, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu
müstebit taç sahiplerine uymadılar. Onların emirlerini
dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema
kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden
sürüldü, zindanlarda çürütüldü,
darağaçlarında asıldı.
Lakin onlar yine o hükümdarların keyfini dine alet
etmediler. Fakat gerçek durumda bilgin olmamakla beraber, sırf o
kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine
düşkün, haris ve imansız bir takım hocalar da
vardı. Hükümdarlar işe bunları ele aldılar ve
işe bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. İcap ettikçe
yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler.
İşe o tarihten beri saltanat tahtında oturan, sarayda
yaşayan kendilerine halife namı veren baskıcı
hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cahillere iltifat edip,
onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her
devirde onların kinini çekti.
Böyle yapan halifelerinin ve din bilginlerinin arzularına
muvaffak olmadıklarını tarih bize misallerle izah ve ispat
etmektedir. Artık bu milletin ne böyle hükümdarlar, ne
böyle alimler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur.
Artık kimse böyle hoca kıyafetli sahte alimlere önem
verecek değildir. Eğer onlara karşı benim
şahsımdan bir şey anlamak isterseniz; derim ki, ben
şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi
yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi
imanıma değil, o adım benim milletimin kalbine havale
edilmiş kanlı bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir
arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o
adamı tepelemektir.”
Evet, yıllar önce ve olağanüstü şartlarda
kullanılmış bu ifadeler Gazi Mustafa Kemal
ATATüRK’ün ne kadar büyük bir kimliğe sahip
olduğunun ispatıdır.
Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi
ile birlikte Hz.Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu
hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını
etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmişir.
Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu
sözler Hz.Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının
delili gibidir: “-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde
bir heyecan duyarım. Hz.Mevlana düşünceleriyle
benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi,
çağları aşan bir yenilikçi...”
Evet...Yüce Atatürk sahip olduğu hayat
görüşünün kaynağını işe bu
sözleriyle özetleyivermişir.
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları
toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski
postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet
edilmişi. Söz dönüp dolaşıp
Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce
Atatürk şunları söylemişi:
“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna
intibak ettiren büyük bir reformatör...
Müslümanlık aslında geniş manasıyla
hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi
bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir.
Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir
hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları
için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri
seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları
uyuşukluktan harekete sevk etmişir. Sarp dağlar, yüksek
yaylalarda at koşuran, erimiş kar suları ile yıkanan
Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuşur.
Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek
Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii
ifadesidir."
İşe Yüce Atatürk'ün İslamiyet'e
şekilcilik katarak onu asıl ruhundan uzaklaşıranlara
verdiği en mükemmel mesajlardan birisi. O birçok kez dinin
insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla
anlaşılmadığını belirtirken,
Hz.Mevlana’nın da yanlış ve eksik
yorumlandığına da temas etmişir. Bir gün Konya
milletvekili Naim Onat’ın sözde Mevlana'yı yermek
istemesi üzerine Atatürk’ün söylediği
şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle
düşünülmesi gereken ifadelerdir:
“-Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o
büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir
saygısızlık göstermek zorunda kalırdık.
Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin
dar kapısından geçmemiş olmak gerek.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam
dokuz ziyareti sırasında her sefer önce
Hz.Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i
Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin
işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla
kapatılması yönünde çıkan yasa
sırasında Hz.Mevlana’nın türbesini müze
haline dönüşürerek tüm insanlık alemine
açık halde kalmasını sağlamışır.
Bununla ilgili bilgiler 22 Aralık 1987 yılında
yayınlanan Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde
şöyle dile getirilmişir:
Atatürk, Konya'daki Mevlana Dergahı ve türbesini, Konya'ya
ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş
ve bu ziyaretten pek etkilenmişi. Daha sonra ziyaretlerinde Mevlana
Türbesini ziyaret etmeden Konya'dan ayrılmamışır.
3 Nisan 1922 günü ziyaretlerinde, kendisi için
açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart
1923 günü yaptığı ziyarette postnişin
Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergahta yemek yemiş,
Hz.Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir
ve hayranlık dolu sözler söylemişir.
Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin
kapatılması hazırlıkları yapılırken,
Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergahı ve
türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte
müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete
açılması"emrini vermişir. Bir süre sonra, Bakanlar
Kurulu kararı ile dergah, müze haline getirilmişir.
Atatürk, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9'uncu defa
geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21
Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde
ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde
geçirmişir.
Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat
Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi
müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı
anlattıklarına göre, Atatürk müze
müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi
üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok
iyi bilen Hasan Ali Yücel'e tercümesini
yaptırmışır. Atatürk tercümedeki: "Ey
keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta
güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu
sen. Garip aşıklar, senin kapından başka bir
kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün
kapıları kapanmış, yalnız senin kapın
açık kalmışır." ibaresini işitir işitmez
şöyle demiş:
"Hz.Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere
daha kendini gösterdi... Doğrusu ben, 1923 yılındaki
ziyaretim sırasında, bu dergahı kapatmayalım Müze
olarak halkın ziyaretine açalım, diye
düşünmüş; bir yıl sonra dergah ve tekkelerin
kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet
Paşa'ya Mevlana dergahı ve türbesini kendi eşyası
ile Müze haline getir emrini vermişim. Görüyorum ki,
şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine
getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir Müze
olmuş..."
Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre,
Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının
“Paşam Hz.Mevlana’nın makamını müze
haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye
başladı. Bu bir sakınca
doğurmasın” demeleri üzerine
Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir:
“-Eğer, Hz.Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve
benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki
dergahların da açılmasını sağlardım.
Çünkü, Hz. Mevlana’yı tanımak ve anlamak
zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan
kaldırmaktadır.”
Hz.Muhammedin “Din nedir?” sorusuna verdiği
“Ahlak,ahlak,ahlak” cevabına her dönemde çok
ihtiyaç duyduğumuzu düşünerek Hz. Muhammed'in,
Hz.Ali’nin, Hz.Mevlana'nın ve
Atatürk' ün şu sözlerine dikkat çekmek
istiyoruz:
“İlim Çin’de olsa gidip
öğreniniz.”Hz.Muhammed
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”Mustafa Kemal
Atatürk
“Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım,
savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”Hz.Mevlana
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh."
Mustafa Kemal Atatürk
“Evlatlarınızı zamana göre
yetişiriniz.”
Hz.Ali
“Milletimi muasır medeniyet seviyesinde görmek
isterim.”
Mustafa Kemal Atatürk
CAN DOSTUM Doc.Dr. Mithat ATABAY dan alinmistir.
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.