Dağlar deyip başlayalım. Yüce dağlar, koca dağlar, boy atıp bel veren
dağlar.
Yaz gelende on dördünde bir güzel gibi salınıp giden, kış gelende yağmuruna
karına meydan okuyan, yüce mi yüce, dost mu dost dağlar.
Kişioğluna el midir ki anılmasın bu dağlar! Onun yaşamının dışındamıdır ki
bilinmesin! Derdine dert katan mıdır ki sevilmesin haa!
İster boy verip başı göklere erişsin; Ağrı densin adına, ister her mevsimde
başından duman eksilmesin; Palandöken diye anılsın. İsterse bir yanı deniz,
bir yanı bağlık - bahçelik Toroslar olsun. Kimine geçim kaynağı, kimine
yurt yeri, kimine mutluluk, kimine karacalı bir öyküdür dağlar... Sevda
gibi, yar gibi, türkü olup dilden dile söylene gelen öykülü dağlar.
Benzer bir ela göz geline dağlar...
Öykümüzün geçtiği yer Toroslar.
Güneyin dantel kıyılarında yekinip, Hakkari'nin ayakucundan deli-dolu akıp
giden Zap'a kadar varan, dert alıp, derman veren Toroslar...
Baharın ekinler çabuk göverir Toroslar'da. Haziran dedi mi kıyı kesiminin
insanı öbek öbek Toros yaylalarını tutar ve Toros yaylalarının yörükleri
yeni yeni otlaklar, yeni yeni su başları arar durur.
Çadırlar toplanır, güzeller düşer yüklü develerin peşine, yürü ha yürü yürü
ha yürü. Elmalı'dan Gömbe'ye, Gömbe'den Seki'ye, Sekiden Çiçek dağı'na.
Bitip tükenmeyen yol, ardı - arkası gelmeyen göç; bıkmadan ve yorgunluğunu
duymadan...
Derler ki, çok eski zamanlarda bir gün, bu yörük obalarından biri gelip
Gömbe yakınında Yanıkhan yöresine konuklar.
Yanıkhanlıların önce pek canı sıkılır bu işe... Öyle ya, bir köyün hayvanı
için yörenin otlağı az gelirken, buna bir de yörük obasının onca hayvanı
ortak olursa can sıkılmaz mı buna? Sonra hayvan dediğin yazın yiyip kışın
aç durmuyor ki... Kışı da var bunun.
Neyse, yine de yüzü yumuşak Yanıkhanlıların. Böyle düşünseler de pek bir
şey demezler Kırobalılara. Zaten yörük obası da orda kalıcı değildir.
Şöyle, yeni bir otlak buluncaya kadar konmuştur Yanıkhan yöresine. Sonra,
onca bağdan bahçeden çıkanı kime satacaklar? Elbette rastladıkları
yörüklere. Ama az, ama çok.
İşte Yanıkhanlı Fadime de yetim kardeşlerinin yiyeceği, asmadaki beş on
salkımı keser, doldurup bir sepete vurur- gider yörük çadırlarına satmaya
bir gün.. Nasıl satmasın ki, evin vergisinden tutun da üç yetimin yiyip
içeceğine kadar her şey o'na bakıyor. Babası kuyu temizlerken boğulup
ölmese, anasının ömrü yetseydi bu işler O'na kalır mıydı? O da el kızları
gibi düğün bayramlarda giyinip-kuşanıp bir tek çeyizini çemenini düşünürdü.
Ama neylesin ki hal böyle değil. Gerçi komşu oğlu Halil, hem babalık hem
kardeşlik eden Fadime'ye ama, yine de Fadime düşünceli... Herşeye Halil
koşsun ister mi? Zaten yeteri kadar yük oluyorlar O'na... İşte bunun içinde
Halil şehre inince keser asmanın üzümlerini, varır gider yörük çadırlarına
satmaya.
Çadırlara yaklaşınca bir ünler, iki ünler, ses yok! Derken, insanlardan
önce köpekler duyup koşuşurlar sese. Fadime'nin yüreği yekinir köpekleri
görünce. Neyse ki çok geçmeden iki yandan, bunlar böyle kime sarar durur
ki, diye çadırlardan çıkanlar olur da, kurtarırlar Fadime'yi. Sonra da
yaşlı bir yörük kadını, alır çadırına götürür. Yörük beyinin çadırıdır
burası.
Yaşlı kadın da karısı. Çadır da çadırdır. Sanki dayalı döşeli bir konak. Su
içirir kadın önce Fadime'ye, korkusunu yensin diye... Sonra, şöyle biraz
dinlenmesi için uzanmasını söyler. Bir ara çadırın kapısında bir genç
görünür. Hemen doğrulur uzandığı yerden Fadime. Kıroba beyinin oğludur bu.
Ve avdan dönmektedir. Çadırın kapısına vardığında bir de bakar ki
delikanlı, güzellerden güzel bir kız. Hem de kendi çadırlarında. Anası
oğlunun sormasına koymadan bir bir anlatır meseleyi.
Delikanlı da; bir yandan anasının anlattıklarını dinler ama, bir yandan
kızdadır gözü. Baktıkça da yüreğinin başında şöyle bir kıpırdanma olur.
Baktıkça bakası gelir. İster ki, hiç gitmesin bu Yanıkhan'lı güzel kız
çadırlarından. Ama bir yandan da dayanamaz onun oracıktaki utanıp
sıkılmasına iyi bir fiyatla alır üzümü, uğurlar Yanıkhan'a doğru kızı. Bir
yandan da ünler ardından:
-Yine getir üzüm, olmaz mı?
-Olur, der Fadime der ya, beyin bakışlarından biraz ürktüğü için mi, yoksa
bir an önce eve varıp yetim kardeşilerini doyurmak için midir nedir, koşar
gibi gider Yanıkhan'a.
Fadime'nin bir sürü düşüncesi vardır. Evin algısı - vergisi, kardeşlerinin
yiyip giyeceği, harman-hasat... Ya yörük beyinin oğlu net'sin. Yüreğindeki
kıpırdanma bir küçücük köz olmuş, bu köz de büyümüş bir koskoca yanar olup
çıkmıştır. Kime dert yansın? Anasına dese:
-Emmin kızına hanidir sözledim di ben seni, diyecek. Babasına dese:
-Töremizde yok dışardan kız almak bizim, deyip çıkacak. Kime ne desin? Bir
gün böyle, üç gün böyle beş gün böyle...
Hayvanlar yakın çevrede doyunamayıp, yarı aç dönmeye başlarlar. Oba, Seki
yaylasına göçecek. Ama yörük beyinin oğlu; ha bugün, ha yarın deyip
geciktirir durur göçü. Delikanlı bir açabilse anacığına derdini, bir razı
edebilse Fadime'yi istemeye onları...
Bir süre bakar ki; bu iş öyle beklemekle olacak cinsten değil. Yüzün
kızartıp varır anasına anlatır O'na herşeyi.
Ana bakar ki oğlunun hali hal değil, razı olur ve babasına açar meseleyi.
Baba da toplar obanın ileri gelenlerini, fikirlerini sorar onların.
Kabullenmeyip de ne edecekler Kıroba'nın ileri gelenleri böyle bir isteği.
Delikanlı elden gitti - gider. Kabullenirler.
Hemen Yanıkhan imamına elçi gönderilir, istetilir Fadime. İmam duyunca
şöyle bir düşünür." Fadime yetim. Halil bakıyor bakmasına ama, yine de
yuvasını kurmalı" Sonra varır muhtara, anlatır olanı - biteni. O da
Halil'e..
Halil genç... Halil hem Fadime'nin ağası, hem can yoldaşı. Yörükbeyinin
oğlundaki yürek de; Halil'deki değil mi? Ama gel gör ki Halil bir kez
"yetim" diye elini uzatmış onlara.
Tutup da diyebilir mi "Fadime benimle evlen", diye. Sonra; O eh dese bile
el ne düşünür.
-Bak hele Halil'e kızda gözü varmış da onaymış yardımı, demez mi? İmamla
muhtar, Halil'e:
-Sen Fadime'nin hem kardeşisin, hem babası. Bu işe ne dersin? Kıroba
beyinin oğlu ile evlenirse yokluğa tövbe eder fıkara, derler. Ne desin
Halil:
-Fadime bilir. Yetim kişi kendi göbeğini kendi keser der, çıkar işin
içinden. Ondan sonra Fadime de:
-Yok ben Halil'i isterim diyemez ya! Eh der... Ve uzatmayalım verilir
Fadime.
Yörük Beyinoğlu sevinçli. Yörük Beyinin oğlu sabırsız. Ama Halil'in
yüreğinin orta yerinde bir yara ki; kanar durur. Kimseciklere de, halim
budur, diyemez.
Düğün hazırlıkları bir yandan başlaya dursun, bir yandan da eşe dosta
okuntu salınır.
Yollar nice ırak olursa olsun dağ insanı komşudur, birbirine. Erzurum
yaylarının yörüklerine değin salınır haber. Duyan gelir, duyan gelir ve bir
hafta yenilir içilir, güreş tutulup cirit oynanır. Yarışlar sürer gider. Ve
haftanın çarşambasında çeyizle birlikte yetim kardeşlerini gönderip,
perşembesinde de Fadime'yi Kırobalılara gelin gönderirler Yanıkhanlılar.
Kişioğlunun alışamadığı şey var mıdır ki Fadime alışmasın gittiği yerin
töresine. Oba da düğünün çoğuna kalmadan seki yaylasını, daha sonraki
aylarda da yeni yeni yaylaları yurt tutar. Yanıkhan, oradaki arkadaşları,
evi ve Halil çok gerilerde kalmıştır artık. Ve yüreğinin başında bir özlem
olmuştur hepsi Fadime'nin.
Bir kız gelin olup da eşikten adımını attı mı, baba evini unutmalı derler.
Zaten unutmasa net'sin Fadimecik. Böylece aylar, derken yıllar geçer.
Yıllar geçer ya hala Fadime'nin çocuğu yoktur. Obadan sevinenler olur buna.
Söz edenler olur Fadime'nin kısırlığını...
Ama hepsini içine atar Yanıkhan'lı yörük gelini. Sinesine çeker. Hatta
kaynananın, kaynatanın bile yüzü değişir bir zaman sonra. Değişmese bile
insana öyle gelir. Böylece gider zaman yedi yılı bulur. Evet, herkesin,
Fadime daha çocuk sahibi olamaz, diye düşündüğü sırada, koskoca yedi yıl
sonra çocuğa kalır Fadime.
Sonra da; güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya
getirir. Kurtulur herkesin dilinden. Onca yıl kendini iğneleyenlere, nispet
yapanlara karşı durur mu Fadime gayrı. Bu kez o başlar.
Hele bir gün Elmalı yöresine göç kararlaştırınca, her göçte obanın önünden
giden kara mayanın üstüne sarar beşiği. Ala kilime sardığı bebeğini de
koyar beşiğe.
Devenin ipi elinde, göçün önünden yürümeye başlar. Sevinçten içi içine
sığmaz Fadime'nin. Epey yol alırlar, yol mu koyar, yedi yılda bir bulunan
bebeğin anasına? Elinde kara mayanın ipi ve kara mayanın üstünde ala kilime
sarılı oğlu. Derken bir ormana girerler.
Toroslar'da yağmurun fırtınanın ne zaman geleceği belli olur mu? Bakmışsın
karşı yakaya yağmur yağıyor, beri yakada bir kararma, bir fırtına alır
yürür. İşte o ara öyle bir karanlık, öylesine bir fırtına sarıverir ki
ortalığı. Göz gözü görmez olur. Karanlık sürdükçe ormandaki yol uzar.
Ananın aklı - fikri yavrusundadır. Bir karanlık dağılsa, bir fırtına bitse
de kara mayayı çöktürüp, şöyle bağrına basa basa sevebilse yavrusunu.
Uzun bir süre sonra aydınlanır etraf. Zaten oba, ormanın bitimindeki konak
yerine de varmıştır. Yükler bir bir indirilmeye başlar. Fadime kara mayayı
çöktürür, yavrusunu alıp sevecek. Ama bakar ki, kara mayanın üstündeki
beşik boş... Ala kilime sarılı yavrusu yok beşikte.
Ana deliye döner. Bütün obayı sarar kara haber. Dayı hemen atına atlayıp
sürer gider ormana doğru bebeği aramaya. Ana yüreği bu. Durabilir mi
Fadime? O da yaya düşer yola.
Derken emmi oğluyla doğru giderler orman boyunca gerisin geriye. Anasının
gözü uçup gider kuzgunlarda. Ananın gözü dal uçlarındadır... Ve
dudaklarında bir ağıt!
Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Dayım atlı emmim yaya
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi
Dayı hayli öndedir. Bir ara iki yanına bakarken dalın ucunda asılı kalmış
ala kilime gözü ilişir. Varıp ağacın altına yavruyu arar ama, boşunadır
araması. Kuzgunlar ağacın altında dolaşmaktadır hala.
İndirir ala kilimi, oracıktaki kemikleri sarar ona. Sonra biraz ilerdeki
büyükçe bir taşı kaldırarak altına gömer ve aynı taşla kapatır üstünü.
-Anası görmemeli, bilmemeli, yoksa can mı dayanır buna diye düşünür. Ve
zaman geçirmeden döner geriye.
-Bir şeycikler yok oralarda. En ufak bir ize bile rastlamadım, dönelim der
karşıdan gelenlere. Gerisin geri dönerler Elmalı yaylasına doğru.
Ama Fadime'nin ayakları geri geri gitmektedir. Bir ara nasıl olduysa
yanındakilerin kaşı ile gözü arasında döner geriye, vurur gider ormana. Ve
yine ağıt dudaklarında ve yine dizlerini döve döve:
Ala kilime sardığım
Yüksek mayaya koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum bebek
Beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.
Derken bir akkuş belirir önünde. Sanki gel etmektedir bu ağzı dili söylemez
hayvan. Sıçraya sıçraya ilerki kayanın başına konar kuş. Fadime de varır
kuşun yanına. Yavrusunun orada gömülü olduğundan habersiz çıkarıp atar
ayağındaki çizmeyi filan vurur bağrına, söylenir kuzgunlara ağıdında:
Havada kuzgunlar dolaşır
Kargalar üleş bölüşür
Kara haberler dolaşır
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.
Neden sonra Kırobalılar farkına varır acılı ananın yokluğunu da dönerler
geri, aramak için. Ama ne mümkün. Sadece aktaşın yanında kırmızı çizmesine
rastlarlar O'nun.
Ve de taşın üstünde bir akkuş dönmektedir.
Dayı bir bir anlatır daha önce gördüklerini. Kırobalılar mezarın üstünde
dönen ve kendilerini görünce kaçıp giden bu akkuşu Fadime sayarlar ve
yürekleri ferah dönerler Elmalı yaylasına.
Bundan sonrası için derler ki: Fadime o acıyla vurmuş gitmiş aşağı yöreye.
Değirmenci Mehmet dayı rastlamış O'na ve bir baba gibi teselli etmiş onu.
Kaybolmaz bebek. Çevre köylerden birinden bulan olmuştur. Yaz gelende sorup
soruştururuz, demiş.
Ama yine de Fadime alıp başını deli-divane yollara düşmüş. Olacak işte,
böyle bir zamanda bulmuş Halil'ini değirmenin yakının da.
Hem ağlayıp, hem eski günleri söylemişler bir bir.
Sonra mı? Sonra iyi yürekli değirmenci bunları baş-göz edip baba mirası
değirmeni de onlara bırakıp koyup gitmiş köyüne. Yusuf Ziya Demircioğlu
böyle anlatmış, biz de size böyle aktardık.
Evet sayın okurlar, Fadime yine öyle bilsin herşeyi.
Çevre köyden, bilmediği birisine evlat oldu bilsin yavrusunu.
Yanıkhanlılar, Kırobalılar, Fadime'nin her dara düşenin yardımına koşan bir
akkuş olduğundan söz etsin.
Yanıkhanlı yörük gelini bilmiyor ya olanı biteni. Çocuğun başına gelenleri
bilmiyor ya. Ve şimdi Halil'den olan yavruları dönüp dolaşıyor ya evinin
yöresinde, yeter.
Kaynak:
Öyküleriyle Halk Türküleri (Notalı) - Hamdi Tanses
Şemsi Ergin
Elazığ
____________________
!! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!