Şiir Nedir, Nasıl Yazılır, Neyi Anlatır?
Siir Sanatı Üzerine Düşünceler*
Şiirsel sırla kutsanmış olan uzman kimseler için yazmıyorum;
şiirlerimden birini duyarlı bir insan anlamayınca bu içime her defasında
dert olmuştur.
Edebiyatın kökeni bana göre gizli bir düştür hep. Bu düşü
yönlendirmekten zevk alıyorum, meğerki belli günlerde esinlenip düşün
kendiliğinden yönlendirileceği duygusuna sahip olayım.
Buna karşın düşün rastlantısal bir durumda kaybolması hiç de işime
gelmez (demek istediğim, rastlantısalda ayallere dalarak geçirmek. Onu
sağlam bir düş yapmaya çalışıyorum, iç mekânlarla iç zamanın kesişmesine
göre dışarıdan ayarlanan bir tür Galion şekli1, -bu arada beyaz kâğıt, düş
için dışarıyı yansıtır.
Düş görmek demek kendi vücudunun cismini unutmak, dış dünyayı belli
anlamda içle eritmek demektir. Belki de kozmik şairin her zaman hazır
oluşunun kökeni burada yatar. Gördüğüm şeyi biraz olsun hep hayal ederim,
hem de ona baktığım anda ve onu sürekli algıladığım tarzda; oire â la
Sourcea duyumsadığım şey hâlâ geçerlidir: Serbest doğa, gözle taranırken
benim için sanki bir anda iç doğa haline gelir, dış dünyadan kendine özgü
bir biçimde iç mekâna kaydırma yoluyla, bunun sonucunda kendimi sözümona
düşünsel dünyamda ileriye doğru hareket ettiriyorum.
Dünya karşısındaki hayretim zaman zaman garip karşılanmıştır; bu, hem
benim sürekli düş dünyasında olmamdan, hem de belleğimin kötü olmasından
ileri gelmekledir. Her ikisi de beni bir sürprizden bir başkasına
sürükleyip her şeye hep hayret etmem için zorluyor. bak hele, şurada
ağaçlar var, orada deniz. Şurada kadınlar var, hatta içlerinde çok
güzelleri de ...
Ama düş gördüğüm zaman belli bir ihtiyaç, beni şiir yazarken açık
olmaya zorlar, hatta doğruluk hırsının esiri olurum. İşte bu, uyuyan
kimsenin düşünü canlandıran biçime uymuyor mu? Düş -çift anlamlılığına
kadar- tam olarak çizilmiştir. Uyanınca çizgiler kaybolur ve düş karmaşık,
hayal meyal bir durum alır.
İç benimi çok uzun süre dikkate almayışımdan dolayı açıklamamı biraz
geç yaptım. Onun açık biçimde karşısına çıkmaya cesaret edemiyordum; bunu
oemes de lumor tristeb kanıtlıyor. İç evrenimin çılgın girdaplarına ve
tuzaklarına karşı koymak güçlü sinirleri gerektirir, bu evreni ben çok
ayrıntılı bir biçimde algılayıp aynı zamanda bin antenle alıyorum.
Modern şiiri bulmam uzun zaman aldı, Rimbaud ile Apolloniaire'n
etkisine girinceye kadar. Bu yazarları klasik ve romantik yazarlardan
ayıran ateş ve duman çemberini aşmak, önceleri mümkün olmuyordu. Bir
itirafta bulunmama izin verilirse -belki de bu daha çok bir arzudur: Ben,
sırada dumanı ateşe zarar vermeden dağıtmak isteyenlerden biri olmayı
denedim, böylece barışa katkım olacaktı ve eski edebiyat ile yenisi
arasında aracı olarak etki edecektim.
Edebiyat gittikçe nesnelleşince şairin ve çağımız insanlarının
acılarını, umutlarını ve sıkıntılarını -hep klasikçilerin gelenekleri ve
ışığı altında- ifade etmeyi kararlaştırdım. Bununla ilgili olarak Paul
Valery'in genç bir şaire yazdığı belli, ama hemen hemen bilinmeyen bir
önsözünü düşünüyorum: harmesn şairi Andre Casellieizelerinizden memnun
olmamanız için sebep yok. Ben onlarda mükemmel kalite tespit ettim,
bunlardan birisi benim için çok önemli: Ezginin doğruluğunu kastediyorum;
bu, şarkıcıya ses perdesinin doğruluğu (renginin) ne anlama geliyorsa şair
için de o anlamı ifade eder. Bu hakiki ezgiyi koruyunuz. Şiirinizde buna
işaret etmeme ve bunu övmeme şaşırmayınız. Ama en büyük zorluk işte
buradadır. Zorluk, bu ruhun doğru sesini sanatın yasası ile birleştirmekle
yatar. Gerçekten kendisi ve çok sade olması için çok büyük beceri ister.
Ama bunda beceri tek başına yeterli olmaz. diyor.
Kendi açımdan ben bu gerçek ezgiyi, sesin bu hakikiliğini ve sadeliği
hep korumaya çalıştım: düş, şiirselliğe zarar vermesinler diye yeterince
içime akıttı onları. Günümüzde şiir ve düzyazıdaki çılgınlıklar öylesine
büyük ki, böyle bir delilik bana artık hiç de cazip gelmiyor; bu çılgınlığı
yönlendiren ve ona akıllı görünümü veren belli bir akıllılıkta, kendi
haline terkedilmiş bir sarhoşlukta olduğundan daha çok baharat ve hatta
daha çok hardal tadı hissediyorum.
Her şiirsel yaratımda mutlaka sarhoşluk payı var, ama bu çılgınlığın
etkisiz ya da zararlı artıklardan ayrılması gerekir ve hem de çok tatlı bir
müdahaleyi gerektiren büyük bir titizlikle. Kendim bunu sadece sadelik ve
saydamlık yardımıyla başarıyorum, kendi esas düşüncelerime dayanana ve en
derin şiirimi açıklayana kadar. Ben doğaüstü olanın doğal olanla kendini
eşitlemesi ve bir pınar gibi akması (ya da en azından bu görüntüyü vermesi)
için ve ifade edilemeyeni, kökenini harikuladelik içinde kaybetmeden
tanıyalım ve alışalım yönünde etkili olmak için çaba harcıyorum.
Şairin elinde iki pedal var; açık olanı ona saydamlığa kadar gitmesine
izin verir, koyu olan ise girilmez yere kadar uzanır. Olasıdır ki ben koyu
pedala çok ender bastım. Eğer gizlemeyi istiyorsam, bu tamamıyla çok doğal
olarak cereyan eder, keza şiirin peçesiyle -öyle sanıyorum. Şair çok kez
hararet dolu karanlık içinde çalışır. Ama soğuk demircilik yapmanın da
yararları var. Net olduğu için daha büyük cesaret sağlar bize. Günün
birinde kaçamak bir dalgınlık ve daha sonradan kavrayamayacağımız
kontrolsüzlük durumu üzerine olduğu gibi tartışmak zorunda
kalmayacağımızdan eminiz. Bu düşünsel aydınlığa, yapım itibariyle karanlık
oluşumdan çok daha fazla ihtiyaç duyuyorum. Benim için başlangıç durumunda
belli bir karmaşıklığı olmayan şiir yoktur. Onu yaşam gücünü bilinçsizlik
içinde kaybetmeden büyük açıklık içinde elde etmeye çalışıyorum.
Yabancı unsurlara intibak edip insan vücudunun sıcaklığını alırlarsa
izin veriyorum. Burada bir ya da daha çok kırık çizgilerden düz çizgi
oluşturmaya çalışıyorum. Belli şairler sık sık çılgınlıklarının kurbanı
olurlar. Kendilerini gevşekliğin zevkine kaptırıp şiirin güzelliği için hiç
de özen göstermezler. Ya da -başka bir benzetme yapmak gerekirse-
kadehlerini ağzına kadar doldurup bu arada okuyucularına ikram etmeyi
unuturlar.
Ben bayağılık korkusunu hemen hemen bilmem, ama pek çok yazar bunun
etkisi altındadır. Oysa beni bunun yerine özelliğimin anlaşılmaması duygusu
rahatsız ediyor. Şiirsel sırla kutsanmış olan uzman kimseler için
yazmıyorum; şiirlerimden birini duyarlı bir insan anlamayınca bu içime her
defasında dert olmuştur.
Mecaz, şair için karanlığı aydınlatan sihirli lamba demektir. Yazar,
şiirin kalbinin çarptığı merkeze yaklaşınca lamba aynı zamanda aydınlanan
üst yüzey haline gelir. Bir imgeden diğerine geçiş aynı zamanda şiir
olmalı. Yoruma gelince, onun şiirsel olmadığı iddia ediliyordu. Bu iddia,
mantıkçıların anlayacağı biçimde bir açıklama ise o zaman isabetlidir.
Düşten taşan anlamlar var; bunlar şiirsel ortamı terketmeden kendilerini
belli ettirebilirler.
Bu yolla şair bütün şiirin iç ilişkisi ve kolay anlaşılır olması için
gayret edebilir; şiirin yüzeyi açık ve saydam olacaktır, ama bu sırada
mistik yönü derinlere kaçar. Yazdığım şiirden imgeleri düzenleyip doğru
biçimde akord etmesini beklerim. Şiir benim iç düşümde yüzdüğü için ona ara
sıra anlatım biçimi vermeyi düşünmem. Anlatıcının mantığı şairin dalgalanan
düşlerine bekçilik eder. Şiirin bütünündeki bu gerilimli ilişki onun
büyüsünü bozmaz, aksine temel oluşumunu sağlamlaştırır. Anlatıcı bendeki
şairi gözetliyor diyorsam bu, edebi türler arasındaki farkı gözden
kaçırıyorum demek değildir. Anlatım düz çizgi üzerinden bir noktadan
öbürüne giderken şiir -genel olarak anladığım gibi- yoğunlaşan ortamlarda
gelişir.
Ben yaşamı boyunca gözünde pertavsızla çalışan saatçi bir ailenin
üyesiyim. Eğer bütün şiir gözümüzün altında harekete geçecekse en küçük
yayların bile yerine oturması gerek.
Yazmaya başlamak için ilham gelmesini beklemem; onun üzerine gitmek
suretiyle yolun yarısından fazlasını katetmiş oluyorum. Şair emir altında
yazar gibi çok ender anları bekleyemez. Bana öyle geliyor ki, onun da bilim
adamının işe başlamadan önce ilham beklemediği gibi yapması lâzım. Bilim öz
tevazu için bu anlamda mükemmel bir okuldur, en azından tersi söz konusu
olmadığı sürece; çünkü bilim, insanın sürekli yeteneğine güvenir, sadece
birkaç eşref saatine değil. içimizde ince bir sis perdesi arkasında bir
şiir beklerken hiçbir şey söyleyemediğimizi ne kadar çok da düşünürüz. Şiir
içimize doğsun diye günlük rastgele gürültüyü kesmek için bu kadarı yeter
artık.
Stendhal, yazarların sadece ve sadece sebat etmelerine güvenirdi. Bunu
yaparken uzun bir huzursuzluk sonucu ortaya çıkmış istek dışı eşek
inatlılığı düşünmüş olması olasıdır. İlham olarak kabul edilen şey,
bilinçsiz ve çok eskilere dayanan bir sebatın ürünüdür; bu sebat günün
birinde meyvelerini verir. Bizim çatı penceresi gibi bir yerden içimizde
normalde görünmeyen bazı şeyleri görmemizi sağlar.
Aşırı özgünlükten yana değilim (bir iki parlayan istisnalarla birlikte,
Lautreamont ya da Michaux gibi); klasik yazarlarımızda olduğu gibi daha az
bilinçli bir özgünlüğü yeğlerim.
Sözcükleri mücevher gibi işlemeyi beceren belli şairlerin mükemmel
örneklerine karşın çoğunlukla sözcükleri düşünmeden yazarım, hatta
düşüncelerimi ya da daha çok şiirin ortaya çıktığı düşünce ile düş
arasındaki geçişi daha çok daraltmak için onların varlığını unutmaya
zorlarım kendimi. Burada söz konusu olan şairane düşünce değil, daha çok
ona mümkün olan uygunluk ya da gerçekten bunun istenmesidir. Yaratma
duygusu -en azından benim duyumsadığım kadarıyla- burada arka sayfada
göstermeye çalışmıştım, hem de Jean Pulhan'n Nouvelle Revue Française'eki
anketine verdiğim cevapta. (Burada söz konusu olan bu dolulukta ender
duyumsadığım kendinden geçmenin liriksel durumudur; önceki sayfaların
gösterdiği gibi yazabilmek için böyle bir uzaklaştırmayı beklemem
gerekmiyor.) Bende ilham kendini genelde her yerde aynı zamanda olma
duygusunda gösterir, hem mekânda hem de kalbin ve düşüncenin çeşitli
bölgelerinde. Buna göre şiirse durum bende belli büyüleyici karmaşadan
ortaya çıkar, düşüncelerin ve imgelerin yaşam bulmaya başladığı ve kesin
biçimsel sınırlarından vazgeçtikleri, ister başka imgelere atlamak için
olsun -bu alanda ayırım yoktur, hiçbir şey gerçekten uzak değil-, ister
derinlere dalan ve onları belirsizleştiren değişiklikleri duyumsamak için
olsun. Düşlerle karışmış akıl için zıtlıklar gerçekten yok artık: olumlu
yanıt ile olumsuz yanıt, geçmiş ile gelecek, ümitsizlik ile ümit, çılgınlık
ile usluluk, ölüm ile yaşam, bunlar bir araya gelir. Şimdi iç şarkı dile
gelip uygun sözcükleri seçer. Aydınlığa çıkmak için zorlayan karanlığa
yardım olsun diye kendimi yanılsamaya bırakırım, bu sırada önce derinlerden
yukarı çıkmak için sabırsızca mücadele etmiş olan imgeler canlanıp kâğıt
yüzeyinde otururlar. Bu duruma geldikten sonra ne yapacağım daha netleşir:
tehlikeli güçler yarattım, bunları efsunlayıp varlığımın temelinin
müttefikleri yaptım.
Pulhan bana meseleyi ortaya koyma biçimimin bizzat düzyazı bir şiire
yaklaştığını söyledi. Bunun sebebi çoğunlukla düşüncelerimle imgeler
dünyasının sadece önlerine kadar gidiyor olmamdır. Eğer -kendine uygun-
imge, kavramdan daha az doğru ise, o zaman onun yerine daha büyük yansıma
gücü olur ve bilinçsiz olanın daha derinlerine nüfuz eder. Şiirde imgeyi
somutlaştıran işte budur, bu sırada az çok formül haline getirilmiş kavram,
sadece anlaşmaya hizmet edip şiirin derinlerden yavaş yavaş yukarı çıkıp
başka bir imge halini almasına yardım eder.
Benim şiirimde biraz olsun insancıllık varsa bunu verimsiz
topraklarımın bakımını denenmiş gübre ile, acı ile, besliyor olmam açıklar
belki. Belki de şiirimi cansız kılan bu ardı arası kesilmeyen donuk
çekingenliktir. Vücutla ya da düşüncelerle acı çekmek demek, kendini
düşünmek, kendi benine yönelmek demektir. Onun istencine karşı bir şekilde
kendini düşünmek, sefalet içinde bulunmak ve büsbütün açıkta kalmak
anlamına gelir. Çoğunlukla kendi içimde duyumsadığım korkunçluklarla boy
ölçüşmekten az çok korkmuşumdur. Bunları diğerlerinden daha zindeleştirici
bir etki bırakan yalın ve günlük sözcüklerle yumuşatırım. (Bizi çocukken
büyük korkularımız karşısında sakinleştiren bu kelimeler değil mi?)
Duyulmamış olanın kendini çoğunlukla korku belirtisi olarak gösteren
zehrini tarafsızlaştırmak için onların çoğunlukla denenmiş uslulukları ve
dostlukları üzerine kurarım. Usluluğumun çoğunu belki de sık sık kimi
delilikleri bastırmak zorunda olmama borçluyum.
Şiirde (en azından kendi şiirimde) çok fazla şatafatı sevmem. Onu uygun
ve kendi parlaklığını birazcık dağıtmış olarak görmek isterim. Eğer olması
gerekli ise mucize güvercin ayaklarına yaklaşmalı ve dokunduktan sonra aynı
şekilde geri çekilmeli. Bizi darmadağın eden karmaşık ve garip duyulan
vazgeçme noktasına kadar geri itmek hoşuma gidiyor. Üstelik bir şiirdeki
belli düzyazı cümlelerin ortaya koyduğu merkezi güce çok değer veririm
(bunun için doğrusu bunların doğru ses sırasını izlemeleri ve ritimleri
tarafından taşınmaları gerekir). Bunun gibi cümleler doğallıkları sayesinde
trajik anlarda fevkalâde heyecan verici olurlar. Victor Hugo eş noirs
chevaux de la Mort gelmekte olduğunu duyunca iki tane basit düzyazı dizeyi
ekler (ama bunlar tanrısal ses sıralamasından ve yine aynı ritimlerden
oluşuyor):
Je suis conıme cehil qui sitant trop hâie
Atteud sur le ehemin que la voititre passe.
Çok değişik biçimleri kullanıyorum: vers reguUers (ya da hemen hemen
onun gibi); içimde kafiye ihtiyacı belirince uyaklaşan kafiyesiz dizeler;
vers libres; ritmik düzyazıya yaklaşan özdeyişsel kıtalar. Benim için
doğallık önemli olduğunda önceden hangi biçimi kullanacağımın planını
yapmam. Seçimi kendisi yapması için bunu şiirime bırakırım. Ama bu,
tekniğin küçümsenmesi anlamına gelmez, daha çok onun esnekleşlirilmesi
demektir. Ama ya da, en iyisi sadece her şiirde kendini sabitleştiren ve
onun şarkısıyla uyum içine giren hareketli tekniktir. Belki de bu yine
buluş için büyük bir hareket alanı sağlar.
Ars poetica1 her şaire kendini gösterdiği şiir biçiminin boşboğaz
övgüsüne az çok fırsat verir. İşle bundan dolayı Verlaine vers inıpairs,
buna karşın Valery klasik tarza ve Mallarmein tarzına göre vers réguliers
önerir, Cİaudel ise veciz kıtayı. Benden önceki ünlülerin aksine çeşitli
heveslerimi büyük saflıkla ortaya koyduğumdan ve düş görme ile aynı olan
kayıtsızlığımdan dolayı bağışlanmamı isterim. Tam bilinçlenmeden yazmayı
severim ve bunu büyük bir hevesle, sanki doğanın bütün işi kendisi
yapıyormuş gibi göründüğü bahçede yaparım. Elbette ki açık yerler, geniş
sınırsız alan, insanın dikkatini toplamasını zorlaştırır. Ama bahçe çitle
çevrilmiş ise hava ve yer yönlendirici düşünce yıkanmasına olanak verir, bu
ise kendi açısından şiirin, gölgenin ve serinletici tazeliğin dostudur.
Her şairin kendi sırları var. Benimkilerden birkaçını, o çift kişiliği
açıklamak suretiyle size anlatmaya çalıştım; o -gölgede saklanmış-bizi
gözetliyor, bizi onaylıyor, ya da yeni yazdığımız kâğıdı yırttırıyor. Ama
bizim en önemli sırrımız hakkında size hemen hemen hiçbir şey anlatmadım,
-dıştan- yargılayabilmek için şairde bulunan ve kendini ondan hiçbir zaman
tamamen ayıramadığı mistikten. İsterim şiirlerimde bu sır bir sığınak
bulmuş olsun.
Jules Supervielle
Çeviri: Hüseyin Salihoğlu
____________________
Ya olduğun gibi görün, ya da
göründüğün gibi ol.