Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 1415

  Cumartesi, 21. Aralık 2024 19:14   User Online: 64 

Üye bilginiz

Üye merkeziniz

Özel Messajiniz

Ziyaretçi defteriniz

Üye lerimiz

Forumda çikiş

Forumlar

Genel

Kültür

Atatürk

Türkiye

Bilgilendirme

Spor

Site ve Radyo

Arsiv II Genel

Arsiv Kultur

Resim
AglayanDostluk Resimi 4UymuslarGuen_Batimi.jpgDaglardan akan SuSevimli 4Cicek -2Dostluk 6Manzara -10KirmizigulSevimli4Sevimli 19Dostluk Resimi Aslaniki kalpTabiat 9Bebek -8HayalBayrak3Cok Yorulmus

Portal Menüsü
Bilgiller
Bilgi ekle
Ekart
Pano
Haberler
Takvim
Resimler
Şiir
Fikra
Bizi tavsiye et
Site Anket
Site kural Impressum
Download tavsiyeler
 Link Tavsiyeler
Bize ulaşım

Dostsesi.Com Kültür Forum Sisteme girmen gerek


Aşağı git
« Ön  Diğer »
küçükten büyüğe do;ğru sırala büyükten küçüğe doğru sırala      print
Konuyu açan: Konu: YA?AR KEMAL Biyografi
Junior Member
Junior Member

ayse07
Cevaplar: 30
kayıt olmuş: 1/10/2010
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 3/10/2010 Saat 10:38  
Romancı.

Asıl adı Kemal Sadık GÖKÇELİ. Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu. Aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Günseli) köyünden olan ailesi Birinci Dünya Savaşı’ndaki işgal yüzünden uzun bir göç süreci sonunda Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşmişti. Küçük yaşta bir kaza nedeniyle bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal 5 yaşındayken babasının Hemite Camiinde namaz kılarken öldürülmesine tanık oldu. Burhanlı köyü ilkokulunda başladığı ilköğrenimini Kadirli Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladı. Adana’da ortaokula devam ederken bir yandan da çırçır fabrikasında işçilik yaptı. Ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Yirmiye yakın işte çalıştığı bu yıllarda en uzun işi beş yıl üst üste yaptığı çeltik tarlalarında kontrolörlük oldu. Bu arada 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. Askerlikten sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptıktan sonra arzuhalcilik yapmaya başladı, çeşitli güçlüklerle karşılaştığı için bu işi de sürdüremedi. 1950’de Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı eylemde bulunmak savıyla tutuklandı ve bir süre Kozan Cezaevi’nde yattı. 1951’de salıverilince İstanbul’a gitti

Kısa bir işsizlik döneminin ardından Cumhuriyet gazetesinde röportaj yazarlığı ile başladığı gazeteciliği fıkra yazarlığı ve kurduğu yurt haberleri serisinin yönetimi ile sürdürdü (1951-63). 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Propaganda Komitesi başkanlığı ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1963’te ayrıldığı gazetecilikten sonra kendini bütünüyle roman yazma uğraşına verdi. 1967’de haftalık dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. Sorumlusu olduğu bu derginin yayınları arasında çıkan Marksizmin Temel Kitabı adlı yapıttan dolayı 18 ay hüküm giydi. Bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Ant dergisindeki yazılarından dolayı çeşitli kovuşturmalara uğradı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 yıllarında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1995’te Der Spiegel’de çıkan bir yazısı dolayısıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, 20 ay hapis cezasına çarptırıldı ve cezası ertelendi. PEN Yazarlar Derneği üyesi. Halen İstanbul’da yaşamakta ve yazarlık ile yaşamını sürdürmekte olan Yaşar Kemal bir çocuk babasıdır.

Yazar küçük yaşlarda halk edebiyatına ilgi duydu; saz çalmaya, türkü söylemeye ve destanlar anlatmaya başladı. Yöredeki halk ozanlarıyla karşılıklı atışmalar yaptı. İlkokulda okurken şiir yazmaya başladı. Köy köy dolaşarak folklor ürünleri derledi. Bu yıllarda şiirlerini Kemal Sadık Göğceli adı ile Türksözü (1939), Yeni Adana (1939) ve Vakit (1940) gazetelerinde ve Varlık, Kovan, Ülkü, Millet, Beşpınar dergilerinde yayımladı. 1940’lı yıllarda Adana’da çıkan Çığ dergisi çevresindeki yazar ve aydınlarla ilişki kurdu ve şiirleri o dergide de yayımlanmaya başladı. Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino ile kurduğu yakınlık onun düşünce ve edebiyat dünyasının gelişimini etkiledi. Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalıştığı dönemde eski Yunan klasiklerinden Çukurova tarihine kadar pek çok kitapla tanışma olanağı buldu. Bu sıralarda Orhan Kemal’le de tanıştı. İlk öyküleri “Bebek”, “Dükkâncı”, “Memet ile Memet” 1950’lerde yayımlandı. İlk öyküsü “Pis Hikâye”yi ise 1944’te Kayseri’de askerliğini yaparken yazdı. Gözleme dayanan bu ilk öykülerinde konularını Çukurova ve Çukurova insanından aldı; bu yöre insanlarının ekonomik sıkıntılar ve güç doğa koşullarındaki savaşımını insan-doğa-çevre ilişkisi içerisinde ele aldı; giderek uzun öykülere yöneldi.


Bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar (1943), o güne değin hiç derlenmemiş ya da çok az ilgi gösterilmiş tekerlemeleri ve ağıtları gün ışığına çıkardı. Bu ağıtları 16 yaşından itibaren derlemeye başlayan yazar, daha sonra Karacaoğlan’ın yayımlanmamış şiirleri üzerine çalıştı. Söz konusu derleme ve çalışmalar, yazarın ileride yazacağı romanlara önemli ölçüde malzeme sağladı.

Cumhuriyet gazetesine girdikten sonra Yaşar Kemal imzası ile yazmaya başladı. Bu dönemde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajları ile tanınmaya başladı: “Yanan Ormanlarda Elli Gün” (1955), “Çukurova Yana Yana” (1955). “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” (1955), “Peri Bacaları” (1957). 1952’de yayımlanan ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ta da yer alan “Bebek” öyküsünün Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmeye başlandığı dönemde yazarın imzasına olan merak giderek artmaya başladı. 1953-54’te Cumhuriyet’te tefrika edilen ilk romanı İnce Memed ise büyük ilgi uyandırdı.

Türkiye’de tarımdan sanayileşmeye geçiş evresi olarak nitelenebilecek 1950’li yıllarda, Çukurova’nın geniş biçimde makineleşmeye açılması ve verimli topraklar üzerindeki ağalar arası rant savaşımının kızışması, bunun yoksul Çukurova köylüsü üzerindeki sonuçları Yaşar Kemal’in romanlarının ilk evresinin ana temasını oluşturmuştur denilebilir. Ağa baskısı karşısında dağa çıkan eşkıya İnce Memed’le yazar, bir destan kahramanını anlatırken aynı zamanda toplumsal yapıdaki aksaklıkların da eleştirisini yapar. Roman, ağalara karşı Çukurova’nın yoksul halkına arka çıkan İnce Memed’in halkı için savaşımını konu alır. Roman kahramanının Toroslar’da beş köyün bütün topraklarına sahip bir ağaya karşı direnişi ve çekişmeleri uzun bir serüveni kapsar. Sonunda İnce Memed toprakları gerçek sahipleri olan köylülere dağıtır, ağayı öldürür, dağa çekilip kayıplara karışır ve bir efsane kişisi haline gelir. Yazarın kendi deyimiyle “mecbur adamın” öyküsüdür İnce Memed. Yayımlandığı dönemde büyük yankı yaratmış olan İnce Memed’de yazarın geleneksel masal, efsane tema ve motiflerinden yararlanarak çağdaş düzeyde romantik bir öykü kurduğu gözlenir. Teneke (1967), Çukurova yöresindeki çeltik ağalarına karşı mücadele eden ve köylünün yanında yer alan genç ve idealist bir kaymakamın trajik öyküsünü işler, “aydının mücadele gücü”nü dile getirir. Daha sonra bu romanı iki perdelik oyun biçiminde sahneye uyarlamıştır.

Psikoloji ve simgesel öğelerin yer yer ağır bastığı “Dağın Öteki Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı olan Orta Direk’te (1960) yazar, “Torosların arka yanındaki” bir köyün insanlarının, pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak için, Çukurova’ya doğru yola koyuluşlarını, tabiatla dövüşe dövüşe Çukurova’ya varışlarını anlatır. Roman destansı bir hava içinde ve bu havaya uygun bir Türkçe ile kaleme alınmıştır. Bu “üçleme” yazarın, Orta Direk’in önsözünde de belirttiği gibi, kendi yaşantısı ve tanıklığıdır. Dizinin ikinci kitabı Yer Demir Gök Bakır (1963) bir köy topluluğunun mit yaratması öyküsüdür. Yer Demir Gök Bakır’da, güçlükler içinde bunalan, yaşama şartlarını değiştirmek için bir umutları, bir düşünceleri olmayan köylülerin, insanoğlunun çaresiz kaldıkça başvurduğu çözüme başvurarak, bir mit yaratmalarını ve bu mite sığınışlarını anlatır. Üçlemenin son kitabı Ölmez Otu’nda ise bir yandan değişen koşullar içinde bu mitin yıkılışı anlatılırken, diğer yandan da bir kişinin bir cinayet mitini yaratışı anlatılır. Üçlemenin ilk iki kitabında korkunç sefalet koşullarında duygulanımlara kapılmadan, büyük bir serinkanlılıkla ve bir romancı gözü ile köyün ekonomik ve toplumsal gerçekliği, köylülerin yaşama ve çalışma koşullarını veren Yaşar Kemal Ölmez Otu’nda nesnel koşulları geri plana alarak doğrudan doğruya insana eğilir.

“Irmak Roman” niteliğindeki “Akçasazın Ağaları” adlı dizinin ilk iki kitabı Demirciler Çarşısı Cinayeti (1973) ve Yusufcuk Yusuf’ta (1975) ülkenin tarihsel gelişimi sürecinde Çukurova’daki toplumsal yapının değişimi anlatılır: Derebeyi artığı ağa tipinin çöküşünü, yok oluşunu ve bu yok oluşa koşut giden gelişmeyi; bir başka yönüyle Demokrat Parti’nin kredi yardımları ile tarımdan para kazanan ağaların sanayiye yatırım yapmalarını anlatarak eski toprak ağalarının yavaş yavaş sanayici olmaları sürecini betimler. Ne var ki Yaşar Kemal bu toplumsal değişme sürecinin üzerinde fazla durmaz; asıl göstermek istediği, bir düzenin çöküşü ve yozlaşmasıdır. Bu romanlarında Çukurova’da kapitalizmin gelişmesiyle yok olmaya yüz tutan bir yapının son çırpınışlarını, toprak ağası iki ailenin gerçeğinde verir.

Hüyükteki Nar Ağacı’nda, Çukurova’da tarımdaki makineleşme sonucunda ortaya çıkan işsizlik sorunu ele alınır. Çukurova’ya çalışmaya inen kırsal kesim insanının bu yeni gelişme karşısındaki dramını ve çaresizliğini işler. “Kimsecik” üçlemesinin ilk kitabı Yağmurcuk Kuşu yarı özyaşam öyküsü niteliği taşımaktadır. Van Gölü kıyısındaki bir köyden yine Çukurova’ya göçen bir ailenin karşılaştıkları sorunlar çevresinde göç serüveni yansıtılır. Bu üçlemenin ortak noktasını köy insanlarının, özellikle de bir köy çocuğunun duyguları, düşünceleri, özleyişleri oluşturmaktadır. “Korku” teması bu “üçleme”nin odağında yer almaktadır. Özellikle “üçleme”nin ikinci kitabı Kale Kapısı “korkunun romanı” olarak nitelenebilir. “Üçleme”nin son kitabı Kanın Sesi bir evdeki kişilerin, daha çok da bir çocuğun, Salman’ın öyküsüdür aynı zamanda, Salman’la birlikte bütün çocukların öyküsüdür. Kanın Sesi “korkunun sesi”, “cinayetin sesi” olduğu kadar “sevginin sesi”dir de.

Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu’nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Halk öykücülüğünden yola çıkarak, sözlü gelenekte yaşayan Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik öykülerini Üç Anadolu Efsanesi (1967) adıyla yeniden kaleme almıştır. Ağrıdağı Efsanesi’nde (1970) bir aşk olayından yola çıkarak ve bu simgesel tema içerisinde baskı karşısında halkın dayanışma gücünü; Binboğalar Efsanesi’nde (1971) ise Toros eteklerindeki Türkmen göçebelerin yerleşik düzene geçmeleriyle ortaya çıkan güçlükleri, düş kırıklıklarını ve geçmiş yaşamlarına duydukları özlemi anlatır. Osmanlının son dönemlerinde haksızlıklara karşı dağa çıkmış bir eşkıyanın yaşamını Çakırcalı Efe’de (1972) ele alır. Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’da ise yine bir halk öyküsünden yola çıkar; alegorik bir üslupla sömürenlerle sömürülenler arasındaki ilişkiler anlatılır.

Yaşar Kemal 70’li yılların ortalarından itibaren yazarlığında yeni bir yönelimin ürünleri olarak nitelenebilecek ürünler vermeye başlar. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978) ve Deniz Küstü (1978) romanlarında yazar ilk kez Çukurova dışına çıkarak kenti ve deniz insanını konu edinir. Deniz Küstü’de büyük kentin karmaşasını, yozluğunu işler. Deniz insanının kentteki yaşam serüveninden yola çıkarak kente yabancılaşmasını, deniz doğasının yok oluşunu yansıtır. Aynı olguyu Kuşlar da Gitti’de çocukların dünyasından ele alır. Bir deniz kasabasındaki insanların sorunlarını, uğraşılarını, birbirleriyle ilişkilerini Al Gözüm Seyreyle Salih’te dile getirir.

“Bir Ada Hikâyesi” üçlemesinin ilk kitabı olarak kaleme aldığı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da Ege’de mübadele hükümleri gereğince Yunanistan’a göç ettirilen Rumların boşalttığı bir ada ekseninde Balkan Savaşı’ndan Sarıkamış’a, değin yakın tarihte yaşanan acıları dile getirir. K. Şahin, romanı değerlendirirken “Romanın asıl amacı, mübadele sonrasının kıpırtısızlığında bu topraklarda yaşanan savaşlara, çoktan unutulmuş olan, kimsenin sözünü bile etmediği, etmek istemediği savaşlara dair bir şeyler anlatmak sanki” der.

Yazarın Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı bireşim ve üslup onu her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmıştır. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, yakarışlar, sövgüler onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan özellikler olarak görünmektedir. Anlatımındaki özgünlük “düşle gerçeği, doğayla insanı iç içe” vermedeki başarısından kaynaklanmaktadır. Yarattığı dünyanın dış görünümünü etkileyici bir biçimde çizer. Şiirsel üslubu, olağanüstü düş gücü, modern romanla epik anlatım biçimlerini başarıyla bağdaştırması onu özgün kıldığı kadar güçlü de kılan özellikleridir.

Yazarın İnce Memed adlı romanı yaklaşık 40 dile çevrilerek yayımlandı. Diğer romanları da çok sayıda yabancı dile çevrildi; kitaplarının yurtdışındaki baskısı 140’tan fazladır. Bu bağlamda uluslararası bir üne sahip olan Yaşar Kemal ilgili kurum ve kişilerce Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterilmiştir.

Roman ve öykülerinden yapılan uyarlamalarla çağdaş Türk tiyatrosuna da katkıları oldu; Yer Demir Gök Bakır, “Uzundere” adıyla 1965’te, Teneke yazarın oyunlaştırması ile Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından 1965’te ve Ağrı Dağı Efsanesi 1974’te çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. Birçok yapıtı da sinemaya uyarlandı. Bunlardan “Beyaz Mendil”i 1955’te Lütfü Akad; “Namus Düşmanı”nı 1957’de Ziya Metin; “Alageyik”i 1959’da, “Karacaoğlan’ın Sevdası”nı 1959’da ve “Ölüm Tarlası”nı 1966’da Atıf Yılmaz; “Ağrı Dağı Efsanesi”ni 1974’te Memduh Ün; “Yılanı Öldürseler”i 1981’de Türkân Şoray, “İnce Memed”i 1984’te Peter Ustinov ve “Yer Demir Gök Bakır”ı 1987’de Zülfü Livaneli yönetti.


Bibliyografya

Öykü
Sarı Sıcak, İst.: Varlık, 1952
Bütün Hikâyeler, İst.: Cem, 1975.

Roman
İnce Memed, 1. c., İst., 1955; 2. c., İst., 1969; 3. c., İst., 1984; 4. c., 1987
Teneke, İst.: Varlık, 1955
Orta Direk, İst.: Remzi, 1960
Yer Demir Gök Bakır, İst.: Güven, 1963
Ölmez Otu, İst.: Ant, 1968
Akçasazın Ağaları / Demirciler Çarşısı Cinayeti, İst.: Cem, 1974
Akçasazın Ağaları / Yusufcuk Yusuf, İst.: Cem, 1975
Yılanı Öldürseler, İst.: Cem, 1976
Al Gözüm Seyreyle Salih, İst.: Cem, 1976
Allahın Askerleri, İst.: Milliyet, 1978
Kuşlar da Gitti, (uzun öykü) İst.: Milliyet, 1978
Deniz Küstü, İst.: Milliyet, 1978
Hüyükteki Nar Ağacı, İst.: Toros, 1982
Yağmurcuk Kuşu / Kimsecik I, İst.: Toros, 1980
Kale Kapısı / Kimsecik II, İst.: Toros, 1985
Kanın Sesi / Kimsecik III, İst.: Toros, 1991
Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, İst.: Adam, 1997
Karıncanın Su İçtiği, İst.: Adam, 2002
Tanyeri Horozları, İst.: Adam, 2002.

Destansı Roman
Üç Anadolu Efsanesi, İst.: Ararat, 1967
Ağrıdağı Efsanesi, İst.: Cem, 1970
Binboğalar Efsanesi, İst.: Cem, 1971
Çakırcalı Efe, İst.: Ararat, 1972.

Röportaj
Yanan Ormanlarda 50 Gün, İst.: Türkiye Ormancılar Cemiyeti, 1955
Çukurova Yana Yana, İst.: Yeditepe, 1955
Peribacaları, İst.: Varlık, 1957
Bu Diyar Baştan Başa, İst.: Cem, 1971
Bir Bulut Kaynıyor, İst.: Cem, 1974.

Deneme-Derleme
Ağıtlar, Adana: Halkevi, 1943
Taş Çatlasa, İst.: Ataç, 1961
Baldaki Tuz, (1959-74 gazete yazıları) İst.: Cem, 1974
Gökyüzü Mavi Kaldı, (halk edebiyatından seçmeler, S. Eyüboğlu ile)
Ağacın Çürüğü: Yazılar-Konuşmalar, (der. Alpay Kabacalı) İst.: Milliyet, 1980
Yayımlanmamış 10 Ağıt, İst.: Anadolu Sanat, 1985
Sarı Defterdekiler: Folklor Derlemeleri, (haz. Alpay Kabacalı) İst.: Yapı Kredi, 1997
Ustadır Arı, İst.: Can, 1995
Zulmün Artsın, İst.: Can, 1995.

Çocuk Romanı
Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, İst.: Cem, 1977

Çeviri
Ayışığı Kuyumcuları (A. Vidalie; Thilda Kemal ile), İst.: Adam, 1977


Söyleşi ( Ahmet Taner Kışlalı & Yaşar Kemal )

Demokrasi, Roman, Dil, Eğitim, Sanat, Politika Üzerine
Haftaya Bakış, 22-28 Mart 1987

Ahmet Taner Kışlalı :
— Kaç dilde, kaç kitabınız yayımlandı?
Yaşar Kemal :
— 36 dilde, zannediyorum 183 kitap oldu. İnce Memed dünyada 3 milyondan fazla basıldı. Yalnız Almanyadaki son baskısı 150 bin. Norveçte, Danimarkada, Fransada okul kitaplarına aldılar. Avrupa Konseyinin girişimiyle, bütün konsey üyesi ülkelerde ders kitaplarına alınacakmış.
— Ya Türkiye’de?
— Sizin zamanınızda okul kitaplarına girmişti, şimdi devam ediyor.
— İnce Memed’in uluslararası düzeyde, bu ölçüde ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?
— Bunu ben de merak ediyorum. Örneğin Fransadaki başarıyı anlıyorum da, İskandinavyadakini anlayamıyorum. İskandinavya, kitaplarımın en çok satıldığı, en çok sevildiğim yer. Bizde 40 derece sıcak, onlarda 40 derece soğuk. Ayrı bir insan kültürü, ayrı bir insan tipi olması lazım... Ama biz 2 bin yıl önceki klasikleri de anlıyor ve seviyoruz. Shakespeare’i düşünelim. Boyuna aristokratları, kralları yazmış. Bugün götürün Othelloyu Anadoluya, yıllarca oynar. Nasıl oluyor? İnsanoğlunun bütün insanlarda ortak olan bir yanı var. Onu bulduğun zaman, herkese hitap edebiliyorsun.
— Nasıl doğdu İnce Memed?
— Benim çocukluğum eşkıyalığın içinde geçti. Dayım en büyük eşkıyalardan biriydi. 1936’lara kadar, 500 dolayında eşkıya vardı o çevrede. Bunlardan biri de, Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Beydi. Kurtuluş Savaşında Kadirliyi ilk örgütleyenlerden... İlk İnce Memed hikayesinde çakırdikeni diye bir diken var. Onu bana Remzi Bey anlattı. Remzi Beyle eşkıyalığın felsefesini yaptık. Amcamın oğlu Rıza da eşkıya oldu, dağda vuruldu. İlk romanımın İnce Memed olmasının nedeni bu. Başka türlü de olamazdı zaten. Bu kadar eşkıya tanımışım, akrabalarımdan eşkıyalar çıkmış, dağlarda 500’den fazla eşkıya var. Ondan sonra da, en büyük eşkıyalardan biriyle yıllarca konuşmuş, tartışmışım...
— Yurtdışında çok önemli ödüller kazandınız, Nobel’e aday gösterildiniz. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın özel konuğu oldunuz... Türk devleti de size ilgi gösterdi mi?
— Türkiyede devletten bırakın ilgiyi, zarar görmediğim zaman neredeyse olmadı. Bir tek sıkıntısız pasaportu sizin döneminizde aldım. Ağırıma giden ne biliyor musunuz? Cino Del Duca ödülünün verilişi nedeniyle Pariste düzenlenen törene bütün büyükelçiler, önemli kişiler çağrılmıştı. 12 Eylül dönemiydi. “Eğer Türk büyükelçisi de davet edilmezse ben de bu törene katılmam,” dedim. Dayatınca çağırdılar. Ama büyükelçi gelmeyince rezil oldum tabii. UNESCO’daki Türk büyükelçisi bile gelmedi.
— Peki bunun yorumunu nasıl yapıyorsunuz? Dünya çapında bu kadar büyük bir ilgi topluyorsunuz. Kendi ülkenizde halktan büyük saygı görüyorsunuz. Ama ülkeyi yönetenler çok farklı davranıyor.
— Ben Türkiyede hiçbir dönemde demokrasinin var olduğuna inanmıyorum. Siz bakanken, İnce Memedin senaryosunu sansürden geçirmek için ne kadar uğraştığınızı biliyorum. Sonra Genelkurmaydan sansür kuruluna bir yazı geliyor ve tüm çabalarınız boşa gidiyor. Bu mu demokrasi?
— Bu yalnızca bir demokrasi sorunu mu? Yoksa devleti yönetenlerin, devlete egemen olanların zihniyetleri sorunu mu?
— Türkiyede politik bir düzey var. Bu düzey kimseyi dinlemez. Onun için ne yazarlık, ne sanatçılık, ne de kültür kutsallığı vardır. Azgelişmiş ülkenin politikacısı da ona göredir, aydını da.
— Gene de, devleti yönetenlerin size bir Mitterrand veya bir Gorbaçov kadar ilgi göstermeleri gerekmez mi?
— Bizim devlet adamlarıyla herhangi bir ilişki kurmak istemiyorum doğrusu. Benim elim varmaz Türk Dil Kurumunu kapatan insanlarla dostluk kurmaya, yahut selam vermeye...
— Sinemalar kapanıyor, tiyatrolar zorlanıyor, okuyan az, müzikte bir yozlaşma başladı. Bu olumsuz değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz kültür bakanı olsaydınız ne yapardınız?
— Ben bu durumda, akıllıca bir adam olduğum için kültür bakanı olmam. Ama bu durumun bize özgü olmadığı da bir gerçek. Koskoca Amerikaya bakın. Artık bir Faulkner, bir Hemingway, bir Caldwell yok. Fransada bir Sartre, bir Camus çıkmıyor, Sovyet romanı Cengiz Aytmatovların, Rasputinlerin sırtında gidiyor biraz. Bizde ise, Mustafa Kemal atılımının getirdiği hız kesildi. Bütün ülkeler açısından bir geçiş herhalde bu...
— Kemalist atılımın hızı niçin kesildi?
— Biz Hindistan gibi silahlı işgale uğramadık, ama kültür işgaline uğradık. 1880’lerden sonra Anadoluda müthiş bir Amerikan koleji salgını olmuştu. 200 yıldır Batıyı taklit ediyoruz. Maymundan insan çıkmaz. Bir milyon taklitçiden bir büyük şair çıkarsa, taklitçi olmayanlardan çok çıkar. Mustafa Kemal, kendine dönüşü bir yöntem olarak almış. Mustafa Kemal gelmeseydi, Yunus Emreyi çok zor keşfederdik. Karacaoğlanı, Köroğlusu güme giderdi. İstanbulla sınırlı taklit kültürü, halkı etkileyememişti. Oysa şimdi durum değişti. Artık tüketici kültürü söz konusu. Radyoyu, televizyonu halka satmak zorunda. Ellerinde büyük güç var. Sinemanın, televizyonun gücü, dehşet bir güç. Buna karşı ulusal kültürleri savunmak kolay olmuyor. Türkiyeyi yönetenlerin çoğu da, kimi bilerek, kimi bilmeyerek onların yanında.
— Ben yeniden deminki soruma dönüyorum: Ne yapılabilir?
— Ben yapabileceğimi yapıyorum. Bir yazar olarak, dilimi geliştirmeye çalışıyorum. O kendine dönüş daha bizde bitmedi. Halk büyük yaratıcı. Ben hep düşünmüşümdür, kilim niye Picasso resmi kadar güzel diye. Çünkü bu motif, on bin senenin ürünü. Halk büyük yaratıcı... Oğlan sevdi, kız ağladı diye film çevriliyor Türkiyede. Korkunç bir şey. Halk bunu istiyor, diyorlar. Oysa halk Yunus Emreyi yaratmış. Müthiş bir düzeydir halkın ulaştığı. İşte ben bu düzeyden yararlanarak dilimi geliştirmeye çalışıyorum. Dil en belirli, en sürekli sanattır. Televizyondan da daha etkili araçlar gelir günün birinde, ama dil önemini yitirmez.
— Öz kaynaklardan, ancak ulusal kültürden hareketle bir sanatçının evrenselleşebileceğine inanıyorsunuz. Siz de bunun en iyi örneğisiniz zaten.
— Bu bir usta-çırak meselesidir. Onun için hocam Dede Korkut. Ama Stendhal’i, Cervantes’i, Çehovu bilmeden de edebiyat yapılmaz. Bir Türk, Dede Korkutu, Yunus Emreyi, Türk masallarını bilmeden roman yazarı olamaz. Önce kendi kültürünün, sonra da dünya kültürünün vardığı aşamaları bilmezsen, sanat yapamazsın. Ulusal kültürle dünya kültürünü birleştirmek zorundasın.
— Dile ve anlatıma çok önem verdiğinize göre, Türk dilinin yeterince zengin olduğuna inanıyor musunuz?
— Dil ancak yazılı edebiyat olduğu zaman gelişir. Dede Korkut masalları 14. yüzyılda yazıya geçiyor. Yazılı halk edebiyatı Anadolu dilini geliştiriyor. Anadolu Türkçesi büyük bir birikimin ürünü. Önce göçebe bir halkız, doğa ile ilgili sözcükler zengin. Hayvan adları, çiçek adları gibi. Yürüyen insanın, göçebenin müthiş ilişkileri oluyor. Araplarla ilişkisi var, oradan alıyor. Sonra Anadoluya gelince, toprağa yerleşmek zorunda kalıyor. Tarım araçlarının çoğu, yerli halkın sözcükleri. Kervan yoluyla sözcükler de geliyor. Bir de eski kalıntıları var Anadolu halkının. Zengin bir Anadolu Türkçesinin doğması bundandır.
— Bizde ve dışarıda, en sevdiğiniz yazar ve ozanlar kimler?
— Nâzım Hikmet yalnız Türkiyenin değil, dünyanın en büyük şairlerinden biri. Nâzım hapisaneye girince, Anadolunun zengin Türkçesiyle karşılaştı ve o sayede büyüdü. Mustafa Kemalin başlattığı kendine dönüş içinde, Nâzım Hikmetin çizdiği yerele gitme, ulusala gitme hepimizin yolu olmalıdır. Onun için Nâzım Hikmeti severim. Ondan sonra gerçekten çok sevdiğim yazar, kendine özgü olan Sait Faiktir. Ben hala, romanlarıma başlamadan önce Sait Faik okurum. Orhan Kemalin birkaç eserini çok severim. Bereketli Topraklar Üzerinde, Murtaza, Baba Evi, Avare Yıllar falan... Fakir Baykurtun Kaplumbağalarını, Tırpanını severim.
— Eskilerden?
— Dede Korkut ve Evliya Çelebi.
— Dışarıdan?
— Batılı yazarlardan en sevdiğim William Faulkner’dır. Klasik yazarlardan da en çok Stendhal’i ve ondan sonra Çehovu severim. Zaten benim yazarlık hayatımda iki ustam vardır: Charlie Chaplin ve Çehov.
— Nobel’e aday gösterildiniz. Başka bir ülkenin yazarı olsaydınız, acaba daha mı kolay alırdınız?
— Yok. Ben bir kasıt olduğunu sanmıyorum. Beni aday bile yapmaları büyük bir onur. Adayları İsveç Yazarlar Birliği ve İsveç İlimler Akademisi gösteriyor. Bir kere aday gösterilince, ölünceye kadar o adaylığınız sürüyor. İsveç halkının gösterdiği inanılmaz sevgi yeter bana. İsveçte şu ana kadar 18 kitabım yayımlandı. Ben iyi bir yazarım da, bana niye Nobel vermiyorlar, demek yanlış. Dünya çok büyük ve çok büyük de yazarlar var.
— Bir zamanlar Türkiye İşçi Partisi’nin önde gelen isimlerindendiniz. Gene siyasete dönmeyi düşünüyor musunuz?
— 17 yaşımdan bu yana sosyalist politikanın içindeyim. TİP’e girdiğim zaman, bütün yaşamımla girdim. Romanımı, hikayemi, her şeyi bıraktım. İşçi partisinde bir er gibi çalıştım. Benim kişiliğim bu... Şimdi 64 yaşındayım ve romanda hala istediğimi yapamadım. Bana göre, attığım taş hala istediğim kuşu vuramadı. Elbette politika insan olmanın koşullarından biridir. Eğer insansam politik bir insanım, yazarsam politik bir yazarım. Ama artık vaktimi romanımdan başka bir şeye veremem.
— Solda yeni partileşme çabalarını destekliyor musunuz?
— Demokrasinin gelişebilmesi için, bir Marksist partiye Türkiyede ihtiyaç var.
— Nasıl bir sol modelden yanasınız?
— Her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetlerin 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler biribirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım.
— Bazı solcularımız çifte ölçüt kullanıyorlar. Örneğin Şili’de olanlara karşı çıkarken Polonya’dakine, Afganistan’dakine karşı çıkmıyorlar. Geçmişte Macaristan ve Çekoslovakya’da daha özgürlükçü sosyalist deneyimleri Sovyetler zor kullanarak önlediğinde de benzer bir durum görülmüştü. Sizin görüşünüz ne?
— Macaristan olayında üzüntümden hastalanmıştım. Çekoslovakya olayında da tepkim çok sert olmuştu. Ama Afganistan olayını farklı görüyorum. Kendisi çağırmış ve dövüşüyor adam. Buna karşı, Sovyetlerin yerinde olsam ben oraya gitmezdim. Herkes kendi yağıyla kavrulmayı öğrenmelidir. Eğer o halk sosyalizmi benimseyecek noktaya gelmemişse, bunun faydasından çok zararı olur.
— TİP’in bölünmesinde, M. Ali Aybar’ın ve sizin, Çekoslovakya olayı karşısındaki tutumunuz da rol oynamıştır.
— Olacak bunlar. Türkiye, çok aydın kafası olan değil, bağımlı kafası olan bir yer. 200 yıldır Batıyı özümsemek dururken, taklit etmişler. Ama insanları bağımsız düşündürmek de, bizim savaşımlarımızdan biri olmalı. Ben hiçbir zaman Sovyetler Birliğine düşman değilim. Ama benim bağımsızlığıma, sosyalizmime karşı koyduğu zaman, onunla da savaşmak zorundayım.
— Solculuğu milliyetçilikle bağdaştırır mısınız?
— Evrensel değerlerin bile mutlaka ulusal bir giysisi vardır. Yaratıcılığı besleyen değerler, ulusal kültürlerdir. Bir Dede Korkutu, bir Yunus Emreyi, hiçbir sağcı Nâzım Hikmet kadar iyi anlayamaz. Bir sağcının Dadaloğlunu benim kadar anlaması mümkün değil. Çünkü benim temel felsefem oraya dayanıyor.
— Zaman zaman sözünü ettiniz ama, bir bütün olarak Mustafa Kemal’i nasıl görüyorsunuz?
— Vaktim olsa Mustafa Kemalin hayatını yazmak isterdim. Tıpkı İnce Memedi yazdığım gibi... Ben İnce Memedde başkaldırıyı savundum. İnsanoğlunun en büyük değerlerinden birisi, başkaldırıdır. İnsanın doğaya başkaldırısı, insanın insana başkaldırısı, insanın zulme başkaldırısı... Mustafa Kemal bir kere, büyük bir başkaldırının büyük bir timsaliydi... Emperyalizme karşı, halka dayanarak bilinçli dövüşmüş bir insandı. Diliyle, tarihiyle, tüm olarak kültürüyle Türkiyeyi kendine döndürebilmek için dehşet bir çaba harcamış. Mustafa Kemali bütün içinde ele aldığınızda, hataları çocuk oyuncağı kalır. Kişiliği olan bir toplum yaratması, olacak şey değil. Esas olan bu. Mustafa Kemal, kuşkusuz çağın büyüklerinden biridir.
— Türk Dil ve Tarih kurumlarının başına gelenlere ne diyorsunuz?
— Saygıları da yok Atatürke. Adam parasını koyuyor ortaya. Çaldığı çarptığı para değil, maaşından artan parayı, yemiyor, içmiyor TDK ve TTK’ya destek yapıyor. Anayasa ile adamın vasiyetine müdahale edip mülkünü elinden alıyorlar. Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde, hatta Hitler yönetiminde bile olamaz. Ben bu cinayete katılmıyorum. Eğer Atatürke saygılı bir kuşak doğmuşsa, bu ülkenin kültürünün yaratıcısı olan kişiye saygılı bir kuşak varsa, bu değişecektir. Bugün olmasa da, bir gün Türk halkı, Atatürke bizim anladığımız anlamda saygı duyacaktır. Çaresi yok.
— Türk halkını ve özellikle de kırsal kesimi en iyi tanıyan kişilerden birisiniz. Gericilik konusunda ne düşünüyorsunuz?
— Fransız devriminden Sovyet devrimine kadar, bütün devrimlerde aşırılıklar olmuştur. Atatürk devriminde de, dine karşı bazan aşırı gidilmiştir. Buna karşı bir tepki doğaldır. Yalnız 1950’de iktidara gelen Menderes politikası tutucudur ve Atatürke, devrimine karşıdır. Gericilik metotlu olarak, devlet eliyle, hükümet eliyle bu noktaya getirildi. Ama Anadolu halkı gene de bunlarla beraber değil. Özellikle de köylü, yaşam biçimiyle laiktir. Ben çarşafı ilk kez, bizim köyden Osmaniyeye bir kız gelin gittiğinde görmüştüm. Kızlar ve oğlanlar hala birlikte halay çekerler.
— Tarikatçılığı da devlet mi destekledi?
— Tarikatlar her zaman oldu. Her zaman olacak. Müslümanlığın koşullarından biri de tarikatlardır, bu doğaldır. Ama tarikatların politik olarak örgütlenmesine devlet en azından göz yummuştur. Cemalettin Kaplan bir din adamı değil, politik bir liderdir.
— Bir köy çocuğu olarak, Köy Enstitüleri olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
— Hoca geliyor, söylüyor, çocuklar ezberliyor. Bu, çocukları köleleştirme eğitimidir. Köle olan köle yapmaya çalışır. İnsanlar her yerde böyle yetiştirildikçe, barış olmaz... Biz Köy Ensitüleri ile eğitime, yaşayarak ve yaratarak eğitimi katmıştık. Böyle bir eğitime doğru gidilseydi, dünyada savaş olmazdı. Öyle yetişen insan, atom bombasını atamazdı. Çünkü o, doğayla, gökyüzüyle, eşyayla birlikte gelişen gerçek bir insan olurdu. 20. yüzyılda Türklerin yarattığı ve insanlığa armağan ettiği en büyük iştir Köy Enstitüleri. Ben üç şeyle övünmesini isterim Türkiyenin: Atatürkün getirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguçun getirdiği demokratik eğitim ve Nâzım Hikmetin getirdiği insancıl ulusal şiir... Az katkı değildir bunlar. İnsanlığa, atom icat etmekten daha büyük bir katkıdır. Çünkü atomu insanları öldürmek için kullanıyorlar.
— Söyleşimize İnce Memedle başladık, izin verirseniz İnce Memedle kapatalım. Birinci İnce Memedden sonra otuz yıldan fazla süre geçti ve siz İnce Memedin dördüncüsünü de yazdınız. İnce Memed ile neyi vermeye, neye ulaşmaya çalışıyorsunuz?
— İnce Memedi yazmaya, tam kırk yıl önce, yani 1947’de başladım. Bir roman mimarisi, roman biçimi üzerinde çok durdum, İnce Memedin dört cildi de, Çukurova betimlemesi ile başlar, belirli bir biçim içinde sürer. O biçim içindeki öz, mecbur insandır. Kavga etmeye, başkaldırmaya mecbur insan. O mecbur insanlar kuruyor dünyayı. Mecbur insanlar ve yüreklerindeki kurt. Mecbur insan, bizden önce de vardı, sonra da var olacak. İnce Memed, tüm tarih boyunca, Anadolu tarihi boyunca, başkaldıran insanın destanıdır.
— Siz romancılığa ne getirdiniz, neyi getirmek istediniz?
— 19. yüzyıl, romancılıkta altın çağdır. 19. yüzyıl romanı, müthiş verdi insan ilişkilerini. Doğayı bile dekor olarak kullandı, ama dehşet kullandı. Yalnız insanoğlunun ilişkileri doğa içinde sıkışmıştı. Oysa ne gökten yağdığı, ne yerden bittiğini gördüğü zaman, insan kendisine başka bir dünya kuruyor, kendi yarattığı dünyaya sığınıyor. İşte benim vermeye çalıştığım bu!


cevizagaci da alinti

Ödüller


“Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” adlı röportaj dizisi ile 1955 Gazeteciler Cemiyeti Başarı Armağanı

İnce Memed ile 1956 Varlık Roman Armağanı

Teneke’den aynı adla uyarlanan oyunu ile 1966 İlhan İskender Armağanı

“Teneke” oyunu ile 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülü

Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Armağanı

Yer Demir Gök Bakır ile 1977 Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman Ödülü

Ölmez Otu ile 1978’de Fransa’da En İyi Yabancı Kitap Ödülü

Binboğalar Efsanesi ile 1979 Fransa “Büyük Jüri” En İyi Kitap Ödülü

1982 Uluslararası Cino Del Duca Ödülü

1984 Fransız Legion d’Honneur Ödülü Commandeur payesi

1984 TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü 1985 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü

Kale Kapısı ile 1986 Orhan Kemal Roman Ödülü

1988 TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü

1988 Fransa Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres Nişanı

1991 Fransa Strasbourg Üniversitesi Onur Doktorası

1992 11. TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı

1992 Antalya Akdeniz Üniversitesi Onur Doktorası

1993 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü

1994 Mülkiyeliler Birliği Rüştü Koray Armağanı

1996 Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü

Kanun Sesi ile 1996 Akdeniz Yabancı Kitap ödülü (Perpignan, Fransa)

1996 VIII Katalunya Uluslar arası Ödülü (Barcelona, İspanya)

1996 Hellman/Hammet Baskı ?????????? Cesaret Ödülü, New York

1997, Nonino Ödülü (?????????, İtalya)

1997, Kenne Vakfı Düşünce ve Söz Özgürlüğü Ödülü (Uppsda, İsveç)

1995 Morgenavissen Jylaand-Pösten Ödülü (Danimarka)

1997 Norveç Yazarlar Birliği ödülü, Wole Soyinka ile ortak

1997 Frankfurt Kitap Fuarı Alman Yayıncalar Birliği ödülü

1998 Frei Üniversitesi Berlin fahri doktora

1998 Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat ödülü

2002 Bilken Üniversitesi fahri doktora

2003 Z. Homerus Şiir ödülü

2003 Savanos ödülü (Selanik)

2003 Türkiye Yayıncılar Birliği Yayıncılık Emek ödülü.


____________________
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.
Profiline gir Bu üyenin tüm mesajlarını göster
Site kurucusu
Member


Cevaplar: 245
kayıt olmuş: 28/4/2004
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bay
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 3/10/2010 Saat 16:16  
:alkis: paylasimin icin tsk

güzel bir tanitim

deavmleri beklerim :ros: :cay:


____________________
!! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!
Profiline gir Web siteyi ziyaret et Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 1
« Ön  Diğer »        print
Yukarı git


mxBoard, © 2006 by pragmaMx.org, based on eBoard, XMB and XForum

Giriş

Kullanıcı Adı:

Şifre:

Sprache
Arabirim Dilini Seçin:

Almanca Fransızca Türkçe İngilizce
Son 5 Bilgi
Happy Birthday
Doğum Gününüz Kutlu Olsun!:

  • daphne: 60 Yaşında
Etkinlik Takvimi
Aralık 2024
  1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31  

Fuarlar
Toplantilar
Konserler
Festivaller
Kültür Sanat
Anma Günleri
Dogum günü
Dini Bayramlar
Özel Günler
Resmi Bayramlar
üye Puani
  1. Rojin: 10 976 Puanlar
  2. asliyok: 4 432 Puanlar
  3. HarmanYeli: 4 396 Puanlar
  4. KizilZora: 2 048 Puanlar
  5. life23: 1 675 Puanlar
  6. gokkiz: 1 657 Puanlar
  7. BirNefes: 1 048 Puanlar
  8. Erasmus: 984 Puanlar
  9. -Pozan-: 785 Puanlar
  10. Siyahinci: 623 Puanlar
Son Şiirler
SAKLI SEVDAM
(8098 okuma)
Hatırlarmısın .!
(11182 okuma)
Mektup......
(11996 okuma)
ANADOLU GARIBI
(12019 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(11783 okuma)
YAŞAMAYA DAİR
(12010 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(12175 okuma)
TOP Download
  1. AntiVir Personal - Free Antivirus
       [Hits: 979 x]
Link ler
  1. VOLKAN KONAK
  2. Yusuf Hayaloglu
  3. Full dizi izle

Bu sitedeki tüm logo ve markalar sahiplerinin malıdır. Diğer detayları Künye bölümünde bulabilirsiniz .

Haberlerimizi RSS kullanarak yayınlayabilirsiniz.

Bu site pragmaMx 0.1.11 tabanlıdır.

Yorumlar yazarların sorumluluğu altındadır,
geri kalan her şey © 2004 - 2024 by Dostsesi - Stimme der Freundschaft