1913 yılında Yağmurlubüyükoba köyünde başlayan yoksul ve çileli hayatı,
Kırşehir’in Bağbaşı mahallesindeki yoksul gecekondulardan birinde
noktalandığında 71 yaşındaydı. Ömrünün neredeyse tümünü çalıp çağırarak
geçiren Muharrem Usata’nın bütün bir hayatı bir bakıma bu iki
kelimede saklı: "Çaldı ve söyledi." Musiki kültürümüzün en orijinal ve
sanatkarane örneklerini içeren hususi repertuarı ve icra uslubu üzerine
değil akademik çalışmalar yapılması, ciddi bir makalenin bile
yayınlanmadığı göz önüne alınırsa, ülkemizde Muharrem Ertaş’ı derli
toplu değerlendiren elinizdeki yayın olduğu söylenebilir. Ülkemizde
diyoruz, zira çeşitli zamanlarda A.B.D. ve Japonya’dan gelen
müzikolog ve etnomüzikologların Muharrem Ertaş üzerinde çalıştıklarını
biliyoruz. Kimdir Muharrem Ertaş ? O’nu farklı ve orijinal kılan
nedir? Temsil ettiği o güçlü geleneğin neresindedir?
Muharrem Ertaş zurnacı Kara Ahmet ile Ayşe Hanım’ın 5 çocuğundan
biri dedelerinin deveci kabilesi mensup olduğu ve Horasan’dan gelip
Kırşehir’in Yağmurlubüyükoba köyüne yerleştiğini daha sonra bir tek
kişi (Yusuf Usta) hariç, bu köyün tamamını 1940 lı yılların başında
Kırşehir’in Bağbaşı Mahallesine göç ettiğini biliyoruz. Henüz 7-8
yaşında iken ilk bağlama derslerini aldığı dayısı Bulduk Ustadan sonra,
Muharrem Ertaş’ın asıl ustası bu Yusuf Ustadır. Yusuf Usta yöresinin
anonim ezgilerinin yanı sıra, daha çok Toklumen’li Aşık Sait’in
(1835-1910) şiirlerini ustaca çalıp söyleyen ve bütün bunları Muharrem
Ertaş’a da öğreten yörenin en ünlü saz ustalarından biridir. Muharrem
Ertaş o günleri şöyle anlatıyor :
"Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk adındaki dayımın çok
güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta
seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına
alıp köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya
yatarlar ve dayımın sesine dağlardan köye inen kaçakları yakalarlarmış.
Derken Yusuf Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı her
gittiği yere götürdü. Düğünler de, bayramlarda, eğlencelerde yanından
ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl
O’nun la çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye
başladım."
İlk karısı Hatice Hanım’ın kısa bir süre sonra vefatı üzerine
evlendiği ikinci karısı Döne Hanım’dan Necati, Neşet, Ayşe ve Nadiye
adında dört çocuğu olur. Daha sonra Döne Hanım’da vefat eder ve bir
düğün için geldiği Yozgat’ın Kırıksoku köyünde kader karşısına Arzu
Hanım’ı çıkarır.
Bu son evliliğinden Ekrem, Ali, Muharrem ve Cemal adlarında dört çocuğu
daha olur ve ömrü, yöresel tabirle sekiz baş horantaya ekmek parası
kazanmak uğruna son derece zor ve kötü şartlarda çalışıp çırpınmakla
geçer.
Muharrem Ertaş’ın adı bir TV programında okuduğu sözleri
Dadaloğlu’na ait ünlü ‘Avşar Bozlağı’ ile yurt genelinde
duyulur. Bu öyle bir okuyuştur ki şimdiye kadar saz çalıp okuyanların hiç
birine benzememektedir. Tok ve davul gibi gümbürdeyen, ama alabildiğine
duygulu bir divan sazı eşliğinde ; tiz, gür, parlak ve bir o kadar da içli
ve yanık bir sesin okuduğu, bir buçuk oktavı aşan ses genişliğine sahip bir
Dadaloğlu gürlemesi :
Kalktı göç eyledi avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Repertuarındaki diğer eserler de kimsenin bilmediği, söylemediği,
bilenlerin ise asla bu derece güzel ve etkileyici okuyamayacaklarını itiraf
ettikleri türküler, bozlaklar, ağıtlar ve halay havaları.... Her biri
tümünün en güçlü ve orijinal örnekleri...
Muharrem Ertaş, 1970’li yıllardan itibaren, o yıllarda büyük bir
şöhrete sahip olan ‘Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’
olarak ismi daha çok duyulur olmuş fakat hiçbir zaman layık olduğu gerçek
şöhrete erişememiştir. O şan şöhret için, büyük paralar kazanmak için sanat
yapan biri olmadığı hiçbir zaman, olamazdı da. Çünkü çalıp söylemek,
O’nun için doğal yaşam biçimiydi.
Bu dünyada 71 yıl yoksul kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem
Usta , 1984 yılının 3 Aralık günü yine yoksul ve sessizce öldü. Dünya
durdukça sesi gökkubemizde yankılanacak bir sanatçının “garip”
ölümüydü bu. Son sözleri gerisini tamamlayamadığı “sazımın
emaneti...” oldu. Muharrem Usta‘nın adı, yaşarken kıymeti
bilinmeyen sanatçıların başında anılsa yeridir. Ruhu şad olsun.
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.