Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından
biridir Çekiç Ali... Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li
Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl
soyadı da Ersan'dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı;
çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve
aciliteden dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz
çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar
yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi
olmuş.
O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait
bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin haklı
itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali
değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf
uydurur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan
Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni
adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli
Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...
Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve
bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu
hayatın ayrıntılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın
henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp
söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve
sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara
öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi
uyarışını yapacaktır.
Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya
gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde
kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin
felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin
başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini
yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği
türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir
hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir,
bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış
45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı
Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.
Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan
ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre
düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir
sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından
birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en
yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır.
Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine
oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek
kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük
Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp
söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen
imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç
Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası"
diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği
geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan,
gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de
etkisinde kalmamak elbette mümkün değil
Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç
dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını
taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde
olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve
pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.
Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve
Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca
değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok
benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan
benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir
bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu
anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar,
nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek
boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı
özelliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz.
Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve
Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç
Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları
görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir
sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde
karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve
triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en
rafine şekliyle karşımız çıkar.
Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini
gösterir. Çekiç Ali'nin sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler
duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi
uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile
birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran
sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle
oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve
bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı
icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.
Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad
Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak
giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek
başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor.
Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında
ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet
ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.
Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de
ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir
yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın
düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları
ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir
ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği
yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra
eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını göz ardı etmemek gerek.
Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi
sanatçılık yeteneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi
kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu
geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu
toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir.
Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak
benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik
(spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin iki özelliği
sayılabilir.
Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle
karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder.
Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu
bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.)
tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin
altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.
Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin
birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya
çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup... Çekiç Ali
bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan'dan biraz farklı bir stilde ve karar
sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem
Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşan'ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la
perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih
etmiştir. Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracı'dan hareketle- bu tarzı
benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük
bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha
uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle
öbürüne göre daha sınırlı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre
sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.
Çekiç Ali'nin repertuarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan
oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü
olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı / müziklendirdiği" bir eseri de
yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için
de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır
açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine
imza atmış bir sanatçıdır.
Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre
müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da
oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış
acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra,
en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık
Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan
ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb.
bozlaklar bunlardan bazıları.
Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç
Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim
eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak
üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan,
Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji
çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak
isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya
çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli
yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir
potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine
mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.
Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu
topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni
tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.
Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok
sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi
bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün
değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar
ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü
içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve
artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde
taşıyarak.
Bayram Bilge Tokel
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.