Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 17/6/2009 Saat 07:31 |
|
|
...
[tarihinde düzeltildi 31/7/2009 Saat 08:57 Yazar Bence68]
|
|
Junior Member Cevaplar: 41 kayıt olmuş: 9/10/2007 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 17/6/2009 Saat 14:48 |
|
|
“2 Temmuz 1993 günü insanlık, kardeşlik,
barış, demokrasi ve laiklik için Sivas’ta
yapılacak olan Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak
üzere şehrimize gelen ve konuk ettiğimiz aydın, ozan,
yazar, sanatçı otuz beş insanımız bu binada
karanlık güçler tarafından tüm dünyanın
gözü önünde yakılarak vahşice
katledilmişlerdir!
Bu vahşet tüm insanlığın utancıdır!
Bir daha Sivaslar yaşanmasın diye ve bu utancı sürekli
kılmak amacıyla “Madımak Utanç Müzesi”
oluşurulmuşur.”
Bu açıklamanın yanında “Müze
Planı” yer alıyor:
1- ölü Ozanlar Katı
2 - Yankılan yazarlar, Aydınlar katı.
3 - Ateşe Semah Dönenler Katı
4 - Yanmış Bağlama Ustaları Katı.
Duvarlara asılmış şiirler, fotoğraflar.
Yanmış kitaplar, kırık bağlamalar, semah
kostümleri...
Evet Madımak bir utanç müzesi olmalıydı.
Olmadı, yapılmadı.
Madımak iki yıldızlı turistik bir otel idi. 2 Temmuz
günü sabahı Sivas’a aydınlık saçan bir
mekandı. Akşama bir utanç abidesi oldu. Hem de herkesin
gözü önünde.
Alevi Bektaşi kuruluşları Madımak’ın bir
“Utanç Müzesi “ olmasını önerdiler.
Alman devleti Solingen’de Neo Nazilerin yaktığı
Türkiye kökenli insanların yaşadığı evi
bir “utanç anıtı”na
dönüşürmüşü. Türkiye’de neden
olmasındı? Olmadı. Madımak, onarıldı,
boyandı, vahşetin izleri yüzeyinden silindi ve yangın
yeri bir kebapçı dükkanı olarak “hizmete”
açıldı.
Ama adına, ruhuna sinen utancı temizlemek mümkün
olmadı.
Ne yaziki buda bir gercek.......
|
|
Site kurucusu Cevaplar: 987 kayıt olmuş: 11/9/2006 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 21/6/2009 Saat 15:20 |
|
|
MADIMAK UTANç MüZESİ
Beş bin yıllık karanlıktan geldiler
Beş bin yıllık ışığı
kararttılar
Aklın yolunu kararttılar
Bilince sızan ışığı
Kitaba şavkıyan alazı
Şiire inen güvercini
Doru at sekişli üç telli sazı
Semahtan seher yelini
İncecik kızların gülüşlerini
Hasretin hasretini
Kararttılar
Işık ol, karanlığı bitir
Aklı kölelikten kurtar, özgürleşsin
İnsan insanlaşsın
Muzaffer İlhan Erdost
____________________ Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...
|
|
Junior Member Cevaplar: 25 kayıt olmuş: 25/10/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 21/6/2009 Saat 21:25 |
|
|
YANAR MADIMAK
On yıl oldu otuz beşler gideli
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Ataşlara türkü türkü düşeli
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Akarsu okşuyor sazın telini
Mühübe sanırsın halkın gelini
Asaf'sa gayrete çizer gülünü
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Edibe Sulari yaşam sargısı
Hasret’in elinde hakkın vergisi
Nesimi curada barış türküsü
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Yanar mı yürek şiir gülende
Kanar mı sözcükler şair ölende
Söner mi umutlar tufan gelende
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Bezirci gönlünde açıldı yara
Behçet'in gözleri çekildi dara
Uğur durmaz artık menzile vara
Sivas'ın yarası yanar Madımak
ömür verdik deyişlerin uğruna
Destan derdik Madımak' ın korun da
Hakka vardık insan sevmek yolun da
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Kim tutar Nurcan'ı coşkun esiyor
özlem de sevdaya gıymet biçiyor
Sehergül dumanda kaldı göçüyor
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Kardeşi eşiler yangın içtiler
Pir Sultan düzünde çiçek biçtiler
Şu yalan dünyadan erken göçtüler
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Menekşe sevdalı çiçeğin adı
Korayım genç yaşa yaşamın tadı
Said'in dilinde kaldı muradı
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Gencecik fidanlar yola durdular
Sevginin bağında turna oldular
Mahşerin yerinde semah döndüler
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Serkan'ın gözünde seher zamanı
Muammer telaşa bilmez amanı
İnciyi sarıyor ölüm dumanı
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Kuruldu barikat duruldu safa
Barikat başında yaralı kafa
ölümdü son durak bakmayın lafa
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Erdal'ım yol alır gönül izinde
Carinna gül olur Sivas düzünde
Altıok şiirler söyler dilinde
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Şairler şiirler dizeler gitti
Ressamlar resimler çizimler bitti
Yarınlar kül oldu yarenlar yitti
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Mehmet'te yolundan ayrı kalmadı
Asuman deyişlere doymadı
Yasemin semahtan uzak ölmedi
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Güneş sustu karanlığa evrildi
Hain yüzü arsızlığa çevrildi
Gülen gözler birer birer devrildi
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Yazarlar Metin’ler kitaplar yandı
Ozanlar türküler mızraplar yandı
Deyişler semahlar dönenler yandı
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Serpil güler güneş açar gözleri
Belkıs bilir yaşam bulur sözleri
Gülsüm yürür miras kalır izleri
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Unutulmaz yaşamlar da bilinsin
Kurutulmuş ince güller derilsin
Yol bizim yolumuz böyle duyulsun
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Murat'ın hırsından sabır çatlıyor
Handan’ın sesinde coşku çağlıyor
Ahmet'in gönlünde yangın ağlıyor
Sivas'ın yarası yanar Madımak
Sicimi sözünde canlar olmalı
Yıllar geçer ömür gülle dolmalı
Yaşananlar ayan beyan kalmalı
Sivas'ın yarası yanar Madımak.
Rıza Yılmaz
|
|
Senior Member Cevaplar: 884 kayıt olmuş: 26/5/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 22/6/2009 Saat 23:04 |
|
|
Hayatını kaybedenler
* Muhibe Akarsu - 35 yaşında, Muhlis Akarsu'nun eşi
* Muhlis Akarsu - 45 yaşında, sanatçı
* Gülender Aka - 25 yaşında
* Metin Altıok - 52 yaşında, şair, yazar
* Ahmet Alan - 22 yaşında
* Mehmet Atay - 25 yaşında, gazeteci
* Sehergül Ateş - 30 yaşında
* Behçet Aysan - 44 yaşında, şair
* Erdal Ayrancı - 35 yaşında
* Asım Bezirci - 66 yaşında araşırmacı,
yazar
* Belkıs çakır- 18 yaşında
* Serpil Canik - 19 yaşında
* Muammer çiçek - 26 yaşında, aktör
* Nesimi çimen - 67 yaşında, şair, sanatçı,
üç telli curanın son ustası
* Carina Cuanna - 23 yaşında, Hollandalı gazeteci
* Serkan Doğan - 19 yaşında
* Hasret Gültekin - 23 yaşında şair, sanatçı,
şelpe tekniğinin önderi
* Murat Güneş Murat Gündüz - 22 yaşında
* Gülsüm Karababa
* Uğur Kaynar - 37 yaşında, şair
* Asaf Koçak - 35 yaşında, karikatürist
* Koray Kaya - 12 yaşında
* Menekşe Kaya - 17 yaşında
* Handan Metin - 20 yaşında
* Sait Metin - 23 yaşında
* Huriye özkan - 22 yaşında
* Yeşim özkan - 20 yaşında
* Ahmet öztürk - 21 yaşında
* Ahmet özyurt - 21 yaşında
* Nurcan Şahin - 18 yaşında
* özlem Şahin - 17 yaşında
* Asuman Sivri - 16 yaşında
* Yasemin Sivri - 19 yaşında
* Edibe Sulari - 40 yaşında, sanatçı
* İnci Türk - 22 yaşında
* Kenan Yılmaz - 21 yaşında ____________________ Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
|
|
Senior Member Cevaplar: 884 kayıt olmuş: 26/5/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 22/6/2009 Saat 23:06 |
|
|
Yaralananlar
Aziz Nesin, Oktay Samur, Lütfiye Aydın, Kadir Ardıç,
Cafer Can Aydın, Ahmet Bayram, Aydoğan Yavaşlı, Faruk
Yalçın , Melahat Yavaşlı, H.İbrahim Darbiçer,
Kamber çakır, Ahmet Yapar, Lütfi Kaleli , Şaban
Yılmaz, Serdar Doğan, Selahattin özaslan, Gülay
Şahin, Nurettin Darıka , Makbule çimen , Sabri Kangal ,
Nuray özkan , Birsen Gündüz , Bülent
Daylaşlı, Mustafa Göktekin , Faruk Daylaşlı,Turan
Keser, Bedia Atmaca , Erkan Kılıç , Şadiye
Tanış , İnci Şener, Nevzat çiğdamlı, Ali
Sertaş, ünal Altunay, çiğdem Gülhan, Ali Uygur,
Mecit ünal, Hasan Yıldırım, Hidayet özden, A.
Turan Onak, Solmaz Yılmaz, Mustafa Kaya, Zülali Bilgin , Erdal
Koç , Seyit İnat , Rukiye Güler , Ersin Güren , Adem
Şahin, Salim Cebenay , Ercan Develi
Otelden yara almadan kurtulanlar
Arif Sağ, Neval Oğan, Yıldız Sağ, Tuncay
Yılmaz, Murtaza Demir, Demet Işık, Ali çağan, Elif
Dumanlı, Haydar ünal, Murat Kılıç, Yüksel
Yıldırım, İclal Karakuş Ali Balkız, Ertan
Kartal, Ali Başuğ, Ali Rıza Koçyiğit, Ali
Doğan, Mustafa Türkan, Ayben Kop, Rıza Aydoğmuş,
Ali Yüce, Mehmet Aydoğmuş, Nimet Yüce, Deniz Hunar,
Celal Yıldız, Ferhun Ateş, Nurhan Metin, Cevat Geray, Cem
Celasun, Gülsen Geray, Zerrin Taşpınar, Olgun Şensoy,
Mehtap Yücel, Nuray özkan, Hülya Kaderoğlu, Cevat
üstün, Battal Pehlivan, Hidayet Karakuş, Türkan
Pehlivan, İ. Cem Erseven
Yaralanan polisler
Doğukan öner (İl Emniyet Müdürü ,
Rahim çalışkan (Emniyet Müd. Yrd), Mustafa Uzun
(Şube Müdürü ), Yaşar Temel (Başkomiser ),
İbrahim Kurşun (Komiser), Sönmez Kayış (Polis
Memuru), Ramazan Karataş (Polis Memuru), Bülent Damlacı
(Polis Memuru ), Nevzat Gündoğdu (Polis Memuru), Ersoy Kara
(Polis Memuru), Şaban Akın (Polis Memuru), Salim Şen (Polis
Memuru), Hüseyin Yüksel (Polis Memuru), Sebahattin Dinç
(Polis Memuru)
*HALKIM 2 Temmuz 1993...
Yandık avazlarda, kavrulduk halkım
Varıp Pir Sultanı, analım dedik
Aşkın dolusuna, kanalım dedik
Meydanda bir semah, dönelim dedik
Kahpe tuzaklarda, vurulduk halkım..
Salyalı ağızlar, kirli yürekler
Elde ateş, dilde Allahu-Ekber
İnsan yakmak için, olmuş seferber
İsli dumanlara, savrulduk halkım
Yüzbin yobaz, bir Akarsu eder mi?
öldürülen, bu kaçıncı Nesimi,
özlem, Nurcan, Serpil, Belkız GülsümÃ?´ü
Verdik, birer birer, kırıldık halkım
Metin, Asaf, Behçet, Asım Bezirci,
Menekşe, Sehergül, Gülender, İnci,
Asuman, Yasemin, Erdal Ayrancı,
Et kemik bir yerde, derildik halkım
Hasret GültekinÃ?´im, Serkan DoğanÃ?´ım
Huriyem, YeşimÃ?´im, özbe öz özkanÃ?´ım
İki Metin ölüm, Sait, HandanÃ?´ım
Hep birlikte yan, yana serildik halkım
Yandı özyurdun da, özyurt AhmetÃ?´im
Kaynar ateşlerde Uğur MehmetÃ?´im
Güpe gündüz ışıktı, Güdüz
MuratÃ?´ım
Cem olduk güneşe, verildik halkım
Muhlis�´ine muhip olan, Muhibe�´m
Sulariden arda kalan Edibe�´m
Cümlesi insana derki, Kabem
Kanlı kefenlere sarıldık halkım
Karınna Cuanna, HollandaÃ?´lı can
Yanın da Muammer Hakan ve Kenan
Bin beterdi Sivas, Ol Kerbeladan
HüseyinÃ?´ce ölüp dirildik halkım
Koray Kaya�´m, onbirin de dal fidan
Ahmet öztürk ile adası alan
Din için yakıldık 33 can
Kara topraklara, karıldık halkım
MadımakÃ?´ta yanan 33 can
Artık her birisi bir Pir Sultan
HızırÃ?´ın dölleri yazsın bin ferman
Gönnüller içinde yer aldık halkım
Kızılgülüm, söz düşürse dilime
Mızzrabım isyankar, vurur telime
Bir gün olup hesap sorsam zalime
Yobazlar elinden zar olduk halkım
*Şu kahpe yobazlar kanlı Sivasta
Nasıl anlatayım canlar ben sizi
Hep cayır cayır yaktılar temmuzda
Unutur mu dostlar hiç halkım sizi
Nesimi curayla sarhoş ederdi
Akarsu çağlayıp çeker giderdi
Edibe Sulari ikrar güderdi
Unutur mu dostlar hiç halkım sizi
Hasretiyem taze güller açmışı
Kokusunu tüm dünyaya saçmışı
Bu törende ozan yazan coşmuşu
Unutur mu dostlar hiç halkım sizi
Cumhuriyet laik laik kalacak
Bak Naçari sizi niçin çalacak
Daha nice Pir Sultanlar doğacak
Unutur mu dostlar hiç halkım sizi
SİVAS - 2 TEMMUZ 1993 ____________________ Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
|
|
Senior Member Cevaplar: 884 kayıt olmuş: 26/5/2008 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 22/6/2009 Saat 23:13 |
|
|
KAYBETTİĞİMİZ CANLARIMIZ
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, her yıl
düzenlediği "Pir Sultan Abdal Kültür
Şenliği"nin IV.'sü 2 Temmuz 1993'de Sivas'ta
yapıldı. Demokrasi, laiklik ve çağdaşlaşma
karşıtı ırkçı, şeriatçı
güçler, devletin denetiminde saldırıya geçtiler.
Madımak Oteli'nde bulunan 35 yazar, ozan, sanatçı ve
genç yakılarak katledildiler. Şehitlerimiz:
Asım BEZİRCİ
1928'de demiryolu işçisi Hamdi Bey'le ev kadını Refika
Hanım'ın tek çocuğu olarak dünyaya gelir Asım
Bezirci. üniversite yıllarında sosyalizmle
tanışır. Türkiye Sosyalist Partisine girer. Refika
Hanım hep bir denge isterdi. Sanki hassas bir terazi gibiydi.
Asım Bezirci'ye "başkaldırı insanı" demek
doğru bir tanımlama dedim. Şiddetle karşıydı.
Kanımca, bunda sosyalizme yürekten inanmasının da
etkisi var. Asım Bezirci, 67 yıllık yaşamına, bir
insan ömrüne eşit uzunlukta 70 kitap
sığdırdı. Sonuç ne kadar acı olursa olsun,
yüreklerimizi ne kadar acıya keserse kessin, ölümü
Asım Bezirci'ye yakışır biçimdeydi. Kalesini terk
etmeyen komutanlara benziyordu. Gençliğe inanıyordu. Tercihi
onlardan yanaydı. Ağız dolusu gülüşü,
çoşkusu, kuralcılığı, kütüphane
raflarında bile eleşiriyi sürdüreceğinden hiç
kuşkunuz olmasın.
METİN ALTIOK
Metin Altıok bir sabah, 13 Haziran 1993 günü, on
kitabını birden yere yayarak, eşi Nebahat çetin'e
imzalamaya koyuluyor. "Sende benim setim yok bulunsun" diyerek Sivas'ta
katıldığı üçüncü şenlik
oluyor. Nebahat çetin, "Sen Sivas'lısın, Metin'i sağlam
verdim, sağlam istiyorum" diyor Uğur kaynar'a... İkisi de
dönemiyor Sivas'tan.. üstünde kafa patlattığı
konu, ölüm; kendi ölümü; karısının
ölümü; "önce sen mi öleceksin, ben mi
öleceğim?" Bu tartışma saatler boyu sürüyor!
"Ben ölürsem sen bana sahip çıkarsın" diyor
karısına, "Sen ölürsen ben sızarım!"
Sivas'tan sağ dönmüş olsaydı, intihar etmese bile,
Metin'i alkol komalarından kurtarabilir miydik acaba? "Ben niye
yaşıyorum, ben niye ölmedim" bu soruları hep
soracaktı kendine, duyduğu derin acıyı bana da
yaşatacaktı... Sivas'tan sağ çıkması, bir
başka biçimde ölümü olurdu.
O Şair Bir Babaydı
Sevgili kızım Zeynep; diyerek, yaşamındaki yerini
önemle vurguladığı kızı Zeynep Altıok,
bugün şunları söylüyor babası için:
Babam, ben sekiz yaşındayken hatıra defterime birşeyler
yazmasını istediğimde oraya bir dize yazmışı:
"Gülüşün bir kuş olacak hep omuzumda". Onu 02
Temmuz 1993'te bir ortaçağ karanlığında kaybettim,
kaybettik. Ardından birşeyler söylemek benim için
çok zor. O sadece bir baba değil, şair bir babaydı
çünkü. O, "Metin Altıok"tu.
DR. BEHçET AYSAN
Behçet Aysan "Beyaz bir gemidir ölüm" adlı şiirini
okuyorum.
çünkü beyaz bir gemidir
ölüm
Siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
sönmüş yıldızlar gibidir
Yitik adreslere benzer
ölüm
Yanık otlar gibi.
Sen bu şiiri okurken, ben belki başka bir şehirde
ölürüm. Kır yaşamı gösterdi ki, direnen
şairler soyundandı Behçet Aysan.
Arkadaşlığın, kardeşliğin insanı
Behçet Aysan'ın ölümü, direnen şairlerin
ölümüne benziyor. Onun Vaptsarov, Joset, Petöfi
için duyduğu derin acı ve kederi, bizim kendisi için
duymamızın, mümkün mü?
Behçet Aysan, yaşamı boyunca katıldığı
demokrasi mücadelesinin güçlüklerini bilinçle
göğüsleyen bir şairdi. örgüt bilincinin
sağlam bir örneğiydi. Yaşamının son
döneminde Nükleer Savaşın önlenmesi için
Hekimler Derneği'nde (NüSHED) Yönetim Kurulu
üyeliği yaptı, Ankara Tabip Odası ile Genel
Sağlık - İş Sendikası üyesidir.
Edebiyatçılar Derneği'nin kuruluşuna da katılarak
Genel Yönetim Kurulu'nda yer aldı.
UĞUR KAYNAR
"öldüğünde / doğduğum yere gidiyorum /
yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işe
böylesine yeniyorum."
Uğur Kaynar'dan geriye, askılı deri
çantasının kalacağını; çantadan,
üzerinde yukarıdaki dizelerin çiziktirildiği beyaz bir
peçetenin çıkacağını; hayatıyla
şiiri arasındaki trajik ilişkinin Uğur Kaynar'ın
ölümünü anlamlandıracağını
bilmiyoruz henüz.
"Uğur, hep tek başınaydı. Bilinçli olarak
yanlız kalmayı isteyen, yanlız olmayı seçen bir
insandı. Hep yalnızdı. Ve o
yanlızlığını bir oya gibi işledi
şiirlerine"
Uğur çok hüzünlü bir adamdı. Şiirlerinin
teması sevmektir, sevdadır... Sevmeyen insanlara, sevmeyi
bilmeyen, daha doğrusu öğrenemeyen insanlara yönelik,
çok ciddi eleşiriler vardır. Her kitabı,
yüklü bir hüzün anlatımıdır. Zorlu ve
Kavgalı yıllar. ülke, politik bir kaosu yaşıyor,
Uğur Kaynar'ı da fazlasıyla etkileyen ve belirleyen politik
mücadeleler dönemi. Sürekli içeri alınıp
bırakılmalar... 12 Eylül döneminde, iki yıla
yakın Mamak'ta yatan Uğur Kaynar, şiir yazmanın,
Uğur için bir yaşama biçimine dönüşmesi
de o yıllara rastlıyor. "İlk kitabının naif,
çocuksu havasından Gizemya ile
sıyrılmışır Uğur... Okuyan, rahatlıkla
fark eder. Daha kentli duyarlığa
dönüşmüşür şiiri... Alabildiğine
bir hüzün vardır gene de, Hep bir hüznü
yazardı ve bu hüznü şiirlerine yoğun olarak
yansıtırdı."
Edebiyat çevresine rağmen çok yanlız bir adamdı...
Duygulu ve yaralı bir insandı... çoçuk yaşa
annesinin ölümü, ailenin dağılması ve benzeri
olgular, Uğur'u fazlasıyla etkilemişi. Uğur'da diyor
Serap Kaynar; "Hayatı boyunca hep çekti kendini insanlardan,
kendi kabuğunun içine girmeyi tercih etti... Kendini zorlayan bir
insandı Uğur... Uyum sağlamıyordu ve bunu istemiyordu
da... Her zaman kaygılı ve
sıkıntılıydı.Hiçbir ortamda
varlığını bütünüyle ifade edemiyordu...
Sivas'taki ölümü de bir
tekbaşınalıktık!"
ölümünden sonra, Serap Kaynar'a bir torba içinde teslim
ediliyor Uğur'un kalan eşyaları. Yanından hiç
ayırmadığı, adeta kişiliği ile
özdeşleşen askılı deri çantası ise
bulunamıyor. Katliamdan birkaç gün sonra çanta,
mucizevi bir biçimde bulunarak Serap Kaynar'a
ulaşırılıyor; sapasağlam, ne bir yanık, ne
bir koku... Peçeteler çıkıyor ortaya... "Dizelerini ilk
olarak peçetelere yazardı, "öldüğümde /
doğduğun yere gidiyorum / yıllarca süren bir hasret ve
bilinmezliği / İşe böylesine yeniyorum".
"Madımak'tan sağ çıkamayacağını
biliyordu Uğur... Otelin merdivenlerinde Behçet ve Metin
ağabey ile birlikte çekilen fotoğraflarından
anlıyorum bunu" Uğur Kaynar'ın ölümü bile,
sancılı hayatına karşı elde ettiği bir yengi
değil mi?
ERDAL AYRANCI
Arkadaşlarının cesur, atak ve bonkör olarak
tanıdıkları Erdal Ayrancı.70'li yıllara gidiyoruz:
Erdal 1978 ODTü girişli. Eylül'de başlayan
olağanüstü bir dönem, pek çok insan gibi
Erdal'ın da payına mahpusluk düşüyor. Erdal
Ayrancı, 1980-1993 yılları arasında iki yıl iki
gün Mamak, Ankara Kapalı, Niğde, Bor-Niğde
cezaevleri'nde yatıyor. çalışma odasında
gördüğümüz maket gemiyi Mamak'ta kapılardan
çıkardığı tahtalardan yapmış. Gemiye
eşinin adını koymuş:"Hatçe". Mahpusluk
günlerindeki ilk şiiri 2.7.1981 tarihin de Mamak'ta son
şiirini 20.03.1983'te topçam'da yazmış. Erdal
Ayrancının 29.05.1982 tarihinde Niğde cezaevi'nde
yazdığı şiirde Hatice'yi, Zeynep'i ve Sivas'taki
akrepleri bulmak mümkün. Şiiri okuyoruz: "Eğer Bir
gün / Bir beyaz güvercin / Gelecekse ağzında bir
mektupla / Ve silecekse gözlerimdeki hüznü / İsterim /
Durmasın kanat çırpsın bana doğru / Birgün
eğer bir tahliye kağıdı / Beni sana kavuşuracaksa
/ Gayri gelsin düşlenen günler / Ocakta kaynayan tencere /
Beşikte bebek / tomurcuk tomurcuk / Filiz filiz hayat /
Düşünsene ne güzel olurdu / Düşmansız
yaşamak / Haydi boşver bunlara / Şimdi bunlar tatlı
hayal / Eğer birgün sevgilim / Son verecekse hayatıma / Bir
ses / İsterim durmasın patlasın / Anlam bulacaksa
kulaklarımda / Yalnız... / Düşerse kanımın
bir damlası yere / Bilsinler ki / Orada kırmızı
yediveren gülleri açacak / ve bülbüller ağıt
yakacak ölüme / Korksunlar korksunlar artık / korksunlar
alev çemberindeki akrep gibi / çünkü ölümleri
/ Gül dikenlerinden olacak. Erdal'ın kekeme zürafa benim."
Yazının son paragrafını sunuyoruz.
"İşe şimdi mezarımın başındayım ve
ağlıyorum ölüme. ölüm, benim
ölümsün. Açlığım, çaresizliğim
ve beceriksizliğim ölümü bile beceremedim, belki de
becerdim...Belki de anladım ölemeyeceğim, ölü
güzel olur mu?.. Benim ölüm çok güzeldi,
bembeyazdı giysilerim, kanım çekilmişi de
yüzüm de bembeyazdı, ben duymadım ama imam çok
şeyler söylemiş hakkında, çünkü ben
ölüyüm duymam ki; demiş ki şöyle ya da
böyle. Neyse iyi adamdı günahları affolsun falan gibi,
sağolsun hiç tanımazdık
sağlığımızda birbirimizi, onun için çok
da fazla iyi şeyler diyemeyeceğim hakkında, hatta bir
keresinde küfür bile etmişim gıyabında. tam ben
uyurken sabaha karşı ezan okuyası tutmuşu da
küfür etmişim. Sen hiç kendi ölümüne
üzüldüm mü? Ya da ağladım mı? Ben en son
babam öldüğünde ağlamışım ve son
gördüğüm ölü oydu, kendi ölümü
göremeden önce, Sen hiç güzel ölü
gördüm mü? Ben gördüm yemin ediyorum çok
güzeldi ölüm, inanmazsan sor. Bir beta
balığıyla japon balığı vardı.
Zurafanın yanında ve sadece benim ölümü seyretmeye
gelmişlerdi, inanmazsan sor, ne güzeldi ölüm
bembeyazdı, bembeyazdı giysilerim. Kanım çekilmişi
de yüzüm de bembeyazdı. İstersen sor. zürafa
kekeme yalnız, bence balıklara sor, tabi eğer uzak doğu
dilini biliyorsan."
Erdal Ayrancı'nın odasında kendisinden geriye kalan
eşyaları inceliyoruz: Partolonunun cebinden çıkan
beş yüz bin lirayı elimize alıyoruz;
Atatürk'ün yüzüne kan bulaşmış. Erdal
Ayrancı'yı hastanenin morgunda görenler, "bembeyaz bir
ölüydü", diyecekler.
Biricik kızları Zeynep matematik dersinde kümeler konusu
işlenirken, ailesinin kümesini çizecek: önce kendisini,
sonra annesini ve en son olarak da babasın Erdal Ayrancı'yı
yerleşirecek kümenin içine.
ASAF KOçAK
Asaf Koçak, "Bizim toplumumuzda bireylerin kendilerini
sorgulamaları ve dönüşürebilmeleri
kaygıları oldukça az. Sorgulamak yeterli değil mesele
dönüşürebilmekte. En önemli olanın
aynanın karşısına geçtiğimizde kendimize
ateş edebilmeyi becermemiz olduğuna inanıyorum diyor.
"Asaf duvara asılan ve koleksiyonlara girenlerde yeni
arayışlardan yanayım. Bir defa korkusuz
olacaksınız ve tanımlara var olanlara fazla bel
bağlamayacaksınız. tanımlar geçici değilmi
sanatta yeni arayışlar içerisinde olmak gerek diyor.
Uzun yıllar süren karikatür serüveninden sonra bir
değişim ve yenilenme dönemi başlıyor
sanatında. Belki de asıl yapmak istediklerini bundan sonra
gerçekleşirecek.
Asaf Koçak bir karikatüristti, fakat öncelikle bir
insandı. Bir yandan ödenmeyen ev kirası kapanan telefonu "ki
müzmin durumları bunlar Asaf'ın" öte yandan duygusal
olarak yaşadığı derin yıkım, gerede
yeşil pantalonu mor çoraba rengarenk gömlekleriyle
yaşamını ti'ye alabilen bir Asaf Koçak
yaşıyor.
"Hiç bir zaman mutlu ve huzurlu olamadı. Hep huzursuz,
kaygılı ve sıkıntılıydı. Acılar
içinde kıvranan bir insandı, fakat bunu çevresine
göstermezdi. Bir çok kişi Asaf'ı yaşama
sıkısıkıya bağlı bir insan olarak
anımsıyor, fakat o asıl başkalarını
yaşama bağlardı." Sivas'a giderken ev kirasını
ödemiş olması Asaf Koçağın
yaşadığı en büyük ve son oluyor.
NESİMİ çİMEN
"Beni fraksiyonlara bölünmüş sol sevmedi bir
türlü. öyle kendimi beğendirme şirin gösterme
derdim de yok... Alevi dernekleri de... Sol sevmedi, çünkü
ben hiç bir fraksiyona girmedim. Sanatçının fraksiyonu
olur mu? Ben halkın ozanıyım, ezilen biriyim ve elbette
ezilenlerden yanayım, ama şu "Sol'un" ve bu "Sol'un"
sazını çalamam Alevilik de öyle. Bizim
kültürümüzün zenginliği oradan geliyor, ama
ben Alevilicilk de yapamam. çağı geçti bunların.
Hem sınıflardan, emekçiden söz ediyoruz. hem de
Alevicilik yapıyoruz. Bana bu da ters geliyor. Ama şu var:
Türkiye'de ilk Şah İsmail gecesini ben düzenledim.
Güçlü bir halk ozanı olduğu için, bir
kültür eri olduğu için düzenledim."
Ankara'daki Can Yücel ve Yaşar Kemal'in katkılarıyla
düzenledim. Alevi kitlesine yaslanarak yapmadım bunu
kültür olayı olduğu için yaptım o'nun
içindir ki Alevi derneklerinin toplantılarına pek
çağırmazlar beni, Pir Sultan'a da bu yıl
çağırdılar, yol param da yoktu ama, 500 bin lira bir
yerden bulup geldik. Yokluk, yoksulluk içinde bile olsam
Türkiye'de yaşamayı seviyorum.
Gel ey Nesimi sen, senden sor seni,
Sakın ha hor görme asla bir canı,
İnsanları sev sen, eyle secdeni
Mukaddes bir varlık hakkın kendisi
MUHLİS AKARSU - MUHİBE LEYLA AKARSU
Muhlis Akarsu, 1948 yılında Sivas'ın Kangal ilçesinin
Minarekaya köyünde doğdu. Hacı Bektaşi Veli, Yunus
Emre, Karacaoğlan, Aşık Veysel doğrularından yola
çıkarak, kendine insan sevgisini şiar edindi, 1972
yılında kendisinin de çok saygı duyduğu Seyyit
Halil çiftlik'in kızı Muhibe Leyla çiftlik'le evlendi.
"Muhibe Leyla Akarsu'nun bu evliliklerinden Pınar, çınar ve
Damla adlarında üç kızları oldu.
Mahsuni Şerif'in Muhlis Akarsu için söylediklerini
anımsıyoruz. "Genellikle kış günlerinde
yapılan Bektaşi Cem ve Cemaatlerinde, yörenin seyitlerine ve
ozanlarının etkisinde kaldı.önceleri klasik
Bektaşi kalıpları içinde ismini duyuran
sesini-sazını dinleten ünlü arkadaşım
yetmişli hatta altmışlı Türkiye'de başlayan
devrimci kıpırdanışlara yabancı kalmadı.
Zamanla dev ozanlar İhsani, Ali İzzet, Nesimi, çırakman
gibi isimlerle sahnelerde görüldü.
Son derece yanık ve tok sesiyle bir zamanlar plak ve kasetlerde rekor
düzeylerde eserler sergiledi.
Akarsu özünde Pir Sultan Abdal aşkıyla doludur. Pir
Sultan'ı rehber seçmişi. Kendisinin sonunun
darağacı olup olmamasını hiçe sayardı. Ama
diri diri yakılacağını hiç de aklının
ucuna getirmemişi kuşkusuz.
Her mısrasında gericiliğe ateş püsküren
kardeşlik barış ve dostluğun simgesi olmuş bir
ozandı.
Muhlis Akarsu Türkiye'ye adım adım gezerek kendi
kültürü olan Alevi Kültürünü
tanıtımını üstlenmişi
Akarsunun unutulması mümkün değildir. Pir Sultan
Kültürü ile yaşıyacaktır. Bu yazıyı
bitirirken Muslis ve Muhibe Akarsuyu, söz ve müziği Muhlis
Akarsuyun olan "İşe Geldim Gidiyorum" adlı
türküyle anıyoruz.
HASRET GüLTEKİN
01 Mayıs 1971, Sivas'ın İmranlı kazasına
bağlı Han köyünde dünyaya geldi. 6
yaşında saz çalmaya başladı, 11 yaşında
sahneye çıktı.
Müzik yönetmenliğini üstlendiği resmi olarak ilk
defa kürtçe müzik yasağını delen "Nevroz"
adlı kaset 1990'da önce entstürümantal olarak sonrada
Nilüfer Akbal ve Rıza Akkoç'un katılımıyla
gerçekleşirildi.
02 Temmuz 1993'de, Sivas'ta Madımak Otelinde 35 insanla birlikte
katledildi. 13 Eylül 1993'de oğlu Roni Hasret Gültekin
dünyaya geldi. Hasret Gültekin genç yaşına
rağmen Anadolu Halk Müziğinin yorumlanmasında ve
icrasında özgün bir yer edinmiş bir
sanatçımızdı. ülkemizde Feodal ve türedi
kültürün aşılarak yurtsever demokratik ve
halkçı bir kültürün köklerinin
sağlamlaşırılması kavgasının önemli
bir neferiydi. Anadolu Aydınlanmasının
ışıklarından biriydi Hasret Gültekin. "Ne arasak,
Anadolu'da bulacağız!" derdi.
Hasret'in ana dili kürtçeydi. Güzel bir diksiyona sahipti.
Sadece Kırmanci değil Dimili ve Sorani'de bilirdi. "Nerelisin"
diye sorulduğunda üstüne basa basa "Koçgiriliyim,
Kürdüm" derdi. Hasret "Ne arasan kendinde ara" felsefesinden yola
çıktı. Hasret Gültekin'in yaşam serüveni
içerisinde Anadolu'da özgürleşmenin önündeki
en önemli engellerden birisinin din ideolojiside olduğunu
kavramışı. Turan Dursun'u okuduktan sonra "Bilinç
sıçraması yaşıyorum, ufkum açıldı.
Ateist'im diye haykırabilirim" diyordu.
Hasret Gültekin'in annesi Hace Gültekin "Ben Madımak
Otelindekilerin Anasıyım, şimdilik hoşçakalın
yavrularım" diyordu.
MUAMMER çİçEK
İki dosya, bir fotoğraf; "Muammer'in ağabeyi"
fotoğrafta genç adamla genç kız birbirlerine bakarak
gülümsüyorlar. Genç adam Muammer çiçek
olmalı, Genç kızın kim olduğunu bilmiyoruz
henüz. Dosyaları karışırıyoruz; dosyalardan
birinde Muammer'in tuttuğu günce, diğerinde altmış
kadar şiiri, "İnadına yaşamak" adlı kendisinin
yazdığı bir oyun. Fotokopisi çekilmiş bir
ölüm ilanı düşüyor dosyaların
arasından: "Sivas katliamında yitirdiğimiz Muammer-İnci
ve 35 canı yüreğimize gömdük" Muammer
çiçek'le İnci birbirlerine bakarak
gülümsüyorlar.
"1967 yılında Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu 1992
yılında Gazi üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık
Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama
Bölümünü bitirerek Şehir Planlamacısı
oldu."
çankaya Belediyesi İmar dairesinde iki ay staj gördü.
Muammer çiçek şiir yazıyor, Pir Sultan Abdal tiyatrosu
yönetmeni, oyuncusu "Küçük Prens" adlı oyunda
oynamış. Olaylar çıkmasa, Madımak Oteli
yakılmasa 02 Temmuz saat 20.00'de Sivas Kültür Merkezinde
kendisinin yönettiği Pir Sultan Abdal oyununu
oynayacaklardı.... Serkan, Huriye, Yeşim, özlem hiçbiri
oynayamadılar.
Muammer'in babası Hüseyin çiçek ilk ve son kez
konuşuyor,. " Muammer kavgayı hiç sevmezdi cahil insanlardan
uzak dururdu. Ama orası Sivas, Sivas şehri Cumhuriyete
düşman ailece kendimizi Cumhuriyete ve topluma adadık.
Muammer'in eşyalerın arasında Ahmet çiçek bir
nişan yüzüğü getiriyor.
İNCİ TüRK
"Sanki boğucu bir sesin içinde yüzünü bulmaya
çalışıyorum. Hızla ilerliyorum, bir
türlü yaklaşamıyorum, uzaklık hep aynı"
13.01.1991. Muammer çiçek Sivas Madımak Oteli,
dışarda azgın kalabalık ve sanki yazılanlar
Alevler içindeki İnci Türk için
yazılmış. Muammeri yazınca inciyi, İnci'yi
yazınca Muammeri düşünmeden yapamıyoruz.
İnci Gazi üniversitesi Eczacılık Fakültesini 1992
yılında bitiriyor. Altındağ Kültür Merkezinde
ilk tiyatro çalışmalarına başlıyor. Pir
Sultan Abdal Tiyatro topluluğunun teknik kadrosunda yer alıyor.
İnci Türk'ün Muammer çiçekle olan
yakınlığı ortak arkadaşları Huriye
özkan'a oradan tiyatro çalışmalarına dek
uzanıyor.
Baba Mehmet Türk "Ben çocuklarımı toplumda bir yere
gelmek için çalışın derdim. Muammer'le
tanışıktan sonra hayatında olumlu bir
değişiklik olduğunu hissettik" Anne Neda Türk
"kızımla gurur duyuyorum çok iyi seçim
yapmış" diyor, baba Mehmet Türk başıyla
onaylıyordu.
İnci Türk'ün odasındayız kitaplarını
karışırdığımız, yaşamına
girdiğimiz genç kızı yıllardır
tanıyormuş gibiyiz. "ölürsem / Açık
bırakın balkonu / çocuk portakal yer (Balkonumdan
görürüm onu) / Orakçı ekin biçer (Balkonumdan
duyarım onu) / ölürsem / Açık bırakın
balkonu. İnci Türk için ne yapabiliriz. Balkonun
kapısını açık bırakıyoruz.
NURCAN ŞAHİN- öZLEM ŞAHİN
Nurcan şahin'in annesi Fidan Şahin, yirmiyedi yıl Anadolunun
çeşitli yörelerinde görev yapan bir köy ebesi.
Amcasının oğlu Mahmut'la bir akraba evliliği
yapıyor. Bu evlilikten doğan üç çocuğuda
doğumundan kısa bir süre sonra ölüyor. 03 Mart
1975'de adını "Canışığı" anlamına
gelen Nurcan koydukları bir kızı oluyur. Nurcan Şahin
küçüklüğünden itibaren Fidan Şahin'in
yaşamına bir başka sevinç ekliyor.Fidan Şahin "Onu
özel olarak sevmek için kendime doğurdum. Nurcan'ım
olmadığında evde bir suskunluk bir sessizlik olurdu.
Nurcan'ın gelmesiyle eve bir şenlik havası
doğardı" diyor.
Nurcan büyüdükçe kendini bütünüyle
okumaya veriyor. Nazım Hikmet'in şiirlerini ve diğer ilerici
yazarların yapıtlarını okuyordu. Köyümüz
Şarkışla ilçesi Saraç köyüdür.
Köyümüzün kültür ve dayanışma
derneği vardır. Nurcan amcasının kızı, kader
arkadaşı ve can dostu özlem ile birlikte derneğin
çalışmalarında görev alırdı. Sunuculuk
yapar geneleksel oyunumuz Semah dönerlerdi. Herhangi bir şeye
kızsam " Anne beni lafla dövme, eline terliğini al sinirin
geçirinceyi kadar döv" derdi. Ben onu dövme şöyle
dursun "gözün kör olsun bile diyemezdim". Bir günden
birgüne "Allah Canını Alsın" demedim. Allah almadı
ama yobazlar aldı.
Nurcan ile özlem şahin amca çocukları aralarındaki
ilişki kardeşlikten öte. çocuklarından itibaren
birlikte büyüyor, birbirlerine can yoldaşı oluyorlar.
özlem'de simsicak sevimli, cana yakın insan sevgisiyle dolu bir
genç kız. özlem'in kendine güvenen rahat bir
yapısı var, o'da Nurcan gibi gülmeyi seviyor.
Hızlı ve sürekli ve akıcı konuşması en
önemli özelliklerinden biri, konuşmaya bir
başladımı susmak bilmiyor. İkiside
yaşıtlarından daha rahat iyimser ve olgunlar.
çirkinlikler ve kötülükler rahatsız ediyor
ikisinide.
İkiside ölüme çok uzak iki çocuktular.özlem
Şahin umursamaz dile dolu bir kızdı, hep çocuk kalmak,
hiç büyümemek istiyordu. Büyüklerin
yapmacıklı ve abartılı dünyası
güldürüyordu onu. Odasının duvarına
astığı bir kart belki yaşlanacağım ama asla
büyümeyeceğım. Az ama öz yaşadılar.
"İnsan sevgisiyle yürekleri doplulu olan canları ve biz
anneleri de yaktılar. Yüreklerimize insanlık sevgisi yerine
kin ve nefret doldurdular." diyen şehit annelarına kulak
verelim.
SAİT METİN
Adı sıklıkla anılan ve kendisinden sevgiyle söz
açılan Sait Metin. "23 yıllık hayatında
hiçkimseyle kavga etmeyen ılımlı ve olumlu bir
yapıya sahip olan asla küfür etmeyen, yalan söylemeyen,
kimseyi bilerek kırmayan, herkese saygılı, sevecen ve hayat
dolu bir insandı Sait Metin. Uzun boylu, yakışıklı
ve güçlü bedeninde sanki bir giz vardı.Onunla
tanışıpta ilgi duymayan, sevmeyen herhalde olmazdı"
diyor amcası Halil Metin.
"Oğlum diye söylemiyorum. dört dörtlük
insandı" diyor babası Mehmet Metin. Sait Metin'in dostları;
kitapları ve bağlaması oluyor. Bize Nurcan'ı,
özlem'i, Belkıs'ı, Ahmet'i ve Yasemin'i
hatırlatıyor.
Sait Metin çok iyi bağlama çalıyor, türkü
söylüyor hertürlü müzik aletine bir hafta
içerisinde uyum sağlamayı başarıyor. Bir de kabak
kemanesi var, Yeşim'in (özkan) 23 Nisan 1992 günü
Sait'e verdiği yaşgünü armağanı. "Sait
sevgisinde de çok temiz bir insandı" diyor arkadaşı
İsmail atak. "Esas deyişimi canı kadar çok sevdiği
balcanı bulduğunda başlamışı. Artık
tiyatroda ve tüm hayatlarında birlikte olacaklarına söz
vermişlerdi. Bizde Sait'e Pir'im, Yaşem'e de balcan diye hitap
ediyorduk."
çankırı gibi ters bir kent'te çankarı Meslek
Yüksek Okulundan mezun olan Sait Metin'i aldığı bu
eğitim tatmin etmiyor. "Ben bir Yüksek okul bitirmekle tatmin
olmadım, biliyorum sizde tatmin olmadınız söz veriyorum
bir fakülte daha bitireceğim" diyordu ailesine. Sait ve
Yeşim'in birbirlerine çok bağlı olduklarını
söylüyor. Annesi Sultan Metin. "Yeşim'e çok fazla umut
verme, belki ailesi istemez dediğimde, "Anne sen delimisin, ben
aradığımı buldum"demişi. Kız da çok
tatlıydı. Saiti çok seviyordu. Birbirlerine çok
uymuşlardı" diyordu Sultan Metin.
HURİYE VE YEŞİM öZKAN
özkan ailesi, 1962 yılında Ankara'ya yerleşiyor.
İlk yılında doğuyor. "İlk çocuğumuz
olduğu için sevgiyle, özenle büyüttük" diyor.
Münire özkan... Huriye üç günlük bebekken,
Anıtkabir'de çimlerin üzerine yatırılıyor...
Huriye özkan, başarılı bir öğrencilikten
sonra, Deneme Lisesi'ni birincilikle bitiriyor. Gazi üniversitesi
Eczacılık Fakültesi'ne arkadaşı İnci
Türk ile birlikte giriyor, birlikte bitiriyorlar. İkisi de Alevi
kültürüne bağlı, üretme ve paylaşma
bilinciyle yüklü iki çağdaş genç kız...
1992 yılındaki, Pir Sultan Abdal Kültür
şenliklerinde, özkan ailesinin bütün bireyleri
Banaz'dalar... Bir yanda Yıldızdağı, bir yanda Pir
Sultan'ın köyü... Yeşim özkan şenlik
programını büyük bir coşkuyla gösteriyor
babasına... Semah, tiyatro, dinletiler, şairler ve
şiirler... Fakat biraz tedirgin, sormadan edemiyor; "Aziz Nesin de
gelecekmiş, bir olay çıkar mı acaba?" Hikmet
özkan, "Devletin güvenlik güçleri var kızım"
diyerek yatışırıyorum onu...
Münire özkan'ın anımsadığı son
anları söyle; Birbirlerinin üstene oturuyor, aynı
koltuğa sığmaya çalışıyorlar... Huriye
özkan, kardeşine sarılıyor, kollarını
sıyırıyor, ısırıyor, öpüyor...
"Anne" diyor, "Yeşim'i çok seviyorum"... Yeşim'in Pirim'i
Sait Metin, tiyatroda ve tüm yaşamda birlikte olmaya
sözlendiği Yeşim Yeşim özkan'ı yani
Balcan'ı babası Hikmet özkan'dan "emanet" alıyor;
kızların yanlarında Sait Metin ve Muammer çiçek
var, İnsan güzeli iki delikanlı... Hep birlikte, neşe
içerisinde, coşkuyla gidiyorlar Sivas'a.
özkan ailesinin sevinci ve gururu onlar olacaklar biliyoruz...
CARİNA THUİJS
Rahmi Sivri'nin Anlattıkları.
Carina ve kız arkadaşı Maryze ve beni işyerimden
arayıp randevu istediler. Bir hafta sonra biraraya geldik. Onlar,
kendilerinin Türk kadınlarının aralarındaki
ilişkilerinin nasıl yapılandığı, nelerle
uğraşıkları ve aile içindeki rollari
konularında araşırma tezi hazırlamak istediklerini,
Doetinchem'deki Türkiye'lilerle çalışmamdan olayı
bazı olanaklar sunup sunmayacağını sordular ve
yardım istediler. Carina ve Maryze'e yardım edecektim.
21 Haziran 1993 tarihinde buradan Ankara'ya, bir ay konuk olacağı
Sivri ailesinin yanına gitti. Yasemin ve Asuman Sivri ile kısa
zamanda iyi arkadaş oluyorlar. Birlikte Pir Sultan Abdal
Kültür Derneği'ne gidiyorlar. Carina Dernek'te pek çok
insanı tanıyor; onları fotograflarını
çekiyor, dostluklar kuruyor.
Carina, Yasemin ve Asuman ile birlikte Pir Sultan Abdal etkinlikleri'ne
katılmak üzere Sivas'a gidiyor. Orada yurttaşı Rene'yi
göreceği için çok heyacanlanmış. Carina
tanıdığım kadarıyla, sistemli,
çalışmayı seven eşitsizliğe karşı
olan, "toplumcu feminst" diye bileceğimiz biriydi. Biraz
çekingendi ancak kolay ilişki kuran, toplumsal sorunlarla
yakından ilgili, insanları seven, her türlü
haksızlığa karşı çıkan insandı, bir
çok insanımız gibi.
YASEMİN SİVRİ ve ASUMAN SİVRİ
Asuman henüz 16 yaşında. Sokullu lisesi ikinci
sınıf öğrencisi... "Karnemi aldınız mı?"
diye soruyor, telefona çıkan ağabeyi Yalçın'a
Asuman, "Dünkü gösterilemiz çok iyi geçti" diyor
ağabeyine... Fakat asıl merak ettiği konu karnesi...
İki yıldır takdir almak için
uğraşıyorAsuman Sivri...
Saat 16-17 arası Kamber çakır'a eve yeni gelen
Yalçın Sivri, kardeşinin takdir aldığını
iletilmesini söylüyor, fakat telefondan duyduğu
gürültülerden tedirgin oluyor...
Yasemin ve Asuman Sivri kardeşle, 1991 yılı
ortalarında, Pir Sultan Abdal Derneği'nin kültürel
çalışmalarına katılıyor ve kısa
sürede semah topluluğuna giriyor. AsumanSivri, özverili
çalışmasının
karşılığını alarak, Semah
hocalığına yükseliyor. "Asuman sevimli, coşkulu,
deli dolu ve uçarı bir kızdı" diyor ağabeyi
Yalçın Sivri; "Arkadaşı çevresinde çok
seviliyordu, bunda küçüklüğünün ve
sevimliliğinin payı büyüktü"... Asuman da her
türlü özerklik vardı, fiziksel, düşünsel
vb. Zeki ve çalışkandı. Emek veriyor,
çalışıyor, çalışırıyordu...
Yasemin, Asumun'dan iki yaş daha büyük... 1992
yılında Hacettepe üniversitesi Felsefe
Bölümü'ne giriyor. Semah ile başladığı
kişisel çalışmalarında, giderek daha farklı
kanallara yöneliyor. Derneğin Gençlik Komisyonu üyesi.
Aynı zamanda kütüphane'den sorumlu. Kitapları
çiltliyor, numaralandırıyor. "Sürekli ve düzenli
olarak okurdu" diyor ağabeyi Yalçın... Kişilik olarak
içine kapalı ve durgun bir insan görüntüsü
veriyor çevresine, oysa "en iyi arkadaşlarım" dediği
dostlarıyla (kitaplarıyla) buluşabilmek için,
yanlızlığa gereksinimi var Yasemin'in... Bu
yönüyle Sait Metin'in tipik bir eşi sanki...
Lise yıllarından itibaren tuttuğu bir güncesi var. Daha
çok aile ortamını, arkadaş çevresini
değerlendiriyor yazdıklarında.
Yasemin Sivri, Sivas'a giderken "Aziz Nesin'le tartışmak,
görüşlerini açıklamak istediğini"
söylüyor arkadaşlarına... 1 ve 2 Temmuz günü
Buruciye Medresesi'ndeki kitap standında görevli olan Yasemin'in
bir isteğini gerçekleşirmiş olması akla
yatkın geliyor. Kardeşi Asuman'la birlikte
kullandıkları ortak çantalarını içinden Aziz
Nesin tarafından imzalanmış bir kaç kitap
çıkıyor... "Yetmiş Yaşıma Merhaba" adlı
kıtabını, "Yasemin Sivri'ye mutlu yaşaması
için " diyerek imzalamış Aziz Nesin...
29 Haziran'da, Erzurum'dan Ankaraya gelen ve 31 Haziran günü
kendilerini Sivas'a yolcu eden ağabeyi Yalçın Sivri ile
birlikte, Sivas dönüşü Mersin'e tatile gideceklerdi iki
kardeş... Daha Sivas'ta iken, arkadaşlarına, "çok
yoruldum, beni Banaz'a götürün" diyen Asuman'ın,
özellikle gereksinimi vardı böyle bir tatile...
Yasemin'in ve Asuman'ın yatakları, sanki birer gelin
yatağı gibi süslenmiş durumdalar: üzerlerine
çerçeveli fotoğrafları, kırmızı
karanfiller konulmuş.. Duvarlara şal ve poşu'ları,
heybeleri, şemsiyeleri asılmış... Asuman'ın son
okuduğu kitabın sayfaları arasına, kurumuş bir
gül yaprağı çıkıyor. Biblolar, fincanlar,
işlemeli tabak ve Honlanda'lı Carina'nın bir
fotoğrafının da yer aldığı ayrı bir
köşe.
BELKIS çAKIR
1975 yılında Ankara doğumlu Belkıs çakır...
Lise 'de başarılı bir öğrenciyken,
arkadaşları ona "miss kuruntu" adına takmışlar...
1992 okul yıllığında şunlar yazıyor
Belkıs için: "Belkıs sınıfımızın
canayakın mensuplarından ve pencere sakinlerinden biriydi.
Yazılılardan önce çok telaşlı olur. Bundan
dolayı biz ona "miss kuruntu" deriz. Ama biliriz ki, onun bu
telaşı yersizdir. çünkü her zaman çok
başarılıdır. "Kişilikli, yürekli, yetenekli,
tuttuğunu koparan bir insandı. Tam bir 'Anadolu
kızıydı...'
Belkıs çakır'ın bir dakika boş zamanı yok...
Dersane çıkışı soluğu dernekte alıyor.
Saat 24'ten sonra, geceyarılarına kadar semah
çalışıyor arkadaşlarıyla...
Belkız çakır, umutlu olarak girdiği '93 yılı
üniversite, İdari Bilimler Fakültesi İşletme
Bölümü'nü kazandığını
öğrenemedim.. O başarılı olacağından
emindi... Belkız'ın babası Kamber çakır... Gazi
üniversitesi önünden geçen otobüslere biniyor,
kızlı erkekli öğrenci kalabalığına
takılıyor gözleri, onlar arasında Belkıs'ı
görür gibi oluyor, dalıp gidiyor...
MENEKŞE VE KORAY KAYA
Menekşa ve Koray Kaya - Yeşim özkan, Yasemin - Asuman Sivri
gibi madımak'ta yakılan kardeşlerden. Onlardan geriye
Sivas'tan dönen bir kaç parça eşyayı saymazsak,
Sivas'a gitmeden çektikleri iki fotoğraf kalmış;
Menekşe ve Koray kaya oturma odasının duvarında yanyana
gülümseyerek bize bakıyorlar. Gülümsedikleri
zamanı dondurmak için artık çok geç!. Babası
İsmail Kaya semah ve saz hocası, Pir Sultan Abdal oyununun
müziğini yapmış. 01 Temmuz'da Sivas'ta Düzenlenen
"Halk Gecesi"ne katılan sanatçılar arasında o da
var.
1992 yılında gerçekleşirilen Banaz şenliklerini
yaşayan Menekşe ve Koray Pir Sultan Abdal Kültür
Etkinliklerine katılmak için, babalarının
deyişiyle "can atıyorlar". Saat 10.00'de İsmail
Kaya'nın da katıldığı "Halk Gecesi" var.
İsmail Kaya programını yapıp kulise gelir, o
sırada Musa Eroğlu yavaş yavaş birşeyler
çalmaktadır. İsmail Kaya Hasret Gültekin'e
sazını nasıl bulduuğunu sorar. Hasret, "İsmail
senin sazının çok sesi var, en iyisi sen o sazı bir
daha kır" der. Tam o sırada bir çocuk duvarda
asılı olan İsmail kaya'nın sazına çarparak
yere düşürür. Koray heyecanla babasına koşup
"Baba, sazın kırıldı" der, der demez İsmail
Kaya'nın aklına Hasret Gültekin'in sözleri gelir;
sazı eline alır, saz gövde ile sapın
birleşiği yerden, yanı ilk
kırıldığı yerden bir kez daha
kırılmışır. "Hasret yarın seni
görürsem ne diyeceğimi biliyorum" diye geçirir
içinden İsmail Kaya, ama Hasret Gültekin'i son kez
gördüğünü nereden bilsin? Bu Dünyadan bir
Koray, bir Menekşe geçti.
Bu dünya'da Koray Kaya geçti, on üçünde Sivas'ta
yakıldı. Peki kimdi o güzel çocuk? Beş
yaşında yazıyı söktü. İlk okula
başlamadan önce okumayı öğrendi. Hacettepe
üniversitesi kampüsünde 60. Yıl ilkokulu'nda okudu.
çok başarılıydı. Bilim Dersanesinin Anadolu
Lisesine hazırlama kursunda ilk ona girdi. Mimar Kemal Ortaokulu'na
başladı. çok zeki, yetenekli bir çocuktu. Kendi
yaşından büyük çocuklarla, insanlarla ilişki
kurardı. En iyi örnek, Sivas'ta yitirdiğimiz Sait Metin'le
kurduğu ilişkiydi. Sait Metin'le çok iyi
anlaşırlardı. Bu dünyadan bir de Menekşe
geçti, on beşinde Sivas'ta yakıldı. Peki kimdi o
güzel çocuk? Menekşe semaha, tiyatroya meraklıydı.
Günleri Pir Sultan Abdal Derneği'nde geçerdi. Birkaç
arkadaşı gibi Menekşe Kaya'da saz dersleri
almışı. Kardeşi Koray'la birlikte evde saz çalar,
semah gönerlerdi. Menekşe özgürlüğüne
çok düşkün biriydi. Sosyal kültürel
ilişkileri çok iyiydi. Menekşe kaya 02 Temmuz günü
son semahını döndü.
Hüsniye ana ve diğer analar çocuklarının
mezarları başında bir ağıt yakacaklar: "Sivas'ta
yitimdim 22 goncaydı gülüm / Elimden aldı bak
ateşle ölüm / Ben de dostlar ile gömüldüm /
çalar sazı dili söylerdi / Aldı onları
ölüm"?
EDİBE SULARİ
Edibe Sulari, Davut Sulari Baba'nın en büyük
çocuğuydu. Tarihi Seyyitlerimizden, Seyyit Mahmut Hayrani'nin
torunlarındandır.
Bassel'de yaşadığı halde Türkiye'de yapılan
bütün Bektaşi Kültür etkinlikleri ve ehlibeyt
cemlerine, konferanslarına katılmayı ihmal etmezdi.
SEHERGüL ATEŞ
Sehergül Ateş, 1963 Ankara doğumlu... Açık
öğretim Fakültesi öğrencisi... Türkiye
Elektrik Kurumun'da (TEK) memur olarak çalışmış...
Evin her köşesinde Sehergül'ün yeteneğini,
emeğini sergileyen ürünler yer alıyor; makrome el
işleri, örgüler, yapma çiçekler ve özenle
baktığı menekşeleri... Sehergül Akeş,
çiçekleri çok seviyor, işyerlerinde
kırkayakın çiçeği olduğunu
öğreniyoruz; Her sabah "günaydın ben geldim" diyerek
sesleniyor onlara, "öpün bakalım ablanızın elini"
diyerek okşuyor hepsini.
Sehergül'ün odası, ölümünden dört
gün sonra ilk kez açılıyor, o günden sonra da
sürekli kilitli tutuluyor. Babası Musa Ateş odaya girmeyi
reddediyor, acısını yüreğinde duyduğu
kızı için döktüğü
gözyaşlarını bizden saklamıyor artık...
Ablası bir kaç bavula sığan ceyizini gösteriyor,
odada Sehergül'e ait herşey yerli yerinde korunuyor. "Eğer
saz çalmadan ölürsem, mezarımı tekmeleyin" diyor
ablasına.. "Sen herşeyi öğrendin, bir tek saz
çalmayı mı öğrenemeyeceksin ?" diye
kızıyor ablası... "Evimin her köşesinde,
bahçemin her ağacında onun emeği vardı.
Yaşamını güzelleşirmeyi bilen, yarınına
umutla bakan, yüreği sevgi dolubir genç kızdı
Sehergül Ateş... Diğer güzel insanlarımız
gibi, O'nu da, apansız yitirdik kanlı Sivas'ta..
MURAT GüNDüZ
02 Temmuz günü, Murat ve kızkardeşi Birsen
Gündüz, kültür merkezi'nde kurulan kitap standında
görevliler. Ankara üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik
Bölümü üçüncü sınıf
öğrencisi olan Murat, Pir Sultan Abdal Derneği'nin
gençlik komisyonlarında görev alıyor.
Murat katkısız sevgiyi ve dürüstlüğü, en
yoğun yaşamış, evrensel sevginin ve
kardeşliğin savunuculuğunu aklıyla birleşirmeyi
başarmış ender insanlardan biriydi. Birsel'le ağabeyi
üzerine özel olarak konuşmak, ailesi kadar bizi de derinden
sarsıyor... "Seni tanımlamak, seni anlamak istiyorum
gördüğüm bütün insanlara" diyor. Birsen
Gündüz, ağabeyi için yazdığı
satırlarda... "İnsanlara iyimser bir tavırla
yaklaşmanın, zor durumlarında yardımcı olmam,
senin yaşam felsefendi. Seni şu dizelerle anlatmak istiyorum; "Ne
mutlu bize insan olmuşuz / İnsan sevgisini gerçek
bilmişiz / İnsanın dalında açıp
gülmüşüz / muhabbet insana, cana muhabbet. R.Su"...
seni çok özlüyorum. Seni kendi içinde yaşatarak,
özlemimi biraz olsun gidermeye çalışıyorum... Beni
yaşarken görenler, seni yaşarken görecekler.
"En güçlüler yandı"... En güçlüleri, en
güzelleri, en iyileri yitirdik Sivas'ta... Murat Gündüz de
onlardan biriydi.
SERPİL CANİK
1974 Ankara doğumlu olan Serpil Canik, Pir Sultan Abdal semah ekibinin
en gençleri ve yenileri arasında yer alıyordu.
Serpil Canik, Ticaret Lisesi'nde okurken staj gördüğü
bir kooperatif şirketinde çalışıyor, bir yandan da
harıl harıl üniversite sınavlarına
hazırlanıyor... çok çabuk kavradığı
semahı severek oynuyor, diğer arkadaşları gibi zamanla
o da bir semah ışığı olup
çıkıyor... İşyerinden derneğe koşuruyor,
hatta semah çalışmasını engelliyor diye,
işinden ayrılmayı bile düşünüyor bir
ara... Bir yandan işin yoğunluğu, bir yandan kurduğu,
bir yandan üniversite hayalleri, gene de dernek etkinliklerinden
koparamıyor.
Serpil için dernek çalışmaları ve
dolayısıyla semah, bir yaşam biçimidir artık;
"Bütün kötülüklerden uzak, yanlızca dostluk
ve sevgi üzerine kurmuşu hayatını" diyor ablası...
Canik kardeşler, sevgili ablalarını hiç
ölmemiş gibi yaşatacaklar... Onlar da Serpil, Nurcan,
özlem, Belkıs gibi olacaklar... Yetenekli ve üretken.
AHMET öZYURT
1992 yılında Ankara'da doğan Ahmet özyurt,
Bebekliğinde çok uslu, hatta biraz zayıf bir
çocukmuş. annesi Senem özyurt, "Her zaman tutmaya
korkardım" diyor. Büyüdükçe fiziği
gelişiyor Ahmet'in, uzun boylu, geniş omuzlu, elleri ve
ayakları kocaman, atletik yapılı bir delikanlı oluyor.
Başarılı bir öğrencilikten sonra liseyi bitiriyor.
öğrenciliği sırasında da komilik, garsonluk gibi
küçük işlerle çalışma yaşamına
atılan Ahmet özyurt, bu konuda pek şanslı
olamıyor.
"Yalın bir insandı, tek isteği okumak, iyi bir
üniversiteye gitmek, iyi bir işe sahip olmaktı" diyor Nurcan
özyurt. Annesi Senem özyurt anlatımıyla "Bir
sıçrasa, karşı caddeye geçebilen" bir yiğit
delikanlı... Her sağlıklı genç gibi bedenini
çok seven Ahmet özyurt, evde ağırlık
çalışarak kol ve bacaklarını
güçlendiriyor, "kendini yerden yere atıyor"... En
büyük ideali üniversite okumak... Hep sonuca
yaklaşı, fakat bir türlü başarılı
olamadı. Belki de başarısız olduğu tek alan
üniversite sınavlarıydı.
Ahmet özyurt, en sevdiği iki eylemi; "Kitap okumak ve spor
yapmak" olarak belirtiyor. Ahmet özyurt, "Hayatın hep
acılarını aklına getiren kişi mutlu değildir.
Gerçekten mutlu kişi, içinde bir iyilik hisseden kişi
demektir." diye yazmış günlüğüne... Ahmet
özyurt, kızkardeşi kadar yakın bize "İstediği
ve arzuladığı sonuçlara yaklaşmışı,
iyi bir insan olarak yaşamayı, başarılı ve mutlu
olmayı fazlasıyla haketmişi, hayatı haketmişi.
başaracaktı...
SERKAN DOĞAN
Serkan Doğan, kardeşi Serdar ile birlikte derneğin semah
topluluğunda görev alıyordu. Aynı zamanda, Pir Sultan
Abdal " oyununda Ali baba'yı canlandırıyordu... Babası,
"Sivas'a ilk gidişi değildi. Banaz'a gitmişlerdi geçen
yıl... Ayrıca, derneğin yeni şubeleri
açılırken, İstanbul'a, İzmir'e, çanakkale'ye
gittiler" diyor ve ekliyor, "Sivas'ta, çocuklarımıza komplo
kurulduğunu nereden bilecektik?... Serkan Doğan, liseyi kendisi
için yeterli görmesine karşın, Açık
öğretim Fakültesi'ne devam ediyordu... Bir diğer
tutkusu da futbol oynamaktı... Babasının sözleri "Sanki
büyümüş ve küçülmüşü...
Mahallede yaşlı birisiyle karşılaşsa, elinde
çantası, paketi olan yaşlı bir teyzesini görse,
hemen yardımına koşardı, tanısın veya
tanımasın evine kadar eşlik ederdi... Mahallemizde
çocuklarla oynardı, evinde bir akvaryumu vardı;
Balıklarıyla, kuşlarıyla sıkılmadan
ilgilenirdi... Serkan Doğan, kendi kendine çalışarak
saz çalmayı da öğreniyor "Eğitim almış
birinden çok daha iyi kullanırdı sazı" diyor
kardeşi Serdar...
11 Aralık 1993, yirminci yaş günü Serkan
Doğan'ın.. Ailesinin, Aydınlık Gazetesinin aynı
tarihli sayısına verdiği bir duyuruda şunlar
yazılıyor: "20 yaşına merhaba gülüm.
Yangın yeri yüreğimiz. Direncimizde yaşıyorsun.
Ailen "... Bir de şu dizeleri okuyoruz; otelde yangın
başladığında bir kağıda
karaladığı, ölümünden sonra iç cebinden
çıkan sportane birkaç dizeyi: "Yanıyorum / anam
sakın ardımdan ağlamasın Ali'yim ben / Pir Sultan
yoluna ölüyorum / başıma kızıl bağlama /
arkamdan sakın ağlama"... Doğan ailesi,
oğullarının vasiyetine sadıklar... Ne bir lanetleme, ne
bir damla gözyaşı, ne de bir yakınma... Yalnızca
direnç... Hepsi bu.
MEHMET ATAY
1968 baharında, Divriği'nin gönderen Köyünde, Atay
ailesinin en küçüğü olarak doğuyor. Mehmet
Atay... Evin en küçüğü olmakla birlikte en
sevileni aynı zamanda... Mehmet Atay'ın kısa süren,
fakat yoğun ve üretken yaşamını anlatmak, sevgili
kardeşlerine düşüyor şimdi.
üniversite yıllarından itibaren fotoğraf sanatına
büyük bir tutkuyla bağlanıyor...
Yaşamını, çektiği fotoğraf kareleriyle
güzelleşirmeyi kotaran bir insan... "Fotoğrafları,
hayata bakışındaki özgürlüğü
sergilemeye yetiyordu. çektiği fotoğraflar gerçekten de
ta kendisiydi" diyor Zeynel Atay... Mehmet Atay, temiz bir
gökyüzü arayan martıları, boynu bükük
kır çiçeklerini, ıslak sokak köpeklerini,
kendisine dil çıkaran, haylaz çocukları
fotoğraflıyor. Onları özgür
dünyalarını yakalama çalışıyor...
Olabildiğince özgür yaşamaya sevdalı bi güzel
insan. Günümüzde yükselen değerler
dünyasında, ilkeli ve kendini alçaltmayan bir
yaşamı benimseyen, yaşamın ağrısını
ve sızını her zaman üzerinde taşıyan,
Fotoğraflarıyla yaşamını güzelleşiren,
dürüst kişiliğiyle dostlarına ve
arkadaşlarına güven veren, duygusal, sevecen,
çalışkan bir insan... Bütün ilişkilerinde
özgür düşüncesini hayata geçirmeyi deniyor.
Ve bu tavrından asla ödün vermiyor.
Gazi üniversitesi, Maliye Meslek Yüksek Okulu'nu bitiren Mehmet
Atay'ın mesleği ile ilgili büyük bir hedefi
bulunmuyordu. Belli bir iş, yükselme ve bol para kazanma
hırsı da yoktu. "Mehmet çok farklı insandı" diyor
ablası Aynur Atay, "Hissettiği gibi yaşardı. Hayata
çok geniş bir açıdan bakar ve hiçbir konuda
kendini sınırlamazdı..."
Mehmet Atay, 25 Haziran 1993 günü, Alevi Dernekleri
Federasyonu'nun kurultayına katılmak üzere,
Hacıbektaş'a gidiyor. 27 Haziran günü, İstanbul'a
dönüyor ve birkaç gün sonra da Sivas'a, yönetim
kurulu üyesi olduğu Divriği Kültür Derneği ve
çağdaş Divriği Gazetesi adına, Pir Sultan Abdal
Etkinlikleri'ni izlemek ve elbette gönlünce fotoğraflamak
üzere yola çıkıyor. Bir arkadaşı, "Mehmet'in
ablası olmak çok güzel bir şey olmalı" diyor Aynur
Atay'a...
"Bir insanın bu kadar çok arkadaşı olmasına
inanamıyorum... Ben ablası olarak, ölümüne bizden
çok daha fazla üzülen arkadaşları olduğunu
biliyorum"... Sevgili Mehmet! Seninle yaşadığım
süreçlerde dost ve arkadaş olamadık ama, geride
bıraktığın onurlu yaşamınla,
fotoğraflarındaki insancıl, ortak dünyamız ile
bizim de kardeşimiz, arkadaşımızsın şimdi...
GüLSüN KARABABA
Pir Sultan Abdal Kültür etkinliklerin, Divriği
Kültür Derneği kanadından katılan dört
genç kızdan biri de Gülsün Karababa... Handan Metin,
Gülender Akça, Gülsün Karababa ve Nurhan Metin'den,
yalnızca Nurhan geriye döndüyor.
Gülsün'ü, ablası Nilgün Karababa yolcu ediyor
Sivas'a. Gülsün Karababa... Ayrılırken, döne
döne öpüyor ablasını, "Belki bir daha
görüşemeyiz" diyor... Nilgün Karababa, kardeşine
kızıyor; "üç tane kol atmışı. Bende
"niye bu kadar çok giysi götürüyorsun yıllanacak
mısın orada?" dedim. üstünü kontrol ettim. "Sivas
soğuk olur, kalın giyin" dedim. Oysa ki, yangın yeri
olacakmış Sivas, bilemedim"...
Sıradan biri olarak yaşamayı asla kabul etmiyor; babası
M. Ali Karababa gibi güzel saz çalıyor, evde herkes
yatmış uyurken, o gece yarıları resim
çalışıyor, günce tutuyor. Atatürk
Kültür Merkezi'ndeki resim kurslarına katılan
Gülsün'ün hedefi, Hacettepe üniversitesi Resim
bölümü'nü kazanmak...
"Harçlığını saklar kitaba, boyaya
yatırırdı." diyor babası M. Ali karababa... "Bir
gün olsun kızmadım yavruma. kaşımı
kaldırıp bakmadım, nazarım değmesin diye..."
Uğur Mumcu'nun cenaze töreninden döndükten sonra, "Ben
sıradan biri olacağım. Ben de Uğur Mumcu gibi
öleceğim" diyor ablasına..
Gülsün'un felsefesine göre, insan yalnızca
yaşamında değil, öldükten sonra da
anılmalıydı. Geriye birşeyler bırakabilmeliydi.
Belki ileri bir tarihte düşündüklerini yapabilirdi
kardeşim... Fakat böyle bir ölümü hiç hak
etmemişi.
M. Ali Karababa, "Biz bu çocuklarımızı ne zor
koşullar altında büyüttük. Onları cepheye
göndermedik ki. diyor. Ve anne Sultan Karababa, "Biz on aydır
zehir yiyoruz." derken, nasıl da acılı, fakat
yıkılmaz bir şehit anası aynı zamanda... "Ben
annem gibi akıllıyım" diye övünen
Gülsün'ün, "Dünya bir yana, annem bir yana" dediği
Sultan annesi... Karababa ailesi, diğer aileler gibi yalnızca
gerçeği öğrenmek istiyor. Devlettir bizim
düşmanımız...
Gülsün Karababa, "ölü Ozanlar Derneği"
kitabından aldığı bir tümceyi güncesine
aktarmış; "ölüm saati geldiğinde hiç
yaşamamız olduğunu hissetmem ne acı"... Sivas'ın
kendisi ve sevdiği yazarlar için bir "ölü Ozanlar
Kenti" olacağını nereden bilecekti?... Halk ozanı
Gülsün Karababa'nın babası M. Ali Karababa Sivas
katilamında 33 yavrusunu kaybetmenin acısına
dayanamadı. Kısa bir süre sonra Pir Sultan'ın ve
canların yanına ulaşı.
HANDAN METİN
Handan Metin 1973 Divriği doğumlu, Dört çocuklu bir
memur ailesinin üçüncü çocuğu. 1992
yılında, ODTü Eğitim Fakültesi Biyoloji
Bölümü'ne giriyor... Babası Sadık Metin. Dört
çocuğumuzun dördü de başarılı olarak
öğrenimlerine devam ederken, anne baba olarak biz de
çocuklarımızla gurur duyurduk. Ailece kararlıydık,
bizlerin zamanında olanaksızlık yüzünden
yapamadığımız eğitimi, bütün
zorlukları
____________________ Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
|
|
Site kurucusu Cevaplar: 987 kayıt olmuş: 11/9/2006 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 1/7/2009 Saat 17:00 |
|
|
[tarihinde düzeltildi 19/11/2010 Saat 13:05 Yazar life23]
____________________ Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...
|
|
Site kurucusu Cevaplar: 987 kayıt olmuş: 11/9/2006 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 1/7/2009 Saat 19:13 |
|
|
[tarihinde düzeltildi 19/11/2010 Saat 13:05 Yazar life23]
____________________ Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...
|
|
Site kurucusu Cevaplar: 987 kayıt olmuş: 11/9/2006 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 1/7/2009 Saat 19:17 |
|
|
[tarihinde düzeltildi 19/11/2010 Saat 13:05 Yazar life23]
____________________ Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...
|
|
Junior Member Cevaplar: 35 kayıt olmuş: 5/7/2004 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 2/7/2009 Saat 00:25 |
|
|
2 Temuz 1993
Yer Sivas merkez madimak otel yanan 35 can.
İtfayesi seyrici
Polis seyirci
Asker kislaya geri döniyor
16 sene ara de sonra canleri yakan basimizda.
Devlet katliamcıları nasıl arıyorsa...
Erçakmak'a ulaşamayan devlet, diğer sanıkları da
resmi kurumlar nezdinde yaptıkları onca işleme rağmen
bulamadı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Erçakmak ile birlikte
Şefket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan çakmak,
Hakan Karaca, Yılmaz Bağ ve Necmi Karaömeroğlu
yargılanıyorlar.
örneğin, bu sanıklardan İhsan çakmak, 27 Temmuz
1999 tarihinde, yani arandığı sırada, Sivas'ın
Altınyayla Belediyesi'nde evlendi; 22 Mayıs 1997'de askerlik
görevini yaptı; çocuğunu nüfusa
kaydettirebildi.
çakmak, 2000'de Emniyet makamlarından ehliyet aldı; bundan
beş yıl sonra İstanbul Avrasya Savunma Sanayii'nde
sigortalı memur işe girebildi. Devletin pek çok biriminde
arama kaydı olmasına rağmen işlem
yaptırabiliyor.
Diğer bir sanık Yılmaz Bağ da Sivas'ın Kangal
İlçesi'nde evlenebiliyor, evlendikten sonra bile
bulunamıyor. Avukat Sarıhan, bu durumları
sıraladıktan sonra, "Bunlar çok ilginç aramalar. Ciddi
bir görev ihmali var ortada" dedi.
önce bizi yakdilar simdi tüm Türkyie yakiyorlar uyanmadiniz
seyrici kaldiniz yanmamiza simdi sira :ztc:
biz anmayin katilerimizi cezalandiriniz
o zaman uyanmadiniz simdi bizi anmayiniz.
Bugün dost yaralanmış
Yine gönlüm hoş değil
Her yanı parelenmiş
Yine gönlüm hoş değil
Dost hasreti zor imiş
Her dem ah-u zar imiş
Dert adamı yer imiş
Yine gönlüm hoş değil
Nice günler görsem de
çok sefalar sürsem de
Dostlar ile olsam da
Yine gönlüm hoş değil
Akarsu’yum yansam da
Kül olup savrulsam da
Bazı bazı gülsem de
Yine gönlüm hoş değil
[tarihinde düzeltildi 2/7/2009 Saat 00:26 Yazar Asker]
____________________ Dost kelimesinle Dost olunmaz Dostluk destekle olur
|
|
|