Türküler yüreğimizin dili,
başımızın sevda yelidir. Anadır,
bacıdır, kardeşir, gurbete gidip dönmeyen oğul,
hasret çeken yavukludur, Anadır, Anadolu’dur
türküler.
Türkülerin olmadığı yerde çiçekler
açmaz, kuşlar cıvıldamaz, akmaz derin-dingin
ırmaklar hasrete; bahçeye dikilen fidanlar yeşermez
türküler olmadıkça... çiçekler kokmaz
türkülerin geçmediği yollarda...
”İnsanların türküleri kendilerinden güzel/
kendilerinden umutlu/ kendilerinden kederli/ daha uzun
ömürlü kendilerinden/ sevdim insanlardan çok
türkülerini/ insansız yaşayabildim/
türküsüz hiçbir zaman...”” derken
Nazım Hikmet, türküleri övmekle kalmıyor aynı
zamanda da yaşıyor...
Türküler umuttur, hasrettir, vefadır, dostluktur ve
yüreğimizde kıvrım kıvrım dolanan ince bir
yoldur sılaya uzanan gurbet ellerde. Dermandır dermansız
kalanlara... Yüreğin gurbetinde büyüyen, özlemleri
kor kor, demet demet sunan iki damla hasret çiçeğidir
türküler... Yüreğimizdeki sevgi
kıpırtılarıdır, sevgi pınarıdır
gürül gürül hasrete akan...
Yaşama sevincinden tutunda ölüm acısına kadar,
vefayı, vefasızlığı, hasreti, sevgiyi,
inancı, direnci, aşkı türkülerle dile
getirmiş, türkülerle seslenmişiz. İçimizi,
acımızı, sevdamızı türkülere
dökmüşüz, türkülerle
bölüşmüşüz!...
Bir damla aşk iksiridir kırık kadehlerde
yudumladığımız, bir damla su’dur
hayatımızda türküler. Yüreğimizde
ateşlerle dağlanan volkanlar kadar dağlayıcı,
özlemler kadar sıcak ve yakıcıdır. Aynı
zamanda da bahar yelleri gibi serin ve dağbaşında bir
pınar kadar ferahlatıcıdır türkülerimiz..
Bakın Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizelerine…
“Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü" gibi candan
Ana südü" gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz”.
Türküler kanatsız kaldığımızda
kanadımız, efkarlı olduğumuz ve yalnız
kaldığımız gecelerde tesellimiz olmuşur. Sesimizim
çıkmadığı yerde sesimiz, nefesimizin
kesildiği yerde nefesimiz olmuşur türküler....
Bazen toprağa düşen su damlası gibi
düşüp yüreklerimize ayrılık ateşini
söndürmüş. Yağmur olup bizi vuslatına
erdirmiş bazen... Bizim canımız, coğrafyamız,
anamız, yarimiz, gurbet ellerde tek teselli kaynağımız
olmuş türküler. Memleketin başı dumanlı
dağlarından, yemyeşil ovalarından,
bağlarından, pınarlarından turnalarla haber
beklemiş, seher yelleriyle selam yollamışızdır
sevdiklerimize türkü türkü.
“Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.”
Geceleri uzanıp kalınca gurbet yataklarına yorgun ve
kimsesiz; Bir türkü nağmesi gelmeyiversin
kulağımıza, dumanlanır hemencecik gözlerimiz; ince
ince bir sızı sızar yüreğimize...
Türküler damlayan gözyaşlarımızdır
yağmurlu gecelerde, yanağımızdan süzülen
pınarlardır...
Türküleri “Hasret Gültekin” bilip,
“Mahsuni”gibi uğurlarken, ardında
yolladığımız gözlerimizdir kimsesiz mezarlara...
Bilirizki; türküler de, türküleri yakanlar da
çoğu zaman kimsesizdir... Yine de en acılı
günlerimizde bile bizi terk etmeyen en vefalı sadık
dostumuzdur türküler, sevdiğimizdir ele-güne, dosta-
düşmana karşı...
Türküler değil midir? Buram buram hasret kokan toprak gibi;
Emek gibi, ekmek gibi, ter gibi, bir çocuğun elindeki taze somun
gibi... Türküler değil midir? dünyanın en
muhteşem gelini, en sabırlı anası... Türküler
değil midir? özümüz, sözümüz,
gözümüz; yollarda yoldaş olup dağlar denizler
aşan bizimle...
Anamızın gözünde bir damla yaş olup
süzülen, yavuklumuzun yüzünde bir tomurcuk
çiçek olup açan. Gurbette hasretimiz, sılada
ayrılığımız, karımız,
kızımız, oğlumuz. Tek dostumuz, avuntumuz,
sırdaşımız bekar odalarında Türküler
değil midir? ...
Türkülerimiz acılardan damıtılmış
gözyaşı, yangınlardan yüreğimize
düşmüş madımak, mevsimlerden bahar, vakitlerden
akşam; çiçeklerden gül, figanda bülbül,
kuşlardan turnadır...
Biliriz ki, türküler baharda ruhumuza işleyen pak nefesler
gibidir, yeni yetme sevdalıların dilinden rüzgarlarla
savrulan, pınarlarla çoşan... Bilirizki,
bülbüllerin gözyaşlarıdır güle
kavuşma adına türküler... Biliriz ki, bahar
yağmurlarında güle kavuşma sevinci gizlidir. Güz
yağmurlarında ise bülbüllün gülden
ayrılacağının hicranı...
Biliriz ki, türküler Anadolu insanının dilden,
gönülden söylediği kah ağlayan, kah ağlatan,
güldüren, sevindiren duygu dolu gönül sesimizdir.
Rüzgar olup şahlanan, sel olup çoşan, deniz olup
dalgalanan yaşama sevincimiz, vefalımız,
vefasızımız, aşkımız,
sevdamızdır...
“Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...”
Ve bunca imkansızlıklara rağmen yine de değerli
ozanlarımızla birlikte tarihteki yolculuğunu
sürdürmeye devam ediyor. Yolculuğunun Hollanda'daki
emekçisi ve adresi ise son kasetiyle hayli ilgi gören
Aşık çağlari’dir. Bunun en önemli etkeni
şüphesiz davudi sesi, sazı, seçkin güzel eserleri
ve yorumlama biçimidir.
Türkülerimiz dedik, türküler hiç sazsız,
sözsüz, ozansız ve Hollanda da yaşayıp da
Aşık çağlari’den söz etmeden olur mu? Bu
değerleri biribirinden ayırmak mümkün mü? Hiç
türküler çağlari’siz, çağlari
türküsüz olur mu? çağlari’nin
türküleri kimi dağlardan sel olup gelir, kimi rüzgar
olup pınarlara seslenir, kimi hasret olup, aşk olup
yüreklerde beslenir ve dinledikçe gönlümüz
türküyle dolar... İşe çağlari’den bir
uzun hava...
Sazım alıp gidem karlı dağlara
Garip anam şimdi ağlasın dağlar
Seherde bir haber salım o yara
Tarayıp zülfünü bağlasın dağlar
***
Anam ne zor imiş yardan ayrılmak
Sılada sevdiğim ağlasın dağlar
Hayali gözümde hep ırmak ırmak
Zülfü perişanım çağlasın dağlar
Nuri CAN____________________ Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.
|