Aklım, hiç tanışmadığım 11 yaşında bir yavrucakta...
11 yaşında, hiç tanışmadığım bir "küçük dost", sıraladığım "büyük"
gündem maddelerini elinin tersiyle itip yattığı yerden yorgun gözlerle bana
bakarak
"Beni yaz" diyor sanki:
"Beni yaz ki, bütün bunları bir an için unutup hayatın anlamını düşünsün
insanlar..."
Son 2 gündür Dışişleri camiası, bu küçük dostun acısıyla seferber...
Babası, hariciyenin en sevilen diplomatlarından biri... O, ailenin tek
cocuğu...
Sabah, her zamanki gibi hazırlanıp gitmiş ilkokuluna...
Sonra okuldan, aniden fenalaşıp bayıldığı haberi gelmiş.
Koşup hastaneye yetiştirmişler. Ve baygınlığın nedenini öğrenmişler.
Küçük dostumun beyninde tümör varmış ve hayli ilerlediği için, acilen
ameliyat edilmezse ölümcül tehlike yaratırmış. Ailesi dehşete kapılmış.
Amerika'ya götürmekle, Türkiye'de ameliyat ettirmek arasında
kararsızlanmışlar bir süre...
Sonra her şeyi; tümörü, ameliyatı, riski, ABD seçeneğini olanca
açıklığıyla küçük dostuma anlatmışlar.
"Burada kalalım" demiş kücük dostum ve hastaneye yatırılmış. Korkmuş
biraz tabii...
"Aslında ameliyattan korkmuyorum..." demiş,
"...kan alınırken yaptıkları iğne canımı acıtıyor, ondan korkuyorum daha
çok..."
Ameliyattan önceki gece anne-babası, saat 03.00'te uyandıklarında,
oğullarını cam kenarında sessizce dışarıyı seyrederken bulmuşlar. Sabah,
ameliyata giderken küçük dostum, bir kağıt parçası tutuşturmuş annesinin
eline:
"Oyuncaklarımı şu arkadaşıma verin" yazıyormuş ilk satırda...
"Bilgisayarım bunun olsun... kitaplarımı şuraya dağıtın..."
Küçük vasiyeti alıp cebine koymuş annesi... 5 günde 50 yıl
yaşlanmış...
Böyle uzun gecelerde Necip Fazıl'in "beklenen"ler için yazdığı o
muhteşem dörtlüğü hatırlarım hep:
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar...
Hastayken "en uzun gece"nin, ameliyatı beklediğiniz gece olduğunu
sanırsınız; oysa hasta yakınları için daha uzunu, ameliyatı izleyen
gecedir.
"Bu geceyi atlatırsa tamam" der doktor, o gecenin her saniyesini upuzun
bir sırat köprüsünün birer birer döşenen taşlarına dönüştürerek... Uğruna
can vermeye hazır olduğunuz can, az ilerde yatarken; siz çaresiz
beklersiniz. Ve karanlık bitmek bilmez o gece... Gökkubbe ışımaz bir
türlü... Önceki gün 5 saat sürdü ameliyatı küçük dostumun...
Kapıda annesi kadere isyan ederken, babası
"Bunu aşacağız. Biliyorum... geçecek" diye tekrarlayıp teselli ediyordu
kendini...
Dün sabah, sabrın tortusunun çöktüğü yorgun gözler doktora çevrildi ve
beklenen müjde geldi:
"Tümör tamamen temizlendi. Küçük dostumuz atlattı tehlikeyi...
" Niye anlattım bunu şimdi...? Bir acıyı paylaşmak için değil...
Kulak memenizi çekiştirip tahtalara vurasınız diye hiç değil...
Sadece, bazen bize çok önemli gibi görünen sorunların, hayati sandığımız
gündem maddelerinin, dert ettiğimiz sıkıntıların aslında hayat karşısında
ne kadar önemsiz, sıradan ve geçici olduğunu bir an için düşünün diye...
Sevdiklerinizin kıymetini bilin ve sevginizi göstermeyi ertelemeyin
diye...
Şimdi gidin ve burnunuzu saçlarının arasına gömüp doyasıya koklayın
diye... Geçmiş olsun küçük dostum!
Sağol... bize hayatın anlamını yeniden anımsattığın için...
alinti
____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...