Ziyaretçi
|
|
Yazılış Tarihi: 18/2/2009 Saat 14:47 |
|
|
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil,
bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü
için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil
ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin
içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması
ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim
duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.
Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve
kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât
önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman
süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık
telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler
getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver
üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım
olurlar.
Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler
belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta
bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir.
Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler,
Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri
doldurur.
Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve
felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve
istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu
adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî
hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima
hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu
gayelere yürümek olmuştur.
Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye,
hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem,
daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir
zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.
Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir
maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder.
Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı
takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve
mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla
mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle
beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz.
Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin
yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini,
bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum
değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin,
iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
(Çevresindekilere söylediği bir söz) :
Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları
söyleyin!
Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek
mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin
tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini,
vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir
vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında
arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip
oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten
başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin
mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu
dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait
emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti.
Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden
çekinilse dahi-uygulattırır.
Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da,
herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı
bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak
olmuştur!
Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin
olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak
olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün
varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu
yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü
büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve
itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük
yetkidir.
Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun
sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir
zaman çekinecek insanlar değiliz.
Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti,
bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve
memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık.
Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için
çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir.
Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin
yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o
umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak
ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî
şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.
Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı
vereceğim.
(Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) :
Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle
büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi
manevî şahsiyetinde olmalıdır!
Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük
ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir
adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her
safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette
şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka
o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen,
bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde
varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını
şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin
evlâdı
kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir.
Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil
eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset
münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim
milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan
vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
(Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme sırasında
Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve
Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde
bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın
Dışişleri Bakam Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri):
Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine
kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye etmekliğimi
mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bîr
karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı
bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi
iyi tanımıyorlar.
Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında
birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından
sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi
parçasının şiddetini kırdı.
Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki,
eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir
teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı,
saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle
mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere
dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler
yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız
başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi
olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz
milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey
yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum.
Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak...
Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.
Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de
emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu
şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine
atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert
olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve
bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona
düşman olanları ortadan kaldırdı.
Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini,
bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi
görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam,
oradan ruh
ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi
oluyor!
30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda
bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini,
milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz?
Bunu tarif müşküldür.
Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve
destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem,
emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun,
ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten
millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben
inanmalıyım.
Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak
yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim.
Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla
iftihar edeceğim.
Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım
dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim.
Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki,
yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin
gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin
ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur.
Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım
vardır; onu benden esirgemeyiniz!
Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur
ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz
olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur!
Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi
olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.
Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip
değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin
bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî
eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki
girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara
bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu.
Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın
menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve
emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla
payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi.
Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya
göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu
şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka
türlü olamaz.
Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir
ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu
zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini
yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık
değildir, elbette ki lâzım değildir.
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli
olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü
ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde
söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu
açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım
şeyi de tahrip edemem.
Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye
götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim
sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana
bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize,
kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini
gösteriniz, ben takip edeyim.
Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile
hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi
kalır mı?
Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle
makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı
ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın
fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini
meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan
korktuklarından fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki
insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini
temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir
amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi
geçindirsin!
Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır.
Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka
türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki
bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...
(Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir):
Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı,
bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz.
Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre
çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
(Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için
açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu
gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma):
Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye
tahammülüm yoktur.
Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe
meydanları?...
Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden
atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.
Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her
akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir
keder duyuyorum.
Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik
kurallarının tatbikini düşünürüm.
Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.
Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine
kalkmak adîliğine tenezzül etmem
Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.
Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla
ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!
|
|
|