Bence68
Site kurucusu
"Gel yardım et bana Nuri... Kaçalım köşkten..."
Onun bu içtenlikli isteğine karşı çıkmak, büyük haksızlık olacaktı. "Tamam,
sen planı hazırla, ben uygulamasını yaparım..."
Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı ötekinin uyguladığı plan
sonunda Florya Köşkü nün tüm nöbetçilerini atlattılar ve köşkten kaçtılar.
Altlarında, Nuri Conker in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı
sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece ye doğru gidiyorlardı.
Birden Atatürk ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye
takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış, toprakları
yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep
vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.
Atatürk şoföre durmasını söyledi.
İndiler. Köylüye seslendi:
"Kolay gelsin Ağa!.."
Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
"Kolay gelsin"
"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?" Köylü isteksiz
konuştu:
"Tanrı nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı
bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."
"Bakıyorum, sabanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok
mu senin?"
"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."
"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı?"
Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin..."
Köylü güldü:
"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
"Kaymakama gitseydin."
Köylü iyice güldü.
"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.
Atatürk konuşmayı sürdürdü.
"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini.... Onun işi
bu değil mi?"
Köylü Atatürk ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın
tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. Kestirip attı:
"Bırak şu sağırı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.
Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"
Atatürk sordu: "Adın ne senin Ağa?"
"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler...
" "Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre." "Acık çiftimiz- çubuğumuz
varken adımız ağa ya çıkmış."
"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime
göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun.
Hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var
bilir misin?"
"Bilmez olur muyum, beyim?"
"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul a geliyor. Florya Köşkü ne iniyor.
Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona...
Herhalde çaresini bulurdu."
"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım
gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular, koskoca
İsmet Paşa mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl
yanacağım hele; o sağırın sağırı! Heç işitmez beni...
" Nuri Conker, lafa karışmak istedi,
Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu. "E peki, bakalım bu dediğime ne
bulacaksın!" dedi "Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin,
çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi
ya!..
" Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu. "Sen ne diyorsun bey?" dedi. "Mustafa
Kemal Paşa Atatürk ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek... Hem,
tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim
öküzün arkasından mı seyirecek?.." Halil Ağa, sigarasının son nefesini
ciğerlerine doldururken, Atatürk ten yeni aldığı sigarayı da kulağının
arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu.
Konuşacak bir şey de kalmamıştı.
Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.
"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."
Döndüler, arabaya bindiler.
Halil Ağa, onları uğurladı. "Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim
hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba ya borçtur. Ödenmesi
gerek...
Otomobil hareket etti. Atatürk ün canı sıkılmıştı. "Bir uygun yerden
dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor,
sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı. "Yahu çocuk,
şu Halil Ağa nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor,
hala da Devlet Baba diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.." Köşke
döndüklerinde Atatürk yaverine emretti: "Şimdi" dedi: "İstanbul da ne kadar
bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!.. Bu akşam
kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa
yı bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çıktı..
Atatürk, Nuri Conker e döndü:
"Şimdi sen de arabayla çIkıp o Halil Ağa ya gideceksin. Ona benim kim
olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. Seni sevdi, sana
öküz alıverecek diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir
buraya." O akşam Atatürk ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar,
milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ dan oluşan yirmi beş
konuk vardı.
Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl
davranacağınızı çok merak ediyorum." Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve
Atatürk ün kulağınabir şeyler söyledi. Atatürk "Buyursun!" dedi. Başyaver
kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında
oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağ çözülmüştü. Atatürk onu görünce
ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son
konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini
sofradaki konuklarına tanıttı: "İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi. Nuri
Conker, Halil Ağa yı Atatürk ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki
sandalyeye geçti.
Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker le birlikte nasıl kaçtığını,
Halil Ağa yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl
gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu
ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi: " Şimdi gerisini Halil
Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan
soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi
tekrarlayacak." Halil Ağa ya döndü:
"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin açık
sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana
hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada
sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen
tekrarlayacaksın. İşte soruyorum: Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir
yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?" Halil Ağa dudakları titreyerek
Atatürk ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi: "Yoo, bak böyle şey
istemem. Soruyorum cevap ver." Soru- cevap valiye kadar aynen tekrarlandı.
Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara
gelmişti sıra. Atatürk sordu: "Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye,
anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?" Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa
nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin?
Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi
duyurabilir miyiz ki..." "Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi,
dosdoğru..."
"Böyle demedik mi beyim?.."
"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri ye. Nuri,böyle mi
dedi bize Halil Ağa?"
Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."
"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali
neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle." Halil Ağa kekeleyerek
konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağır demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura
kalma gayri..."
Atatürk gülmeye başladı:
"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık
sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."
Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla Bırak bu sağırı diye bir laf
kaçırmışım..."
Sofrada gülüşmeler başlamıştı.
"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:
"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"
Halil Ağa İsmet Paşa nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."
Atatürk Halil Ağa yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim: Tamam öyleyse,
hemen her hafta İstanbul a geliyor,Florya Köşkü ne iniyor, köşk de
şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da Şanlı paşamıza öküzümüzü mü
yanacağız!.."
Atatürk ün sesi iyice sertleşti:
"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen,
tıpkısını tekrarlayacaksın!.."
Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağır dedikti ya..."
"Yalnız sağır değil, sağırın sağırı değil miydi?"
Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.
Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine
getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al
git."
"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"
"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir,
halimi dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.
Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk ün
gözlerinin içlerine bakarak konuştu.
"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"
Atatürk gülmeye başladı:
"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa
Atatürk ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin,
yanılmıyorsam. Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını
kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek demiştin." Halil Ağa
nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Tam kesilmiş, duruyordu. Atatürk
konuşmasını içtenlikle sürdürdü:
"Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri demeye getirdin ya fazla
üstelemeyeyim" dedi.
"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu
anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler
diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre den mi olur, İtalya dan mı olur, Fransa dan mı,
velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe ye çevirtirler, sonra
basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi ne... Bu Millet Meclisi
dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir.
Bunlar da hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca
zorlanmama gerek yok derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir
kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa nın
öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda
öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim
zorlaşırmıs, kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar,
işitirim, tasalanırım ! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim
yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için içmez
misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana sarhoş der..."
Halil Ağa nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir...
Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..."
Atatürk sordu:
"Peki sen de içer misin?"
"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."
Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini
Halil Ağa ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."
Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık
düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline
verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış , gözleri
parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak
Atatürk e döndü:
"Yunan ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir
köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki...
Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."
Halil Ağa Atatürk ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca
tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk ün
ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de
başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin
ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."
"Yemek yemedin!.."
"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."
Atatürk Nuri Conker e işaret etti.
Conker kalkıp Halil Ağa nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk ü,
sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı
kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:
"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa,
siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu adam
milletin karşısında adam olmak, bize düşüyor!.."
Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk ten
ayıramıyordu:
"Halil Ağa nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da
bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa nın öküzünü satıyor.
İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa, memleket
çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız
kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet
nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul da geçiyor.
Bunun Van ı var, Bitlis i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler
oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."
Derleyen: Hanri Benazus - Bütün Dünya
Kaynak: İsmet Bozdağ ın "Atatürk ün Sofrası"
Saygıyla
____________________
İnsan sevincin ürünüdür. Kötülüklerin, karamsarlıkların ürünü olamazki...
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.