Hz. ÂDEM (a.s.)
İlk insan, ilk peygamber, insanlığın babası. ALLAH'u Teâlâ Hz. Âdem'i
topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce
ALLAH yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman;
ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum
sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını
dilemiştir:
"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir.
Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)
ALLAH'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve
safhalardan geçirmiştir:
1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha
insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (ALLAH) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan
yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"ALLAH her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde
yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde
yürüyor. ALLAH ne dilerse yaratır. Çünkü ALLAH her şeye hakkıyla kadirdir.
" (en-Nûr, 24/45) "O (ALLAH) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-sop
yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki
dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı
ALLAH Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i)
çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte ilk
insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp
çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)
2- Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile
karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi
de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenâb-ı ALLAH bu
süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları
olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık. " (es-Sâffât, 37/I
1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline
getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş
bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan,
suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)
Böylece ALLAHü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su
ile karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak
kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenâb-ı ALLAH kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit,
saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O ALLAH insanı bardak
gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân, 55/14, ilgili
ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII, 4669)
Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı ALLAH Hz. Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan
çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve
ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin
tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan
üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak çamurdan
bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını) tamamlayıp ona da
rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın.' Bunun
üzerine İblis' ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O (İblis)
büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. ALLAH: 'Ey İblis iki elimle
(bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?
Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?' buyurdu. İblis dedi:
'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. " (Sâd,
38/71-76. Ayrıca bk. el-A'râf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)
Cenâb-ı ALLAH böylece Hz. Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun
uzunluğunun altmış "zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî,
Tefsir, XX, 45) Yaratılışı tamamlandıktan sonra ALLAHü Teâlâ ona, haydi şu
meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle!
Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun
üzerine Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu
aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük atası
olduğu için, Cennet'e giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde
girecektir. Hz. Âdem'in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını
kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed zamanında)
sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i Sarîh
Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)
Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi
ALLAH Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini öğretti.
İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi. "Hani Rabbin
bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi tebliğ etmeye ve
uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan) yaratacağım' demişti. (Melekler
de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve
eksikliklerden tenzih edip dururken orada (yerde) bozgunculuk edecek,
kanlar dökecek kimse(ler) mi yaratacaksın?' demişlerdi. ALLAH: 'Sizin
bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim.' demişti. ALLAH, Âdem'e bütün
isimleri öğretmişti. Sonra onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve
eşyayı) meleklere gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü
biliyorsanız) bunları isimleriyle beraber bana haber verin' demişti.
(Melekler) de: "Seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim
hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi
olan şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)
Bu ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına
vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek
demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak
kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir. Birinin
arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet (vekâlet)
ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla verilir veya aslın
acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir. Yahut bunların hiçbiri
olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref bahşederek onu yüceltmek için
vekâlet verir. İşte Cenâb-ı ALLAH'ın arzda evliyasını istihlâfı bu
kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul
1986, s. 223; Hamdi Yazır, a.g.e., I, 300)
Cenâb-ı ALLAH: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım ve tayin edeceğim."
demişti ki; kendi irade ve kudret sıfatımdan ona bazı salâhiyetler
vereceğim, o bana izâfeten, bana niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım
tasarruflara sahip olacak, benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup
uygulayacaktır. O, bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına
asıl olarak hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam
olacak, iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur
bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı vazifeyi
icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek için,
yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle üstün yapan
odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu mana, Ashâb-ı
Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen tefsirlerin özetidir.
(Elmalılı, a.g.e., I, 300)
ALLAHü Teâlâ, Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre
eder gibi tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini
öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir.
Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve
nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan
keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile meleklerini
bir imtihandan geçirerek göstermiştir.
Yüce ALLAH Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya başka
bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "ALLAH
Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır." demişlerdir.
(en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)
Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:
Yüce ALLAH Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve demiştik
ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan (Cennet'in
yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz. "
(el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene
düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü
senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada
susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1 17-1 19)
Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu kesin olarak bilinmiyor.
Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir olduğu hakkında rivayetler
vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yüce ALLAH bu ağacın
ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk Cennet'te Âdem'e büyük bir
hürriyet vermekle beraber yine de buna bir sınır koymuştur. Bu sınırı
aştıkları takdirde, kendilerine zulüm edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç,
yenilmek için değil, insanın hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve
kulluk için konulmuştur. Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir
günahın başıdır" hadîsinde bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz.
Demek Hz. Âdem o zaman dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan
bir müddet fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır,
a.g.e., I, 323-324).
Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek ALLAH'ın emrine karşı
gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş ve Cennet'ten kovulmuştu. O
zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına musallat olup azdırma imkânı
kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları günah işlemeye teşvik etme gücü
verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in şeref
ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine
verilen akıl ve irade sebebiyle Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler,
sınanmaları için de peygamberler gönderilecekti.
Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine sahip olan şeytan, ne
yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e girebildi. "Derken şeytan,
onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini)
kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de vesvese* verdi ve 'Rabbiniz
size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut
ölümden kurtulup ebedi olarak kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti'
dedi. Bir de onlara, 'Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin
etti. İşte bu şekilde ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül
ettirdi. Ağacın meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine
açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye
başladılar. Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size
apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22)
"Bundan sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve
şöyle diyerek ALLAH'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer
bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uğrayanlardan
olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu seçti (peygamber
yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. ALLAH şöyle
dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her ikiniz de oradan
(Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet (kitap) geldiği zaman,
kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve bedbaht olmaz
(ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123) Böylece Hz. Âdem ve Havva ve
nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları ve burada üreyip geçinmeleri,
imtihan edilmeleri takdir edildi ve gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638;
el-A'raf, 7/24)
Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir
hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa
(a.s.)'ın ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa
(a.s.)'ı delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen ALLAH'ın
eliyle (kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için
secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği Âdem'sin. Sonra da sen
işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun üzerine
Âdem (a.s.) 'Sen ALLAH'ın peygamberliğine ve konuşmasına seçtiği ve içinde
her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını verdiği ve münacât edici
olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim yaratılmamdan kaç sene önce
Tevrat'ı yazdığını gördün?' dedi Musa (a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap
verdi. Âdem, 'şu halde içinde 've Âdem Rabbi'ne isyan etti de...'
meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem
(a.s.) 'ALLAH'ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi
işlemem üzerine beni nasıl azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede
"Âdem hüccet* ile Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40)
Bundan sonra gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup
bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların
Cennet'e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların Cehennem'e
girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)
____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...