Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebi Âmir el-Asbahî. Mâliki Mezhebinin imami,
Muhaddis ve mutlak müctehid.
Imam Mâlik, Medine'de dogmustur. Onun dogum tarihi hakkinda, Hicrî 90'dan
98'e kadar degisen farkli rivayetler vardir. Ancak, yayginlikla kabul
edileni 93 (711-712) tarihinde dogmus oldugudur (Ömer Riza Kehhale,
Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut (t.y.), VIII, 168; ayrica bk. Suyutî,
rezyinü'l-memalik, 7)..
Imam Mâlik'in ailesi aslen Yemenli olup, dedesi Zû Asbah kabilesine mensup
olan Mâlik b. Ebu Amir el-Asbahî, Yemen valisinden gördügü zulüm üzerine
Medine'ye gelip yerlesmistir. Annesi de, yine Yemenli Ezd kabilesinden,
Aliye binti Süreyk el-Ezdî'dir.
Imam Mâlik'in dedesi Medine'ye yerlestikten sonra, Kureyse mensup Benû Teym
b. Murra kabilesi ile hisimlik kurarak, bu kabile mensuplariyla dostluk
(velâ) akdetmis ve gerektiginde onlardan yardim görmüstür.
Imam Mâlik'in ailesi, Medine'ye yerlestikten sonra ilimle mesgul olmus,
özellikle hadisleri toplamaya ve Ashab'in fetvalarini ögrenmeye büyük önem
vermislerdi. Dedesi Mâlik b. Ebu Amir, Tâbiînin büyüklerinden olup, Hz.
Ömer (r.a), Osman (r.a), Talha (r.a) ve Aise (r.anh)'dan hadis rivayet
etmistir.
Imam Mâlik, babasindan sadece bir hadis rivayet etmistir. Bu da, babasinin
hadisle fazlaca mesgul olmadigini göstermektedir. Ancak amcasi Süheyl hadis
âlimlerinden olup, Ismail b. Cafer'in hocasidir. Ayrica, ez-Zuhrî de ondan
ders okumustur. Onun Nadr ismindeki kardesi de hadis tahsil etmisti. Imam
Mâlik, hadis derslerine basladigi zaman, bu kardesinin söhretine binaen
Ahu'n-Nadr (Nadr'in kardesi) diye çagrilmakta idi. Daha sonra, Imam Mâlik,
hadiste onu geçmis ve kardesi ona nisbet edilmeye baslanmistir.
Hulefâ-i Râsidîn devrinde Medine, Ashab'in ileri gelen âlimlerinin bir
arada bulundugu ve ilim tahsilinin zirvesine ulastigi bir merkez
konumundaydi. Emevîler devrinde ise Medine, çogalan fitnelerden ve
idarecilerin zulmünden kaçan bir takim âlimlere siginilacak bir yer görevi
görmeye baslamisti. Ayrica, Tabii'nin çogu Medine'de oturmakta, Ashab'in
rivayet ve fikhini, etraflarini halkalayan ilme susamis talebelere
aktarmakta idiler.
Imam Mâlik, kendini tamamen ilme vermis bir aile muhitinde büyümüs ve çok
canli bir ilmî hareketliligin yasandigi Medine'de ilim tahsil etmeye
baslamisti. Böyle bir çevrede bulunmasi ona, çagin en ileri seviyesindeki
alimlerden ders okuma imkânini vermisti.
Imam Mâlik önce, Kur'an-i Kerîm'i hifz etmis, pesinden de hadisleri
ezberlemeye baslamis ve bilhassa annesinin tesvik ve yönlendirmeleri ile
Medine'nin büyük ve meshur âlimlerinden Rabia b. Abdurrahman'in ders
halkalarina katilmisti (Muhammed Ebu Zehra, Imam Mâlik, Terc. Osman
Keskioglu, Ankara 1984, 30).
Daha sonra o, bir seyler ögrenebilecegi bütün âlimlerin yanina gitmeye ve
onlardan hadis, sahabelerin fetvalari ve fikih konularinda istifade etmeye
baslamisti.
Yüze yakin âlimden yararlanan Imam Mâlik'in yetismesinde, fikrî ve ilmî
yapisinin oturmasinda, basta Abdurrahman ibn Hürmüz, Rabîa, Sihab ez-Zührî,
Ebu Zinad, Yahya b. Sa'id el-Ensârî ve Hz. Ömer (r.a)'in azadlisi Nâfi'in
büyük katkilari olmustur.
Ibn Hürmüz, hadis ve ser'î ilimlerde söz sahibi bir âlim olup, ayrica
zamanin bütün fikrî, siyasî gelismelerini takip eden ve onlarin iç
gerçeklerine nüfûz eden bir kültür genisligine sahipti. O, Imam Mâlik'e çok
sey ögretir ancak, maslahata uygun görmedigi için bunlardan çok azini
açiklamasina müsaade ederdi. Ibn Hürmüz, sorumlulugundan korktugu için,
Mâlik'ten, hadislerin senedinde kendi adini zikretmemesini istemisti.
Imam Mâlik, Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Ömer'in fikhini ve fetvalarini,
Nafi'den ögrenmisti. Ebu Davud, Malik'in Nâfi'den, onun da Ibn Ömer'den
rivayetini senet yönünden en saglam olani kabul eder.
Imam Mâlik, yetisip olgunlastiktan sonra, fikihta hocasi olan Rabianin bazi
görüslerini tenkit etmeye basladi. Bundan sonra o, Rabianin derslerini
birakip, Zührî'nin hadis derslerine devam etti. Ancak, onun fikhî
görüslerinde, Rabia'nin büyük tesiri vardir.
Bundan sonra o, Zühri'nin dersi disinda evine kapaniyor, o zamana kadar
kagitlara kaydettiklerini derleyip toparlamaya çalisiyordu.
Ayrica Imam Mâlik, Cafer-i Sadik'in derslerini hiç bir zaman kaçirmazdi.
Onun ilmine, zühd ve takvasina hayranlik duymakta idi. Imam Mâlik onun
hakkinda; "Abdesti olmadan hadis rivayet etmez, Hz. Peygamberin adi
anilinca yüzü sararirdi" demektedir.
O, Medine'nin ilmini tamamen ögrendigine iyice kanaat getirmeden ders
vermeye baslamadi. Medine'de bulunan âlimlerin çogunun kendisini ders verme
hususunda yeterli görmesini açiklamalarindan sonra güvenilir ravilerden
aldigi hadisleri insanlara ögretmek, fetva soranlarin problemlerini
halletmek ve etrafinda toplasan ögrencilere dersler vermek zorunlulugunu
hissetmistir. Imam Mâlik bu konuda söyle söylemektedir: "Her aklina esen
mescitte oturup ders veremez. Âlimlerden yetmis kisinin beni yeterli
görmesine kadar ben, ders ve fetva vermekten kaçindim". Imam Mâlik ayrica,
hocalari Zührî ve Rabia'ya, ders verip veremeyecegini sorup olumlu cevap
aldiktan sonra bu ise baslamistir.
Imam Mâlik, derslerini Mescid-i Nebî'de vermeye baslamisti. Ancak sonralari
idrarini tutamama (prostat) hastaligina yakalaninca mescite gelmez olmus ve
derslerine evinde devam etmeye baslamistir. O, Mescid-i Nebî'de ders
okuttugu zaman, Hz. Ömer (r.a)'in ders okuturken oturdugu yere oturmaya
özen göstermistir. Burasi Resulullah (s.a.s)'in mescitte oturdugu yerdir.
Ayrica Medine'de Abdullah b. Mesud'un oturdugu evde ikamet ederek, onlarin
hatirasini zihninde canli tutmayi arzulamis ve Ashab'in yasadigi manevî
atmosferi hissetmeye çalismistir.
Imam Mâlik'in dersleri, hadis ve fikhî meselelerle verdigi fetvalar
seklinde cereyan ederdi. O, vuku bulmus olaylara fetva verir ve
degerlendirmelerde bulunurdu. Vuku bulmamis, farazî olaylar için kesinlikle
bir görüs beyan etmezdi. Bu da Islâm hukukunun en önemli özelligidir.
Hastaliginin ilk dönemlerinde, mescite namaza gelir, sonra evine dönerdi.
Bir zaman sonra namazlara gelemez olmus, daha sonra cuma namazi için de
evinden çikamaz hale gelmisti. Bu durumunu soranlara hastaligini, ta ölüm
dösegine yatana kadar söylememistir.
Imam Mâlik, ilimde olgunlasip dersler vermeye basladiktan sonra,
bilgilerini daha da derinlestirmek ve farkli fikhî görüsleri,
incelikleriyle kavrayabilmek için âlimler ile iliskisini yogun bir sekilde
sürdürmüstür. Hacca gelen âlimlerle görüsüp, onlarla ilim alisverisinde
bulunurdu. O, büyük fakih Ebu Hanife ile de görüsür, onunla münazaralarda
bulunurdu. Onlarin bu görüsmeleri gayet nezih bir sekilde cereyan eder ve
herbiri digerinin fikihtaki üstünlügünü överdi. Bunun gibi o, Keys, Evza'î,
Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Hammad vb. çagin seçkin âlimleri ile ilmî
sohbetlerde birlikte olur, onlarla bir araya gelme firsati buldugunda bunu
hiç bir zaman kaçirmazdi. Imam Mâlikin yasadigi dönem, Medine'nin ilim,
inceleme ve arastirmalarin odagi oldugu bir dönemdi. Bunun sebebi,
Resulullah (s.a.s)'in mescidinin ve kabrinin burada bulunmasi dolayisiyla
Islam cografyasinin her tarafindan, farkli fikhî ekollere mensup âlimlerin,
her hac mevsiminde buraya akin akin gelmeleri idi.
Imam Mâlik ayrica, ilmini yenilemek ve asrinin diger fakihlerinin
görüslerini ögrenmek için mektuplasma yolunu da kullaniyordu. O, görüsme
imkâni olmayan uzak sehirlerdeki âlimlere mektuplar yazar, degisik
konulardaki görüslerini sorar ve kendi degerlendirmelerini onlara
iletirdi.
Imam Mâlik keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hafizaya sahipti. Bu da ona,
dinledigi hadisleri kolayca ezberleme ve fikhî konulara rahatça nüfuz
edebilme imkanini sagliyordu. Hadisleri saglam ravilerden kusursuz olarak
bellemis oldugu halde, bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Hadis
nakletmenin sorumlulugu onu sikintiya sokar ve naklettigi her hadisi için;
"Onlari nakletmektense herbiri için bir kirbaç yemeyi yeglerdim" demekte
idi.
Sadece Allah Teâlâ'nin rizasini kazanmak için ilim tahsil etmis, hayati
boyunca takva yolunu terketmemistir. Ona göre ilim bir nurdur ve ancak husu
ve takva sahibi bir kalpte yerlesebilir. Fetva verirken yavas hareket eder,
iyice düsünür, soran kimseyi göndererek meseleyi tetkik ve tesbit ettikten
sonra cevap verirdi. O fetva konusunda hiç bir seyin kolay olamayacagi
görüsünde olup, helâl ve haram ile ilgili her meselenin zor oldugunu
söylerdi. Din konusunda kimseyle tartismaya girmez, insanlar arasinda kin
tohumlari ekecegi için bunu çok kötü bir davranis olarak
degerlendirirdi.
Imam Mâlik, bedenen heybetli bir yapiya sahipti. Ilim ve büründügü takva
elbisesi onun bu heybetine manevî bir yön katiyordu. Onun bakislarindan
herkes etkilenir, insanlara büyüklük taslayan idareciler, valiler onun
yaninda küçülür ve ona saygi gösterirlerdi.
Imam Mâlik'in babasi ok imalatçisi idi. Ancak, Imam Mâlik'in bu meslegi
isra ettigine dair herhangi bir bilgi mevcut degildir. Kardesi hem hadis
okur, hem de ticaretle ugrasirdi. Imam Mâlik'in de bir miktar sermayesi
kardesi tarafindan çalistirilmakta idi. Buna ragmen onun, ögrencilik
yillarinda biraz maddî sikinti çektigi anlasilmaktadir.
Imam Mâlik'in yasadigi dönem fikrî ve siyasî fitnelerin zirvesine ulastigi
bir dönemdir. O, hem Emeviler, hem de Abbasiler döneminde yasamistir. Ömer
b. Abdülaziz'i takdir eder ve onu ümmetin islerini hakkiyla yerine
getirmeye çalisan adil bir halife olarak görürdü. Ancak o, ne tahtlarini
korumak isteyen hükümdarlara taraf olmus, ne de ayaklanmalarina mesru zemin
olusturmak isteyen isyanci gruplara destek vermistir. Her zaman gerçekleri
yaymaya gayret göstermekle birlikte, anarsinin, müslüman kitleleri perisan
ederek fitne ve fesadin yayginlasmasina sebeb olacagini düsündügü için o,
isyanlari tasvip etmemistir. Bununla birlikte gayrimesru bir sekilde
ümmetin basina gelen yöneticileri de onaylamamistir. Bu yüzdendir ki o, bir
defasinda takibata ugramis ve Abbasiler'in ikinci halifesi Ebu Cafer
el-Mansur'un Medine valisi tarafindan kendisine iskence yapilmistir. Buna
sebeb olarak da, zorlama ile yapilan bey'atin geçersizligine fetva vermis
olmasi gösterilir (Ebu Zehra, a.g.e., 77). Bu iskenceler sirasinda, o
kirbaçlanmis ve kolu çekilmek sûretiyle sakatlanmistir.
Ancak daha sonra Mansur, bu olaydan haberi olmadigini ve bu isi yapan
valisini cezalandirdigini söyleyerek ondan özür dilemis, Imam Mâlik de onu
bagislamistir (Ibnü'l-Imâd el-Hanbeli, Sezerâtuz-Zeheb, Beyrut t.y., I,
290).
O, halife ve idarecilere, Hac için Medine'ye geldikleri zaman, halkin
menfaati ve selâmetini gözetip hak ve adalet üzere yürümelerini ögütler,
ayrica yüz yüze görüsme imkâni olmayanlara da mektuplar göndererek onlari
islah etmeye çalisirdi. Bununla beraber o, emir ve hükümdarlardan daima
uzak durmustur. Fakat, samimiyetine inandigi idarecileri derslerine kabul
etmistir. Harun er-Resid bunlardan biridir. Harun er-Resid'in Imam Mâlik'in
evindeki dersler esnasinda sultanlarin tavriyla davranmaya kalktiginda Imam
Malik ona, ilmin her türlü dünya makamindan üstün oldugunu ve yücelmenin
ancak ilme saygiyla mümkün olabilecegini anlattiginda tahtindan inmis ve
öteki ögrencilerin arasinda onun derslerini dinlemeye devam etmistir
(Ibnu'l-Imad el-Hanbeli, a.g.e., I, 29i).
Imam Malik'in hastaligi agirlasip, vefat edecegini anladiginda o zamana
kadar gizledigi hastaligini ve gizleme sebebini dostlarina söyle
açikliyordu: "Eger hayatimin son günleri olmasaydi size bildirmeyecektim.
Benim hastaligim idrarimi tutamamamdir. Peygamberin mescitine tam abdestli
olmaksizin gelmek istemedim. Rabbime sikayet olmasin diye de hastaligimi
kimseye söylemedim" (Ebu Zehra, a.g.e., 286). Imam Malik, Hicrii79 yilinda
Rabiulevvel ayinin on dördüncü günü vefat etmistir. Safer ayinda öldügüne
dair rivayetler de vardir. Cennetu'l-Bakî mezarligina defnedilmistir (Ömer
Riza Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, t.y, VIII, 168).
O, hem bir hadis âlimi hem de büyük bir fakihti. Onun devrinde ortaya çikan
siyasî ve itikadî fitneler halkin akaidini tehdit eder hale gelmisti. Imam
Malik böyle bir ortamda, Sünnet çizgisine simsiki sarilarak, insanlari
sapitip delâlete düsmekten kurtarmak için var gücüyle çalismistir. Ona göre
Islam'i yasamak, Resulullah'in sünnetine ve pesinden gelen Rasid
Halifelerin uygulamalarina tabi olmakla mümkündür. Medinelilerin ameli onun
için uyulmaya, ahad haberden daha lâyiktir. Çünkü Resulullah (s.a.s),
Medine'de yasamis ve Medineliler, yasayisini ona uydurmuslardi. Dolayisi
ile Medineliler'in yasayisi Sünnetin amelî sekilde rivayetidir. Bu, onun
fikih usulünde de açikça görülür. Kitap ve Sünnet'ten sonra delil olarak
Medineliler'in amelini alir (bk. Malikî Mezhebi Mad).
Imam Malik, imanin kalben tasdik, dil ile ikrar ve amel oldugunu söylerdi.
Bu söylediklerini Kur'an'a ve hadislere dayandirirdi. Yine hakkinda ayet
bulundugu için imanin artabilecegini söyler, eksilmesi hakkinda susardi.
Kader, büyük günah, Kur'an-i Kerim'in mahluk olup olmadigi ve ru'yetullah
konularinda sahih Ehli sünnet ulemâsi ile ayni görüsleri paylasmaktadir.
Yalniz, o, Ebu Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a)'in fazilet
siralamasindaki üstünlüklerini kabul ettigi halde, Hz. Ali (r.a) hakkinda,
diger âlimlere muhalefet etmis, onu Hulefâ-i Râsidînden saymamistir. Buna
sebeb olarak da, hilâfeti isteyenle istemeyenin bir olamayacagini
gösterirdi.
Imam Malik'in fikhi, ögrencileri tarafindan hazmedilip daha onun sagliginda
Misir basta olmak üzere Kuzey Afrika'da yayilmaya baslamis, oradan da
Endülüse ulasmistir.
Imam Malik'in ilimdeki büyüklügü hakkinda onun önünde diz çökmüs ve
ilminden feyz almis büyük fakîh Imam Safiî söyle demektedir: "Malik, Allah
Teâlâ'nin, Tabiinden sonra kullarina karsi hüccet olarak gönderdigi bir
insandir" (Suphi es-Salih, Hadis Ilimleri ve Hadis Istilahlari, Terc. Yasar
Kandemir, Ankara 1981, 330).
Hayati boyunca Medine'den baska bir yere gitmeyen Imam Malik, Resulullah
(s.a.s)'e olan asiri sevgi ve saygisindan dolayi, Medine'de bir defa olsun
at sirtinda dolasmamistir.
Muvatta'i:
O bir çok kitap tedvin etmis olup, bunlar arasinda en önemlisi Muvatta adli
eseridir. Imam Malik bu kitaba Hicaz'in en saglam ravilerinin hadislerini
almaya özen gösterdi. Ayrica sahabe sözlerine ve Tabiin fetvalarina da yer
vermistir.
Hadis külliyati içerisinde ilk tedvin edileni Muvatta'dir. Istisnalari
olmakla birlikte, bu zamana kadar çesitli sebeplerden dolayi hadislerin
yazilmasi tasvib edilmiyordu. Hadisler, kendilerini bu yola adamis
muhaddislerin hafizalarinda muhafaza ediliyordu. Ancak bir zaman sonra, bir
takim insanlar, menfaatlerini veya firkalarinin hakliligini ispatlamak vb.
sebeblerden dolayi hadis uydurmaya baslayinca, sahih hadislerin yazilarak
tesbit edilmesi zarureti ortaya çikti. Bu durumu Sihab ez-Zuhri; "Dogu
tarafindan, duymadigimiz hadisler gelmeye baslamasaydi ne bir hadis yazar,
ne de yazilmasina izin verirdim" sözüyle açikliga kavusturmaktadir.
Ömer b. Abdülaziz, muhtemelen âlimlerle istisare ederek, hadislerin tedvin
edilmesini, valilerine gönderdigi talimatlarla resmen emretmisti. O,
âlimlerin ölümleriyle ilmin ve hadislerin kaybolmasindan endise etmekteydi.
Ilk olarak böyle bir ise girisip, Halifenin istegini yerine getiren, Imam
Malik'in hocasi Sihab ez-Zûhrî olmustur. Fakat, Ömer b. Abdulaziz,
arzuladigi tedvin isinin sonuçlarini göremeden vefat etmisti.
Mansur isbasina geçince, o da Ömer b. Abdulaziz gibi, Medine ilminin
toplanip tedvin edilerek, yaziyla muhafaza altina alinmasi için çalismalar
yapilmasini istedi. Ancak o, selefi Ömer b. Abdulaziz gibi bütün
eyaletlerdeki ilimlerin derlenip toparlanmasini düsünmemis, sadece
Medine'deki hadislerin ve fikhî görüslerin tedvinini istemisti. Mansur'un
böyle bir ise girismesinin sebebi âlimlerin ölümleriyle ilmin zayi olmasi
endisesinden kaynaklaniyordu. Onun düsüncesi tamamen idarî maksatlara
yönelik olup, ülkenin her tarafindaki mahkemeleri ve yargiyi birlestirerek
tevhid-i kaza'yi gerçeklestirmek istiyordu. Imam Malik onun, Medine'nin
ilmini tedvin etme istegini yerine getirdiginde ortaya Muvatta adli eseri
çikmisti. Ancak Imam Malik, Mansûr'un, ülkenin her tarafindaki insanlarin
Muvatta'a uymalarini saglamak istegine kesin bir tavirla karsi çikmisti. Bu
da gösteriyor ki, onun Muvatta'i kaleme almasinin yegâne sebebi, Mansur'un
bu yoldaki arzusu degildir. O, Medine'deki sahih hadisleri, sahabe
sözlerini ve Tabii'nin fetvalarindan tercih ettiklerini toplayarak onlarin
unutulup gitmesini önlemek ve sonraki nesillere saglikli bir sekilde
intikal etmesini saglamak istemistir. Mansûr'un istegi bu konuda ancak
tesvik edici bir rol oynamis olabilir. Zira o, daha sonra gelen Mehdi'nin
ve Harun er-Resid'in, Mansur'un istegine benzer taleplerini de ayni sekilde
reddetmistir.
Imam Malik onlara söyle diyordu:
"Ashab-i kiram fer'î meselelerde ihtilâf ettiler ve onlar bu ihtilâflariyla
birlikte her tarafa dagildilar. Herkes kendine göre isabetlidir. Ulemânin
ihtilâfi ümmet için bir çesit rahmettir. Her biri kendince sahih olana
uyuyor. Hepsi hidayet üzere olup, sadece Allah Teâlâ'nin rizasini
istemektedirler" (Ebu Zehra, a.g.e., 218).
Imam Malik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra
rivayet ederdi. Rivayet ettigi hadisleri sürekli arastirir; ravide bir
kusur bulur veya hadis saz çikarsa onu hemen terkederdi. Muvatta'i ilk
yazdiginda on bine yakin hadisi rivayet etmis olmasina ragmen, her sene onu
tetkik ederek bir kisim hadisleri çikarmis, neticede Muvatta oldukça
küçülmüstü. Onun bu durumunu bazi ögrencileri söyle dile getirirlerdi;
"Herkesin ilmi çogalip artiyor; Malik'in ilmi ise noksanlasip eksiliyor"
(a.g.e., 221). Bu, onun ilmi naklederken ne kadar titiz davrandigini
göstermektedir.
Görüldügü gibi Muvatta'da bulunan hadisler çok sayida hadis arasindan
süzülerek seçilmistir. Bu yüzden hadis tenkidcileri ondaki hadisleri
istisnalar hariç sahih kabul etmektedirler.
Muvatta'i, Kütüb-i Sitte'nin altincisi olarak kabul edenlere göre derece
itibariyla Sahihayn'dan sonra gelmektedir.
Ancak, bir kisim muhaddisler, ondaki mürsel hadislerin ve Tabiin fetvalari
ve fikhî görüslerin çoklugunu ileri sürerek Muvatta'in daha çok bir fikih
kitabi oldugunu söylemislerdir (Sûphi es-Salih, a.g.e., 99).
Imam Malik'in, Peygamber (s.a.s), Ashab ve Tabiinden yaptigi rivayetlerin
sayisi bin yedi yüz yirmi kadardir. Ibn Hacer, Muvatta'i sahih kabul eder.
Ibn Hazm, Muvatta'daki bes yüz hadisin müsned, üç yüz hadisin de mürsel
oldugunu ve yetmis civarinida da Malik'in bizzat onlarla amel ermeye
terketmis oldugu hadis âlimlerinin zayif olarak degerlendirdigi diger bazi
hadislerin bulundugunu söylemektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 227).
Âlimler arasinda, Muvatta'daki hadislerin sihhat dereceleri hakkinda
muhtelif görüslerin bulunmasina ragmen, Malikîler Muvatta'in tamaminin
sahih oldugunu kabul etmektedirler. Zira onlar Muvatta`daki mürsel, mu'dal
ve munkati' hadisleri, muttasil senetlere baglamak için gayret
göstermisler; senedi, Malik'in rivayetinden muttasil olmayanlari da baska
sika ravilerle muttasil olarak tesbit etmislerdir. Onlarin hiç bir yolla
muttasil senet bulamadiklari hadisler sadece dört tanedir. Bu durum, Imam
Malik'in mürsel, mu'dal ve munkati, olarak naklettigi hadislerin baska
tariklerle müsned olarak nakledildiklerini ve dolayisiyla Muvatta'in sahih
hadis kitaplarindan biri oldugunu ortaya koymaktadir.
Imam Malik, Muvatta da bes yüz doksan kadar kimseden rivayet etmektedir.
Ashabdan rivayet ettikleri, yüz seksen besi erkek, yirmi üçü kadin olmak
üzere iki yüz sekiz; Tabiinden olanlar ise, kirk sekiz kisidir.
Muvatta'i rivayet edenler, Imam Malik'in talebeleri olup, Kadi Iyad
bunlarin altmis kisi olduklarini tesbit etmistir (a.g.e., 229).
Bu gün elde bulunan Muvatta biri Ebu Hanife'nin talebesi Imam Muhammed'in
rivayeti, digeri de Malik'in talebesi, Endülüslü Yahya b. Leysî
el-Berberî'nin rivayet ettikleri nüshalara göre basilmistir.
Muvatta, Malikî fikhinin temel kaynagi olup, Imam Malik'in fikihta takip
ettigi usul ondaki tertipden açikça anlasilmaktadir. O, Muvatta'da fikhî
bir konuyla alâkali hadisi alir, sonra Medineliler'in o konudaki
uygulamalarina temas eder, pesinden de Tabiin ve diger fukahanin
görüslerini zikreder. Eger bunlarda bir açiklama bulamazsa o zaman sahih
olarak bildigi hadislerin ve sair fetvalarin isigi altinda kendi reyiyle
ictihad eder, meseleyi çözüme kavustururdu. Imam Malik, ayni zamanda hadis
ravilerini arastirip, onlarin adalet, hifz ve zabttaki durumlarini
inceleyerek bir tedkik ve tenkit süzgecinden geçiren ilk kimse olma
ünvanina da sahibtir (a.g.e., 2i9).
Ömer TELLIOGLU
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...