Türk Dil Kurumu SÖzlüğü,
“şeytan” kelimesini kÖtü
düşünceli, kÖtü niyetli, çok kurnaz,
uyanık kimse diye tarif ediyor. Bu açıdan
bakıldığında, “şeytanın” ta
kendisi geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı
Gül’ün davetlisi olarak İstanbul’daydı.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’dan
bahsediyorum. Türkiye Cumhurbaşkanının kendisi de,
ülkesinin birçok vatandaşının
cumhurbaşkanı olamadığından mı bilinmez,
dünyanın dışladığı devlet
başkanlarını ağırlamaktan hoşlanıyor.
Gül dÖneminin ilk resmi misafiri olan insan kasabı Sudan
Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmet El Beşir de yine
Türkiye’de!
İran bir demokrasi değil, hoş hiçbir zaman da
olamadı ya! Kamuoyumuza “halkın adamı” diye
lanse edilen Mahmud Ahmedinecad, İran’ı hakikaten idare
eden mollaların seçtirdiği tatsız bir adam. Her ne
kadar seçimle gelmişse de, İran’daki seçimler
şaibelidir ve demokrasi ile bir ilişkisi yoktur.
Çünkü halkoyuna sunulan seçilebilir adaylar, mollalar
tarafından Önceden tek tek onaylanıyor.
Ahmedinecad’ı iktidara getiren son seçimlerde binlerce
insan, ülkesinin yÖnetiminde sÖz sahibi olmak için
müracaat ettikleri halde, aday bile olamadılar. Zaten ciddi
muhalefet de ya İran hapishanelerinde ya da sürgünde
çürüyor. Mesela tanınmış gazeteci Emadeddin
Baghi gibi. 14 Ekim 2007’de “milli menfaatlere zarar
vermekten”, korkunç Tahran hapishanesi
“Evin’e” tıkıldı. Esas suçunun,
mahkûm haklarını koruduğu ve İran’da idam
cezasına karşı çıkması olduğu
sanılıyor. Evet, hayat ironilerle dolu: Tatsız misafirimizin
başında bulunduğu hükümet bir yandan
“Şeytan Amerika” diye gÖsteriler düzenletirken,
Öte yandan insanları devlet eliyle katletmekte. Yani idam
cezasında, ABD’nin en büyük rakibi!
İran’da, evrensel sendikal haklar yok. Bağımsız
sendikalara müsaade yok. Sendikacılar sık sık
tutuklanıp, dÖvülüp, işkenceye maruz kalıyor.
Mesela Tahran Otobüs Çalışanları Sendikası
(Syndica Sherkat-e Vahed) başkanı Mansour Ossanlu’nun
başına gelenler gibi. O da, Temmuz 2007’de
“Evin’e” tıkıldı. Yediği dayaklar
yüzünden gÖzünden yaralı olan,
“Evin’de” ne bir doktor, ne de avukatı ile
gÖrüşebilen Mansour’un suçu, başkanı
olduğu sendikanın üyeleri için daha tolere edilebilir
çalışma ve yaşam şartları istemesi! Yani
bildiğimiz sendikacılık!
İran devrimi(!) denilen şeyin sokak gücü
“devrim(!) muhafızları”, mollalar başa
geçtikten sonra, Özellikle İranlı kadınların
ve İran’daki her türlü azınlığın
kâbusu haline gelen despot bir polis teşkilatına
dÖndürüldü. Basınımızın sevimli
gÖstermeye büyük çaba sarf ettiği Ahmedinecad,
aynı zamanda her ne kadar “ben aslında sadece
anti-Siyonist’im” diye iddia etse de, aslında bir
anti-semitiktir. SÖylediği her laf, mazlum Filistin
Halkının zararına olmaktadır. İran
Cumhurbaşkanı fazla yurtdışı gezilere
çıkmaz, çıkamaz çünkü dünyanın
birçok ülkesi bu despotu ülkesinde gÖrmek istemiyor.
Daha yakınlarda, nadir alabildiği ABD vizesi ile o da BM New
York’ta olduğu için, bu ülkeye giden sevimsiz
Cumhurbaşkanı, orada bir üniversiteye konuşma yapmak
için davet edildi. Kendisine, ülkesinde eşcinselleri neden
idam ettikleri sorulduğunda, 70 milyonluk İran’da
eşcinsel olmadığını iddia edip
Öğrencileri kahkahaya boğdu! Bildiğimiz gibi
ülkesinde olmadığını iddia ettiği
eşcinsellerden yüzlercesi, başta Kayseri olmak üzere,
birkaç Anadolu şehrinde insanca yaşayabilecekleri
ülkelere sığınmak için vize bekliyor!
Okuduğuma gÖre; İran Konsolosluğu ziyaretten maksimum
propagandayı çıkarabilmek, İran’da tabana
“bak adamımız, milletlerarası ziyaretler de
yapıyor ve etkili oluyor”, dünyaya ve Özellikle
İsrail ve ABD’ye “bÖlgenin Önemli lideri, dost
ve müttefikiniz Türkiye’de bile saygı ve sevgiyle
karşılanıyor, Önem veriliyor”
mesajlarını verebilmek için, davetli bir grup gazeteciye bir
kahvaltı vermiş. Konsolosluğun beklentileri belli:
Cumhurbaşkanlarının yağlanıp
ballanmasını istiyorlar. Bütün davet edilen
gazetecilerin, kahvaltıdan sonra yazdıkları izlenimlerini ve
yazılarını okuyamadım ama Özellikle merak
ettiğim için davetli üç kadın
yazarımızı, dikkatle okudum: Nuray Mert, Yasemin Çongar
ve Ayşe BÖhürler. Pek beğenmişler, pek
etkilenmişler, pek inanmışlar, pek mütevazı ve
karizmatik bulmuşlar ama hiçbiri Ayşe
BÖhürler’in, bireysel ve Özellikle kadınları
ilgilendiren Özgürlük konusundaki ısrarlı
sorusuna, neden cevap alamadığını yazmadılar.
Neden acaba?
Bugünkü İran, muazzam bir medeniyetin üzerine oturan
acıklı bir ülke. Dünyayı etkilemiş Fars
kültürünün bugünkü kuşakları, zalim
bir mollalar otokrasisinin despotluğunda yaşamakta.
Asırlardır kavgasız dÖvüşsüz bir
sınır paylaştığımız dost İran
Halkı, bütün halklar gibi Özgürlük hak
ediyor. Dünya politika sahnesinin belki de en suni
gülümsemesine sahip lideri Ahmedinecad’ın,
İstanbul ziyaretinin yegâne faydası: bizimkilerden beteri
de var avunmasına, fırsat vermesi mi oldu acaba? Zira Sultanahmet
Camii’nde, AKP militanlarına tekbirli mavi boncuk
dağıttı, kadın gazetecilerimizi kendine hayran
bıraktı; ama Türk halkını bu kadar seven
İran Cumhurbaşkanı, geçen sene yaptıkları
gibi kış sertleşince, ihtiyacımız olan
doğalgazı kesmeyeceklerini garanti eden bir anlaşma bile
imzalamadı! Ne şeytan, ne şark kurnazı ama?