Mondros Ateşkes Anlaşmasının
imzalandığı tarihte düşman işgali
altında bulunan Arapça konuşan halkın
yaşadığı toprakların durumu bÖlge
halkının hür olarak verecekleri oylara gÖre
belirlenmelidir. SÖzü geçen Ateşkes çizgisinin
içinde ve dışında kalan bu yerlerin dince ve soyca bir
olan Osmanlı çoğunluğunun oturduğu bÖlgelerin
hepsi, hüküm ve fiil bakımından Anayurttan hiçbir
sebeple ayrılmaz bir bütündür. (Misak-ı Milli
madde 1)
Prensipleri Erzurum ve Sivas kongrelerinde belirlenip, son Osmanlı
Mebuslar Meclisince 28 Şubat 1920’de kabul edilerek 17
Şubat 1920’de ilan edilen Türk Kurtuluş
Savaşı’nın manifestosu ve Türk Milli
Sınırlarının belirleyicisi Misak-ı Milli
kararlarının yukarıda okuduğunuz ilk maddesine
gÖre; Irak’ın kuzeyindeki Musul, Süleymaniye, Erbil ve
Kerkük bÖlgeleri ile Suriye’nin kuzeyindeki Rakka, Halep
bÖlgelerinin anayurttan asla koparılamayacağı
belirtiliyor, Kıbrıs adası Devletler Hukuku
bakımından Türkiye’ye ait olduğundan, 1914
sonunda İngiltere’nin tek taraflı ilhakı
hükümsüz sayılıyordu.
88 yıl sonra bugün bakalım: Milli bir ant içerek
ayrılmaz parçamız kabul ettiğimiz Kuzey Irak’ta
29.02.2008’e kadar (operasyonun bitimine kadar) neler vardı?
Genel Kurmay’ın açıklamasından
Öğrendiğimize gÖre: 126 mağara, 290 barınak,
12 komuta merkezi, 11 muhabere tesisi, 6 eğitim tesisi, 23 lojistik
tesis, 18 ulaştırma tesisi, 40 hafif silah mevzii, 59
uçaksavar tesisi ve yüzlerce terÖrist!
Ant içip koparılamaz parçamız kabul ettiğimiz
topraklar anayurdumuza saldıranların üssü olmuş.
Ne acı!
Buraları bu duruma hiç getirmemek gerekirdi. Buraları en
baştan beri kontrolümüz altında bulundurmamız
gerekirdi. Ancak zararın neresinden dÖnülürse
kardır. (Türk Milliyetçileri olarak bunları defalarca
sÖyledik ancak siyasi iktidar ve şak
şakçıları gÖrmezden geldiler. Ne yapalım,
iktidar basiretsiz diye sÖylemekten vaz geçecek halimiz yok. Yine
sÖylüyoruz, o toprakları tamamen kontrolümüz
altına almalıyız!)
Egemen ve onurlu her devletin yapması gerekeni geç ve yetersiz
olsa da yaptık. ülke sınırlarını muhafaza
etmek, vatandaşlarının can ve mal güvenliğini
korumak devlet olmanın gereğidir. Hiçbir devlet
sınırlarının hemen yanından kendisine yapılan
saldırıları gÖrmezden gelip, ‘’buyurun bizi
Öldürmeye devam edebilirsiniz’’ demez/diyemez.
Sınırlarını tamamen güvenli hale getirmek
zorundadır.
Uluslararası hukukun tartışma kabul etmeyecek
şekilde tanıdığı hakkı kullanarak
gerçekleştirdiğimiz Kuzey Irak operasyonu bütün
dünyayı telaşa düşürdü. Amerika
başta olmak üzere dünya siyasetinde etkin olan
bütün ülkeler bir an Önce operasyonu bitirip
dÖnmemiz için ‘’temenni’’lerde bulundular
ki diplomatik dilde ‘’temenni’’ nin
karşılığı ‘’tehdit’’dir.
Bu hal, operasyonun, birilerinin gÖzünü ciddi olarak
korkuttuğunu gÖstermektedir.
Düşman gÖzler, hain gÖzler korkutmuştur
çünkü dünyada hiçbir devletin bu iklim ve
coğrafi koşullar altında bÖyle bir operasyon
yapması mümkün değildir. Ağır kış
şartlarında kara harekatı yapabilmek çok yüksek
bir askeri kabiliyet gerektirir ki Türk Ordusu bu
başarıyı gÖstermiştir. O bÖlgeleri
gÖrmeyenler, havasından coğrafyasına kadar
bÖlgenin zor şartlarını anlayamazlar. İlkbaharda
bile Öyle bir rüzgar eser ki yalçın dağlarda,
Öyle bir kar yağar ki ne giyerseniz giyin
üşümekten kurtulamazsınız. Yazın bile
karların erimediği o dumanlı doruklarda,
kışın bu zamanında en az 1 metre kar vardır. Bu
şartlarda arazide, sırtınızda 40 kiloluk çantayla,
değil yürümek, ayakta durmak bile mucize
sayılır.
Bunlardan daha zoru ve vahimi; siz oradayken memleketinizde ne kadar
satılmış hain varsa savaşa hayır
çığlıkları atması, hatta ve hatta
transeksüel şarkıcıların bile kurbağa
vıyaklaması tonundaki sesleriyle ‘’çocuğum
olsa askere gÖndermezdim’’ demesidir.
Bir de bunların üstüne, hükümetiniz
ırak’a heyet gÖnderir (ne gereği varsa), yine
aynı hükümetinizin başı terÖrle mücadele
konusunda bir türlü aşamadığı siyasi
kararsızlık ve iradesizlik içinde ortalarda fazla
gÖrünmeden günü kurtarmaya çalışır,
bütün dünya sizden tehdit makamında temennilerde
bulunur.
Her şeye rağmen orada, o yemin ettiğimiz, ant
içtiğimiz ve bir gün mutlaka
sınırlarımız içine alacağımız o
karlı ve yalçın dağların üstünde bu
vatanın asil kanlı, fakir ailelerinin çocukları 240
tane itin leşini alır gelir.
İşte bu vatan, bu devlet, bu millet bu aslan
parçalarının pençelerinin üzerinde
varlığını devam ettirmektedir. Kimse kerameti kendinden
menkul sanmasın. Bu ülke, milletini ve devletini canından
çok seven, namuslu vatan evlatlarının kanlı
kefenlerinin ve nasırlı omuzlarının üzerinde
ayakta durmaktadır.
Ve şehitlerimiz…
ölümle eş tutulur ayrılık. Anneden, vatandan,
arkadaştan, yardan ayrılıp bir daha dÖnmeyenlerin
hikayeleriyle doludur bu topraklar. Ve bu kutsal topraklarda iman edilir ki
en güzel ayrılık hikayesi, şehit olanların
hikayeleridir. Çünkü o hikayeler Allah’ın en
sevdiği kullarının hikayeleridir. Onlar en
şanslılardır. Onların ardından burada
yürekler cayır cayır yanmaktadır ama orada onlar
için cennetin en yüksek makamı vardır. Ve
şüphesiz ki, Allah da, vatan da, millet de onlardan
razıdır.
En şiddetli fırtınalar ayıramaz bizi bu denizlerden,
Bu topraklardan ayıramaz bizi en sert zaman,
En acımasız düşmanlar birleşip üzerimize
gelse de…
AYIRAMAZ BİZİ SENDEN EY GüZEL VATAN!