Türkler için farklı anlamı olan bir savaştır
Çanakkale 1915... Türk halkının duyarlı
yüreğinden kopup gelen türkülerde, İstiklal
Marşımızın şairi Mehmet Akif ERSOY'un dizelerinde
nesilden nesile aktarılarak, yaşatılacak bir
savaştır.
Çanakkale savaşının yapıldığı bu
topraklarda karşımıza çıkan bir dere, bir vadi,
bir yamaç mutlaka geçmişten bir Öykü
taşıyıp, günümüze getirir. Bu topraklarda
savaşlar da, ne yazık ki, Hero ile Leanders'in
Öyküsünde olduğu gibi aşklar da, mutlu sonla
bitmemiştir. Hiç kuşkusuz mitolojide tanrı ve
tanrıçalar birer uydurmadır. Ama zekâ
ürünü bu uydurmalar, derin sembolik anlamlar
taşımaktadır. Gelibolu’da, Çanakkale
Boğazı’nda ve Truva’da bunlarla sıkça
karşılaşırız...
1915 yılında bu toprakları işgâle gelip,
Çanakkale Boğazı'nı geçmeye
çalışan, ardından Gelibolu'ya asker çıkaran
işgâlci ordular, 25 Nisan 1915'ten 9 Ocak 1916'ya kadar
mitlerin yarattığı tanrıların değil ama
yurtseverliğiyle, inançla ve umutla ayağa kalkan savaş
tanrısının yani Mehmetçiğin gazabına
uğradı. Bu topraklar tarihin başından beri hiç bir
zaman istilacılarını
bağışlamamıştır.
Çanakkale savaşı, idam edilen ilk sivil kişi Bozcaada
müftüsünün de Öyküsüdür...Gelibolu
kara muharebeleri küçük rütbeli askerlerin
savaşıdır. Aklınız yüreğiniz,destanlar
yaratılan ilk kıyı vuruşmalarındadır.
Muhteşem 57. Alay ve komutanı Albay Avni,
olağanüstü 27. Alay ve komutanı Yarbay Cemil,
Seddülbahir’in yaralı aslanı Binbaşı Mahmut
Sabri, Edirne sırtında Teğmen Mucip, Binbaşı
Halis, Kumkale’de Teğmen Halit, şehit Yedeksubay Ethem,
Ezineli Yahya Çavuş, Bigalı Mehmet Çavuş ve nice
onlar gibi civan mertleri o cehennemi çıkarma gününde
hatırlıyoruz. İnsan gücünün üstünde
bir dayanma, direnme gÖsteren, cesaret ve kahramanlığı
ile bu savaşlar içinde, düşmanlarını bile
kendisine hayran bırakan askerlerin Önünde saygı ile
eğiliyoruz.
Savaş Osmanlı devletinin kurulduğu anavatan
topraklarındaydı. Bu nedenle, Türk askerinin burada
bulunmasını anlamak kolay. Oysa İngiliz, Fransız,
Senagalli, Hindistanlı, Avustralyalı, Yeni Zelandalı,
Filistinli Musevi askerlerin ne işi vardı burada?
Savaşın kendi matematik mantığı vardır ve
kendi içinde tutarlıdır. Ama bilinmelidir ki, savaş
silah, petrol ve enerji ile ilaç tüccarlarının
dışında hiçbir kimsenin çıkarına
değildir. Her savaş yenileni de yeneni de ağır
yıkımlara uğratır.
Bu kadar genç insanın hayatı niçin yok oldu gitti?
Neden bÖyle bir savaş oldu? Gerçekten gerekli miydi? Bu
soruların yanıtını tarih ve uluslararası
ilişkiler disiplinleri veriyor ama, şimdi Çanakkale'de,
dedelerimizin boğaz boğaza
dÖvüştüğü Anzakların, torunlarıyla
oturup sohbet ediyoruz ve aynı derneklere üye olup, aynı
turlara katılarak savaş alanlarını,
mezarlıkları birlikte dolaşıyoruz. Bundan başka
hangi savaş bÖyle bir dostluk ortaya
çıkarmıştır?
Askeri açıdan ele aldığımızda ise
şunları sÖyleyebiliriz: Çanakkale Zaferi iki ayrı
mekânda gerçekleşmiştir. Birincisi Çanakkale
Boğazı'nda deniz muharebesidir. İkincisi ise Gelibolu
Yarımadasında kara muharebeleridir. Her iki mekânda
yapılan muharebelerin bütününe ‘Çanakkale
Savaşı’ adı verilir. Kimi askeri tarihçiler, bu
kara savaşına, düzenli orduların yaptığı
gerilla savaşlarıdır demektedirler. Gelibolu muharebeleri
Birinci Dünya Savaşları (askeri savaş analistleri,
Birinci Dünya Harbi demektedirler) bütünü içinde
değerlendirildiğinde yalnızca bir mevzii
savaşıdır. Çanakkale Boğaz ve Gelibolu kara
muharebelerinin sonucu hakkında ana başlıklarıyla
şunları sÖyleyebiliriz:
1. Boğazları elinde bulunduran ülke, Ortadoğu, ön
Asya, Doğu Akdeniz ve Balkanlar'da uluslararası ilişkilerde
aktÖr güçlerden birisidir.
2. Bu savaşlardan sonra ortaya çıkan dolaylı etkinin
sonucu olarak, iç karışıklıklara
boğuşmakta olan Çarlık Rusyası’nın
çÖküşü hızlanmış, dünya
ekonomi haritası değişmiştir.
3. Gelibolu Savaşına kadar federasyonlar halinde yaşayan
Avustralya ve Yeni Zelanda, birer ordu yaratarak millet olmanın
bilincine ulaşmıştır.
4. Çanakkale Savaşları, en yoksul, en çaresiz
dÖnemlerde bile Türk Milletinin mucize yaratabileceğini
gÖstermiştir. Buradaki savaştan sağ kalanlar "Milli
Mücadeleyi" başlatarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini Anadolu
toprakları üzerinde kurdular.
5. Gelibolu muharebelerinin en Önemli sonucu, Yarbay Mustafa Kemal
gibi parlak bir yıldızın doğuşudur. O
küçük rütbeli subay daha sonra Gazi Mustafa Kemal
Atatürk olacaktır. Çanakkale 1915 savaşının
hem deniz hem de kara cephesi vardır. Her iki cephede toplam
kayıplarla gerçek şehit sayıları ne yazık ki
karmakarışık edilmiştir. Her yıl tÖrenlerde
konuşmaya başlayan resmi zevat, 250 bin şehit verdik,
diyerek bir girizgâh yapar...
Bunun doğrusu nedir? Artık 90. yılda bunun
yanıtının çok net olarak verimiş olması
gerekmez miydi?
Ne yazık ki bÖyle olmuyor, hâlâ savaşa
katılan asker sayısı konusunda savaş verip duruyoruz!
Savaşa katılan devletlerin resmi savaş tarihlerinde bu
sayılar yayınlanmış olmasına karşın
ısrarla farklı farklı sayılar verilmektedir.
örneğin, İslam Ansiklopedisi 8.ciltte (1993),
Türklerden savaşa katılan asker sayısının
700.000’i bulduğu yazılıdır. Bu sayıyı
500.000 olarak gÖsteren kitap ve makale sayısı
azımsanmayacak kadar çoktur. Genelkurmay’ın
arşivlerinden yararlanılarak yayımlanan kitaplar ile askeri
dergilerdeki makalelerde bu konuda yazılanların ortak
paydası şudur; Çanakkale cephesine 22 tümen
gÖnderilmiştir ve zayiatı karşılamak üzere
gelen ikmâl erleriyle birlikte Çanakkale savaşında
tüm muharebelere Türk Genelkurmay
Başkanlığının ATASE arşivine gÖre toplam
310.000 kişi katılmıştır. Koalisyon (İtilaf
Devletleri) güçlerini oluşturan devletlerden İngiltere
adına savaşa katılanlar 410.000- Fransızlar adına
katılanlar ise 79.000 kişidir.
Gerçek şehit sayısı nedir? Çanakkale
savaşının yıldÖnümlerinde yapılan
konuşmalarda ve hemen tüm araştırmalar şehit
sayısını 200 bin ile 250 arasında gÖstermektedir.
Bunun nedenini anlamak gerçekten çok güç. Bunların
doğrusu ATASE arşivlerinde mevcuttur ve arşiv
açıktır. öte yandan Genelkurmay kaynakları
tüm kitaplarında bu sayıları net vermektedir. Buna
rağmen sayıların niçin abartılma yoluna
gidildiğini açıklamak gerçekten çok
güçtür! (sorunun yanıtını hem birinci hem de
dÖrdüncü bÖlümde bulacaksınız ancak her
muharebe sonrasında da şehit, yaralı, kayıp
sayıları resmi kaynaklara dayanılarak verilmiştir.)
Genelkurmayın yayınladığı kitaplardaki resmi
rakamlara gÖre Türk tarafının toplam kaybı 251.309
(bu sayı 251.359 da olabilir, 50 kişi gibi çok
küçük bir sayı fark ediyor), müttefiklerin
kaybı ise 252.000 idi. Bir çok savaşa sahne olan bu
topraklar ilk kez bÖylesine büyük kayıplara
tanıklık ediyordu.
Bu sayı şehit sayısı olarak doğru değil.
Hangi sayı doğru? Genelkurmay Başkanlığı
Askeri Tarih Araştırmaları Strateji Etüdler Daire
Başkanlığı (ATASE) tarafından
yürütülen araştırmalarda kara ve deniz
muharebelerinde şehit düşen subay ve erlerin
sayısı 57.263’tür. Milli Savunma
Bakanlığı (Genelkurmay arşivlerinden) şehitlerin
memleketlerine gÖre dağılımını
yazdığı kitabı “Şehitlerimiz”
adıyla ( yıl 2000) yayınlamıştır. Yüksek
sayıların nedeni ise esir, yaralı, kaçak ve sakat
askerlerin de şehitlere dahil edilmesidir. Bu sayı yani elliyedi
bin bile yeteri kadar yüksek değil mi? Şevket Süreyya
Aydemir, Enver Paşa cilt:3’te (yayım yılı 1978)
bugünküne benzer yakınmayla aynen şÖyle
yazıyor: “Kayıplar bilançosu, iki taraf için de
ağırdı. Osmanlı cephesinin kayıpları
üzerinde rakamlar, hâlâ birbirine uymaz. Ama biz
aşağıdaki rakamları, bunları verenin
(İstihbarat Şubesi sorumlusu, Deniz Kurmayı Hüsamettin
Bey’in 1917’de yayımlanan Çanakkale Tahliyesi
adlı eserinden alınmıştır) Birinci Dünya
Harbinde Enver Paşa’nın Umumi Karargâhında
çalışmış olması dolayısıyla
hakikate en yakın olarak kabul edebiliriz: Şehit 55.177-
Yaralı 100.177- Çanakkale’de muhtelif hastalıklardan
Ölen 21.498- Kayıp 10.067-Toplam 186.919 ediyor. Harp
esnasında bu cepheden geriye sevkedilen hasta ve
tebdil-havalıların sayısı da 64.440 olarak
alınınca, umumi yekûn 251.359 olur.”
General Doktor Kemal özbay’ın 5 ciltlik “Türk
Asker Hekimliği ve Asker Hastaneleri” yapıtı cilt
1’de hem Birinci Dünya Savaşı’ndaki hem de
Çanakkale Cephesindeki toplam asker zayiatımız cephe cephe
ve hastane hastane verilmiştir. Tüm cephelerde toplam zayiat yani
şehit, yaralı ve hastayken Ölenlerin toplamı 501.000
olarak verilmiştir. Bunun cephe cephe tasnifi
yapıldığında Çanakkle Cephesindeki insan
kaybı Ölüm olarak 101.000’dir.
Kara ve deniz muharebelerinde cephede Ölen subay ve er şehit
sayısı birinci el kaynaklara gÖre 57.263’tür. Adi
ve bulaşıcı hastalıklardan Ölenlerin
sayısı (20.960) 21.000’dir. Akıbeti meçhul ve
kayıp asker sayısı 10.000 civarında
gÖsterilmektedir ki, bunlarda Ölenlere dahildir.
Dolayısıyla 14.000’e yakında yaralandıktan sonra
tedavisi olumlu sonuçlanmayıp 1918 yılı bile dahil
olmak üzere hastanelerde hayatını kaybedenler
bulunmaktadır. Cepheye gÖnüllü olarak
katılıp, kayıtları askerlik şubelerinde olup
şehit ve yaralandıktan sonra hayatlarını kaybedenleri
de hesaba katarsak aradaki 13.000 kişilik fark ortaya çıkar.
Bu kayıplar 1915-1918 yılları arasındaki beş
yıllık süre içindedir. örneğin; 10
numaralı Tıp Tarihi bülteninde Çanakkale’de
yaralanmış olup 1918 yılında hastanede
hayatını kaybeden erler var. Birinci el kaynaklara dayanmadan
yazılanlara gÖre zayiat en fazla 253.000 olarak
gÖsterilmektedir. Yukarıda sÖzü edilen İslam
ansiklopedisine gÖre; zayiatın belirlenmesi çeşitli
nedenlerden dolayı güçtür ama bu zayiat miktarı
190.000 ile 350.000 arasında değişmektedir. 5.Ordu’ya
komutanlık etmiş olan mareşal Liman von Sanders’in
anılarında, bu Ordunun zayiatı 218.000 olarak
yazılıdır. ATASE ise arşivlerinden
yaptığı yayınlarda bunu 208.022 olarak
belirtmiştir. Genelkurmayın yayınladığı
kitaplarda ama Özellikle (5.cilt 1.kitap) ayrıntılı
zayiat şÖyledir: Subaylar; 595 şehit, 1.018 yaralı, 27
kayıp olmak üzere toplam 1640 – Erler; 56.145 şehit,
96.114 yaralı, 11.151 kayıp, 18.746 hastanede Ölen, 8.307
hava değişimi olmak üzere toplam 190.463 kişidir. ATASE
arşivinde (2005 Ocak ayı

yaralı, hasta, gazi, esir, kayıp toplam zayiat en fazla 211.000
olabilir demektedir. Bu zayiat sayıları eğer gÖzden
kaçmış belge ya da yazışma varsa, bundan sonra
ancak çift haneli olarak artabilir, yani kesin sayılardır.
Yinelemekte bir sakınca gÖrmüyorum; bu sayılar
bazılarının gÖzüne gerçekten çok mu
‘küçük’ gÖrünüyor? Ya da biz,
gerçekleri gÖrmek yerine onları abartarak anlatmak gibi bir
saplantı içinde miyiz?
Bu savaşta verdiğimiz şehit, yaralı, kayıp
sayısı ortada. Her savaş, ağır yitimlere yol
açar ama dar bir alanda yapılan Çanakkale
savaşının bilançosu gerçekten çok
ağır olmuştur. Durum bÖyleyken, gerekli
saygıyı gÖsteriyor muyuz? Kesinlikle gÖstermiyoruz. En
çok zayiatın verildiği yer olan Bombasırtı, bu
kitap yayına hazırlanırken (Ekim 2004), gerçek
şehitlerin yattığı alan, otopark yapılıyordu.
Televizyonda (3 Kasım-Habertürk) bu
duyarsızlığı dile getirdim, Sabah ve Zaman
gazetelerinde yazıldı, cumhurbaşkanını ve
genelkurmayı gÖreve çağırdık, sandık ki,
hemen müdahale edilecek ve yanlışlık düzeltilecek,
ne yazık ki Öyle olmadı, 2 Ocak 2005’te orman
bakanı Osman PEPE televizyonlara çıkıp,
burasının otopark olacağını gururla anlattı!
Bu kadar şehit neden orada yatıyor? YÖnetimin üç
beş kuruş para kazanması için mi? Savaşın
doksanıncı yılında, orman bakanlığı bu
ayıpla tarihe geçmiştir. Bunları
yazdığım sırada 16 Ocak 2005 tarihinde bakan Osman
PEPE, Habertürk’teki programıma (Aynanın
Arkası

katılarak sorularıma yanıt vermiş ve
bu bÖlgede yapılan yanlışları düzeltmeye
hazır olduğunu canlı yayında sÖylemiştir.
Şehitlere saygı gÖsterilen yeni bir düzenlemenin
yapılacağı konusundaki umudumu koruyorum. Çanakkale
savaşlarında o kadar çok hurafe ürettik ki, artık
dünyadaki uzmanlara alay konusu oluyoruz. Bunlardan birisi, tıp
fakültesinin tamamının bu savaşta şehit
olduğudur. Bu tamamen yanlıştır (yalandır demeye
dilim varmadı

. Tıp fakültesi mezun vermedi
çünkü tüm okullar Öğrenim yaşamına
ara vermişti. Tıp profesÖründen
dalgıçına, gazetecisinden televizyon muhabirine kadar,
Çanakkale Savaşları konusunda bilgisiz bir çok
kişi, ne yazık ki, kimi belgesellere adını
“danışman” olarak
yazdırmaktadır…Neden? Çünkü, artık bu
savaş alanı rantiye haline getirildi de, ondan. Şehitlerin
kemiğinden, kanından para kazanmakta; denizaltındaki tarihi
satmakta, sakınca gÖrmüyorlar. Çanakkale
bÖlgesindeki üniformalı üniformasız resmi
gÖrevliler, yalnızca tÖrenden tÖrene
koltuklarından kalktıkları için şehitliklerde ne
olup bittiğinin farkında bile değiller.
Gerçek şehitlere karşı işlediğimiz
günahlar burada kalsa iyi...
“Hey onbeşli onbeşli...”
türküsünü bilmeyenimiz yoktur. Müziği pek
coşkulu, oynak bir türküdür. Müzikolog
Erdoğan GöKÇE (Edirne Liseliler dergisinde) diyor ki;
“ Çalınınca hemen kalkar, oynar, gÖbek
atarız. Tabii ne olduğunu bilmediğimiz için oynuyor
gÖbek atıyoruz. Amma gerçek farklı...” Nedir
gerçek?
Yine yanıtı GöKÇE veriyor:
“Bu türkü Çanakkale savaşı
sırasında askerlik çağına gelmiş, ancak
askere alınacak kimse kalmaması üzerine, Rumi 1315, Miladi
1899 doğumluların 16,5 yaşında askere
çağrılmaları üzerine yakılan
türküdür. Bu türkü faciayı anlatır.
Bilinçsiz halkımız bu türkü ile gÖbek
atıyor”.
Facia için yakılan türküde gÖbek atanlar,
şehitlikleri otopark yapıp üç-beş kuruş
kazanınca da gÖbek atıyorlar! Yavaş yavaş
şehitlikleri tüketerek, gelecek nesillere ne bırakmayı
tasarlıyor olabilirler? Yoksa tarihin izlerini silerek, belleği
mi yok etmeye çalışıyorlar? Doksanıncı
yılda yazmamız gerekenler bu mu olmalıydı?
üsteğmen Zahit’in mektubu
Aşağıdaki mektubun Öyküsü hemen hiç
bilinmez.
Çanakkale Savaşlarında kahramanlık gÖsteren pek
çok jandarma personelinden biri de üsteğmen Zahit’tir.
üsteğmen Zahit, Şiran içerisinden Yetimoğlu
Mustafa’nın oğludur. 1882 yılında
doğmuş, 29 Temmuz 1903’ te jandarma eri olarak Silahlı
Kuvvetlere katılmıştır. Yedi yıl çeşitli
hizmetlerde bulunarak amirlerinin takdirlerini kazanmış ve subay
olması için İstanbul Jandarma Subay Okuluna
gÖnderilmiştir. Bu okulun iki yıllık eğitimini
başarı ile tamamladıktan sonra, 25 Mart 1912 de teğmen
olarak okuldan mezun olmuştur. Atandığı Sivas İl
Jandarma Alay Komutanlığına bağlı birliklerde
başarılı gÖrevler yapmış, bu gÖrevler
sonunda birçok Ödül ve takdirname almıştır.
Teğmen Zahit, Birinci Dünya Savaşı başlayınca
Ankara Seyyar Jandarma Alayı emrine atanmıştır. Bir
süre sonra İzmir’e giden Alay, burada Enver Paşa ve
Mareşal von der Goltz tarafından denetlenmiş, savaş
yapabilecek durumda olduğu gÖrüşünce, 62’nci
Piyade Alayı adıyla 20’nci Tümenin kuruluşunda
yer alarak, Çanakkale Savaşlarına
katılmıştır.
62’nci Alay, Çanakkale Cephesinin güney kesimindeki en
kanlı muharebelerin yapıldığı Kerevizdere de
bulunuyordu. Bu alayın 1. Taburunun 3. BÖlüğü,
Kerevizdere’nin Şehitler Tepesi’nde çok kanlı,
çetin muharebeler yapmak zorunda kalmıştı. İki
tarafın siperleri arasındaki mesafe en fazla 30 metre idi.
Bazı yerlerde bu mesafe 3-4 metreye kadar iniyordu. Her iki taraf da
toprağa iyice gÖmülmüşlerdi. Fırsat
buldukça siperlerini geliştirmek, sığınakları
ıslah etmek için canlarını dişlerine takarak
çalışıyorlardı. Mevzilerinin
yakınlığı nedeniyle taraflar birbirlerinin adeta soluk
alıp verişini hissediyorlar, birbirlerinin
çabalarını etkisiz hale getirmek için gece
gündüz demeden uğraş veriyorlardı. Bir siperden
atılıp karşı tarafın siperleri içine
düşen el bombası birkaç kişiyi
Öldürüyor veya yaralıyordu.
Karşılıklı süngüleşme ve baskınlar
yapılıyor. GÖğüs gÖğse
acımasız bir savaş, aralıksız sürüp
gidiyordu. Teknik bakımdan üstün olan İngilizler, Kara
Kedi adı verilen bombalarla bize büyük kayıplar
verdiriyorlar, mevzilerimizde büyük yıkıntılara
neden oluyorlardı. İşte bu kanlı muharebelerin birinde
62.Alay 4.Tabur BÖlük Komutanlarından biri şehit
olunca, daha Önce Şehitler Tepesi’ndeki
çatışmalarda büyük başarılar
gÖsterdiğinden dolayı 14 Eylül 1915’te
üsteğmenliğe yükseltilen 3’üncü
BÖlük Takım subaylarından Zahit, bu
bÖlüğün komutanlığına atandı.
Zahit; uzun boylu, sarışın ve yakışıklı
bir subaydı. Komutanlığına atandığı yeni
bÖlükte, durup dinlenmeden, tükenmek bilmeyen bir enerji ile
çalışarak, düşmanın
yıktığı siperleri kendisi de erleriyle birlikte
çalışarak bir gecede tamir ediyor, yeniden düzene
sokuyordu. Fakat düşman, gece yapılan, onarılan bu
siperleri ertesi gün tekrar yıkıyordu. üsteğmen
Zahit ve yiğit erleri, gece canlarını dişlerine takarak
bu siperleri yeniden onarıyorlardı. BÖylece günler ve
aylar akıp gidiyordu.
üsteğmen Zahit, gene bÖyle bir gün yıkılan
mevzileri onarmakla uğraşırken Alay Komutanı
Binbaşı Nazmi ( sonraları Vali, Genel Müfettiş,
Milletvekili Nazmi Toker ) onun bÖlüğüne de gelerek
çalışmaları yakından izledi. üsteğmen
Zahit, onardığı siperleri komutanına gÖsterdi. 3-4
metre Ötede korkunç bir yılan gibi uzanıp giden
düşman hatları hakkında komutanına bilgi verdi ve
silahların nerelerde mevzilenmiş olduklarını
gÖsterdi. Uzayıp giden siperler içinden komuta yerine
dÖnmekte olan Alay Komutanı, en tehlikeli bÖlgede
düşmanın Öldürücü ateşleri
altında günlerdir duran bu kahraman subayı hiç olmazsa
birkaç gün nasıl dinlendirebileceğini
düşünüyordu. Alay Komutanı, Tabur Komutanına
Zahit in bÖlüğünün başka bir
bÖlükle değiştirilmesinin uygun
olacağını bildirdi. Bunu Öğrenen yiğit subay,
Tabur Komutanını;
“Komutanım, ben bu bÖlgeye alıştım,
girdisini çıktısını Öğrendim. Bizim
yerimize gelecek bÖlük alışıncaya kadar çok
sıkıntı çekecektir. Alay Komutanımın
ellerinden Öperim ve beni değiştirmemesini istirham ederim.
BÖlüğümle burada çok iyi işler
gÖrebilirim. Eğer buradan alınırsam çok
üzülürüm,” diyerek yerinin
değiştirilmemesini istedi.
Onun, bu içten gelen isteği komutanlarınca kabul edildi.
Aradan geçen günler, Zahit in hakli olduğunu ortaya koydu.
Her geçen gün ona yeni bir başarı
kazandırıyor ve arkadaşları arasındaki
ününü artırıyordu.
1915 yılı Ağustos ayında aldığı yeni
takviyelerle giriştiği taarruzlarda da başarı
kazanmayan ve Türk askerinin vatan aşkı ile dolu çelik
gÖğsünü aşarak İstanbul’u almaktan
ümidini kesen düşman, 1915 yılı sonlarına
doğru cepheyi boşaltmaya karar vermişti.
Düşmanın bazı hazırlıklar
yaptığı gÖzleniyordu. Bu hazırlıkları
Öğrenmek için geceleri küçük kuvvetlerle
yapılan baskınlardan birine düşmanın
alışagelenden çok daha fazla ateşle
karşılık vermesi üzerine üsteğmen Zahit,
bunun bir çekilme hareketini gizlemek amacıyla yapılmakta
olduğundan kuşkulanarak 8-9 Ocak 1916 da bütün
bÖlüğüyle birlikte saldırıya geçti.
Şimdi gecenin zifiri karanlığı içinde cehennemi
andıran bir boğuşma başlamıştı.
İşaret fişekleri gecenin bağrında kanayan bir yara
gibi yanıp sÖnüyor, aydınlatma mermileri karanlık
denen devi yere yıkarak bÖlgeyi kısa bir süre için
gündüze çeviriyordu. Bu arada vatanlarını
kurtarmak için en aziz varlıkları olan canlarını
fedada en ufak bir duraksamada bulunmayan yiğitlerle, her
türlü modern ve Öldürücü silah ve
gereçlere sahip bir ordunun çok üstün kuvvetleri
arasında, amansız bir boğuşma sürüp
gidiyordu. Süngü şakırtıları ile Allah Allah
sesleri ve Hurra nidaları birbirine karışıyordu.
Türk askeri, kükremiş bir aslan gibi saldırıyor,
İleri, İleri haykırışlarıyla birbirini
yüreklendiriyordu. üsteğmen Zahit, adeta masal
kahramanları gibiydi. Kalpağı başından
düştüğünden dolayı rüzgarın
etkisiyle dalgalanan sarı saçları, alev alev yanan
gÖzleriyle, bÖlüğün en Önünde ilerliyor
ve bir an evvel denize ulaşmaya çalışıyordu. Bu
arada yakınında patlayan bir mayın onu yere serdi.
Yüzü, gÖzü toprak, üstü başı kan
içinde idi. Yarasının ağırlığı
hemen belli oluyordu. Biraz evvel başında koştuğu
bÖlüğünü şimdi ancak
bakışlarıyla izliyordu. Az sonra ruhunu teslim ederken,
dudaklarından ebedi saadete erenlerde gÖrülen bir
gülümseme vardı.
üsteğmen Zahit, Çanakkale Savaşının son
şehitlerindendir. Cesedini gÖmmeden evvel ceplerinde yapılan
aramada karısına yazılmış, fakat gÖnderilme
imkanı bulunamamış bir vasiyetname çıktı.
üsteğmen Zahit’in bugün elimizde ne bir
fotoğrafı, ne de mezarı vardır. Çanakkale
Savaşında can veren binlerce yiğit Türk evladıyla
beraber gÖnüllerimizde yaşamaktadır. Aziz
hatırasına hürmet olmak üzere de, Kara Hüseyin
tarafından çevrilen vasiyetnamesi aşağıya
alınmıştır:
Aziziye (Pınarbaşı

İlçesinin Kılıç Mehmet Bey kÖyünden
Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma,
1 – İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem
kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem de şerefli bir
askerim.
2 – Asker olmam nedeniyle, sevgili vatanımı savunmaya
gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarını
bulmamak da olabilir. Bu gibi durumların insanlık aleminde
meydana geleceği inkar olunamaz.
3 – BÖyle olmakla beraber şu vasiyetnameyi yazmak, hemen
Ölmek demek değildir.
4 – Ulu Tanrı ve ilahi mukadderat ben seni, sen beni
tanımadığımız ve bilmediğimiz halde, uzak bir
memleketten bizi birbirimize nasip etti. Allah’ın emrine ve
Peygamber’in kavline uygun olarak nikahımız
kıyıldı. Yaşadığımız sürece
geçimimizi sağlamaya çalıştım. Fakat, bizi
toparlayıp bir araya getiren devletimiz harp ilan eder ve ben de
vatanım uğruna şehit olursam, Ulu Tanrı elbet
ruhlarımızı birbirine kavuşturur. Vatan uğruna
şehit olursam bana ne mutlu. BÖyle bir hal olduğunda mevcut
olan eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri
müeccelinizi ( payınıza düşen tazminatı )
almanız için sizi vekil olarak gÖrevlendiriyorum. Eğer
bunlar yetmezse hakkınızı helal edeceğinize ve beni
borçlu yatırmayacağınıza eminim.
5 – Birbirimize verdiğimiz sÖzlerden dÖnmemenizi ister
ve umarım. Ruhuma bir mevlit okutmak vicdanınıza
kalmıştır. Kendim için başka bir şey
istemiyorum. Şehitlik bana yeter.
6 – Altı maddeden ibaret bu vasiyetnamemi
aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza
razı değilim.
Mektubun içinde kırmızı kurdeleye bağlı bir
de altın gibi sapları bir demet saç bulunmuştu. Bu
saçlar, aziz şehitin biricik yavrusu Nadide ye aitti.
alintidir
____________________
kopan bir ipe, sımsıkı bir dugum atarsanız, ipin en
saglam yeri artık bu dugumdur. ama ipe her dokunusunuzda,
canınızı acıtacak tek nokta yine o dugumdur."
www.dostsesi.com
dunyaya acilan pencereniz