Son Kullanma Tarihi Geçmeyen Dostluklara..
“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn”
Fuzuli Dedemin şikâyeti ne kadar yerinde ve ne kadar eskimez… İnsanın
keyifsizliği evvela dostlarının dostluk mucibince hareket etmekten
uzaklaşmasıyla başlıyor. Yalnızlığın ancak Yaradan’a has olduğu şu
fani âlemde dostsuz kalanların vay haline!
Hemen yüzünüzü buruşturmayınız. Bu bir şikâyet yazısı değildir. İç içe
büyüyen halkalar misali genişleyen zamanın uzağına düştüğümüz vakitlerin
söylettiği bir şarkıdan birkaç mırıldanış o kadar!
Başucumdan ayrılmayan kitaplarım ve ihtiyar sazımın kıskanmasına sebep olsa
da dost mevzu bir başka seyreder gönül hanesinde… Dost varsa dağlar
yol olur yürüyene… Dost payesine layık gördüklerimiz bilip de
bilmemezlikten gelseler de bu böyledir her daim… Kusurun kusur
olmaktan çıktığı yerde başlar dostluklar… Ve itimadın zirvesine doğru
kıvrılıp giden bir keçi yoludur dostluk…
Kimi zaman yolların çatallaştığı yerde bir ayrılık düşer hissemize…
İrtibatın koptu sanıldığı lakin hakiki manada bağlılıkların demlenerek
kıvam bulduğu bir süreçtir yudumladığımız. Mevsimlerin birbirine nöbet
devredişi gibi her muhabbet, safha safha kıymetini ötelere taşımak adına
bölünerek büyür gider. Tıpkı şahikadan yuvarlanan bir kartopunun düzlüğe
varana dek bir çığ oluşturması gibi… Veya bir goncanın bağrını
yırtarak gönle reha bırakan bir gülü azad etmesi gibi…
Çok defa sormuşumdur kendi kendime… Muhabbet divanında rüştünü ispat
eyleyen dostlarım olmasa idi… Bu aziz ve çileli imtihanı
veremeyenlerin haline bakıp da insanlardan sıdkımı sıyırmak zorunda kalmaz
mıydım? Feleğin baş döndüren hızına inat ruhumun koordinatlarını
sabitlediklerim olmasa… Herhalde dünya pek bir boş olurdu.
Rüştünü ispat etmek dedim. Bu hususu biraz açmalı… Gönül sarayımızın
kabul salonunda bekleyen kalabalıkların uğultusu, kaygılarımızın mermer
duvarında çınlarken… Zaman adlı ihtiyar mabeyinci, elinde ceviz asası
ile ikrarın sisli kapısında belirdiğinde…
Kaderin sual edişi karşısında tutumlarını merak içerisinde
beklediklerimiz… Dost rütbesine sahip olabilecek mi diye gri
zeminlerde düşündüklerimiz… Hiç olmadık yerde olmadık bir tarz-ı hal
ile bizleri hüsrana uğrattığında… Nasıl da içimiz burkulur değil
mi?
Hani kimi filmlerde rast geldiğimiz bir sahne vardır. Filmin kahramanı
büyük bir kaza geçirir ve yoğun bakıma alınır. Yakınları yoğun bakım
odasının önünde kaygıyla bekleşirler. Sonra doktor sahneye çıkar ve hasta
hakkında yakınlarını bilgilendirir. Şöyle der: “Tıbbi olarak
elimizden gelen her şeyi yaptık. Hasta hayata dönmek istemezse yapacak bir
şey yok.” İşte dost rütbesi almaya namzet arkadaşlarımızın hali de bu
yoğun bakımdaki hastalara benzemekte… Dost payesi almayı arzulamak ve
ona göre bir duruş sahibi olmak! İşte bütün mesele burada düğümleniyor.
Fakat ne yazık ki pek çoğu rüştünü ispat edemeden kayıplar hanesinde yer
alıyor.
Bir de… Dostluklarının son kullanma tarihi çok kısa olanlar var.
Pazara değil mezara kadar mantığıyla hem dem olmuş dostluk kavramının
içinin boşaltıldığı bu tip vakıalarsa canımızı sıkmaya yetecek kadar kara!
Dostluk mevzu kılıçtan keskin kıldan ince… Her neresine baksak bir
ayrı yara…
Bu olumsuzlukları söyleştik diye canımızı sıkmayalım. Çok şükür ki candan
özge bildiğimiz dostlarımız da var. Ama sayıları çok az diyebilirsiniz.
Sayıca azlık kıymetin işareti değil de nedir efendim! Düşünsenize…
Dünyanın en paha biçilmez eserleri tek ve bir daha yapılamaz olduğu için
kıymetlidir. Az ama öz dostlarınızla övünün… Kardeş bilmenin
töresince muhabbetinize muhabbet ekleyin… Çünkü devir öyle bir devir
ki… Dosttan gayrı hem derd olacak kimse kalmamış…
Sözü şiirin diliyle bağlayalım…
Nice dostsuzlar gördüm gölgesiyle kavgalı…
Nice dostu yitirdim nefsi oyunlar içre…
İtimat yeli yoksa cümle umman dalgalı!
Bayâtîyem yürürüm yolum mayınlar içre…
Güçer Kafa
____________________
Ben bir kitap im okudukça daha karmaşık olur hikayem