"Memâlik-i Müctemi’a-i Amerika Devleti"
Amerika Birleşik Devletleri’nin resmi ismi, Başbakanlık
Arşivi’ndeki 1830 tarihli bir belgeye bu ilginç terkiple yansımış.[1]
Ve biliyoruz ki, 1830 yılı, Osmanlı-Amerika Birleşik Devletleri
ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş, ısrarlı ricaları üzerine ABD,
Osmanlı Devleti tarafından “en ziyade müsaadeye mazhar”
devletler listesine dahil edilmişti. Bundan sonrasını biliyorsunuz büyük
ölçüde.
Ancak bu yazıda sizi biraz daha eskilere götüreceğim; ABD ile Osmanlı
Devleti’nin koruyucu şemsiyesi altındaki Cezayir ve Trablus
beylikleri arasındaki ilk “terör” savaşının ilginç hikâyesine.
Bu savaşta saldıran taraf Amerika’ydı ama kolay lokma zannettiği
“Barbar korsanları”ndan bakın nasıl bir “Osmanlı
tokadı” yedi. Görelim.
Amerika’nın korsanlarla imtihanı
Malum, Amerika bir İngiliz sömürgesiydi. Bağımsızlığa giden yol, 5 Mart
1770’de İngiliz askerlerinin Boston halkına karşı gerçekleştirdikleri
kanlı katliamla yayılma istidadı gösterdi ve 1775 yılında bağımsızlık
savaşı patlak verdi; 1783’de imzalanan barış antlaşması ise
bağımsızlığın tescili oldu. Tabiatıyla Osmanlı-ABD ilişkileri de ancak bu
tarihten itibaren başlamış oluyordu.
O devirde “korsanlar”, denizlerin görünmez hâkimleriydi.
Özellikle de otoritenin zayıfladığı dönemler, denizleri korsanların cirit
attığı kanunsuz arenalar haline getiriyordu. Onların çöplüklerinde izinleri
olmadan gemi yüzdürmek, kelimenin gerçek anlamıyla “kaşınmak”
anlamına geliyordu.
Tarih büyük ölçüde Batı-merkezli yazıldığı için korsanlık denildiği zaman
yalnız Berberi korsanlarının adları anılır ve ne İspanyol, ne İtalyan, de
İngiliz korsanlarından söz edilir. Ancak korsanlık, savaşın tabii bir
uzantısıydı o devirlerde; ve Amerikan bağımsızlık savaşında Amerikalı
korsanların İngiliz gemilerine verdiği zayiat, öyle unutulur cinsten
değildi. Demek ki, korsanlığı o dönemin bir deniz realitesi olarak
düşünmekte fayda var. Nitekim tarihçi Fernand Braudel, aşağıdaki sözleriyle
korsanlığın bizim bilmezden geldiğimiz bu “yasal” boyutuna
güçlü bir ışık tutmaktadır:[2]
"Korsanlık, ya biçimsel bir savaş ilânıyla veya mühürlü mektuplarla,
pasaport, görev veya talimatlarla böyle kılınan meşru [bir] savaştır. Bu
farkına varışlar bize ne kadar garip görünürse görünsün, korsanlığın
“yasaları, kuralları, canlı adet ve gelenekleri” vardır."
İşte bu “yasal” korsanlığı işine geldiği zaman tecviz eden aynı
Amerika, tüccarları için yağlı limanlar bulabilmek niyetiyle ufak ufak
Akdeniz’e doğru atmaktadır pençesini. Ancak güngörmüş Berberi
korsanları, avuçlarının içi gibi bildikleri bu iç denizde yeni
misafirlerine görkemli bir ‘hoş geldin’ partisi vermekte
gecikmeyeceklerdir.
Nitekim Akdeniz’in acemisi olan Amerikan gemileri, çok geçmeden
korsanlarımızın çelik pençelerine düşüverir. Mesela Müslüman korsanlar,
1783’de, “semiz ördek” diye dalga geçtikleri Amerikan
gemilerinden yıllık 80 bin dolar haraç istemişler ve söke söke de
almışlardı. 1787 yılında 100 kadar Amerikalı denizci, korsanların eline
esir düşmüş ve ABD, onları kurtarmak için 40 bin dolar fidye, 25 bin dolar
da haraç ödemek zorunda kalmıştı. 1794’e gelince, durum daha da
vahimleşmiş ve korsanlar tam 11 Amerikan gemisini ele geçirmişler, 119
kişilik mürettebatını da esir almışlardı.
Hatta bu çekirdekten yetişme korsanlar Akdeniz’le de yetinmiyor,
Atlas Okyanusu’na seferler düzenliyor, İrlanda’nın batı
sahillerine kadar dehşet saçabiliyorlardı. Velhasıl, Akdeniz’in giriş
ve çıkışı onlardan soruluyordu.
O sırada bağımsızlık savaşının barut ve kan kokuları henüz dimağlarından
silinmemiş olan Amerikan başkanları, başlarının bu “ırak”
diyarda daha fazla derde girmesini istemiyor, korsanların neredeyse bütün
isteklerine kuzu kuzu boyun eğiyorlardı. Nitekim Amerikan Kongresi
1795’de, tarihinin en ağır haracını onaylamış, nakit olarak yıllık
642.500 dolar, gerekli mühimmat ve 36 topa sahip bir adet de fırkateyni
korsanlara teslim etmeye razı olmuştu. İlaveten yine her yıl, 21.600 dolar
değerinde deniz araç gereci de korsanların nasırlı ellerine teslim
edilecekti. Buna karşılık Akdeniz, Amerikan gemilerinin huzur içinde seyr ü
seferine açılacaktı.
Vaktiyle Amerika’yı haraca kesmiştik!
Amerikan gemilerinde seyahat edenler şu veya bu nedenle esir düşerlerse
onlara da bir fiyat biçilmişti bu anlaşmada. ABD Cezayir’e gidecek
yolcular için kişi başına 4.000 dolar, kabin görevlileri için de 1.400
dolar para ödeyecekti Cezayir’e. Gerçi Amerikan makamları istenen
ücretleri fahiş bularak pazarlık edip indirim yaptırmışlardı ama sonunda
kaderlerine razı olmuşlardı. Anlaşma metni yalnız Türkçe yazılmış (ki,
ABD’nin bir yabancı ülke ile, yalnızca o ülkenin dilinde yaptığı
biricik antlaşma olarak tarihe geçmiştir), Cezayir’de imzalanmış ve
1796 Mart’ında Amerikan Senatosu tarafından da onaylanmıştır. Bu
arada belirtelim ki, kaynaklar, anlaşma sonucunda serbest bırakılan
rehinelerin anlattığı acıklı esaret hikâyelerinden Amerikan halkının 11
Eylül’ü aratmayacak psikolojik travmalar yaşadığını da nakletmeden
geçmiyor. Tam duyamadım, “Pes birader! Bu neredeyse bir
hazine!” mi dediniz? Acele etmeyin, zira dahası var.
Amerikan gemilerinde seyahat edenler şu veya bu nedenle esir düşerlerse
onlara da bir fiyat biçilmişti bu anlaşmada. ABD Cezayir’e gidecek
yolcular için kişi başına 4.000 dolar, kabin görevlileri için de 1.400
dolar para ödeyecekti Cezayir’e. Gerçi Amerikan makamları istenen
ücretleri fahiş bularak pazarlık edip indirim yaptırmışlardı ama sonunda
kaderlerine razı olmuşlardı. Anlaşma metni yalnız Türkçe yazılmış (ki,
ABD’nin bir yabancı ülke ile, yalnızca o ülkenin dilinde yaptığı
biricik antlaşma olarak tarihe geçmiştir), Cezayir’de imzalanmış ve
1796 Mart’ında Amerikan Senatosu tarafından da onaylanmıştır. Bu
arada belirtelim ki, kaynaklar, anlaşma sonucunda serbest bırakılan
rehinelerin anlattığı acıklı esaret hikâyelerinden Amerikan halkının 11
Eylül’ü aratmayacak psikolojik travmalar yaşadığını da nakletmeden
geçmiyor.
Ne var ki, 1800 yılında cereyan bir olay, Amerika ile Osmanlı himayesindeki
Berberiler arasındaki iplerin kopmasına yol açacaktır. Kaptan William
Bainbridge, Cezayir’e Amerika’nın yıllık haracını ödemek için
gelmiştir. Limana Amerikan bayrağı çekili gemisiyle giremeyeceği uygun bir
lisanla ihtar edilir kendisine; sonuçta ABD bayrağı indirtilir, yerine
Osmanlı bayrağı çektirilir.
Haracın, doğrudan doğruya Sultan’a ödenmesi gerekir. Bu yüzden Kaptan
Bainbridge kendisine eşlik eden Cezayir gemileriyle birlikte
İstanbul’a götürülüp devrin padişahı III. Selim’in huzuruna
çıkartılır. Böylece ilk resmi Amerikan yetkilisi İstanbul’a böylece
adımını atmış olur.
Osmanlı düzeninin bu sıkı kurallarına istemeye istemeye boyun eğmiş olan
Kaptan Bainbridge memleketine dönüşünde bir daha Cezayir’e adım
atmamaya tövbe etmiştir. Bu olayın ardından bir tehdit değerlendirmesi
yapan Amerika Birleşik Devletleri’nin o zamanki “şer
üçgeni” de belli olmuştur: Cezayir, Trablus ve Derne (son ikisi bugün
Libya sınırları içindedir).[3]
Öte yandan Amerika’nın Cezayir’e verdiği tavizler, Trablus
Paşası Karamanlı Yusuf’un gözünden kaçmayacaktır. O da yükseltir
haraç taleplerini. Çünkü kendisiyle anlaşma yapılamamıştır. O sırada Başkan
George Washington ölmüştür, yeni Başkan Adams’a bir devlet başkanı
öldüğünde yerine geçen başkanın ödemesi gereken özel haraç hatırlatılır. Ne
kadar mı? Yusuf Paşa, Washington’un ölümüne kendince bir de değer
biçmiştir: 10 bin dolar.
Zamanla istenen haraçlar altından kalkılacak haddi geçer. Bu
“Türkler” de çok olmaktadırlar. Düşünün ki, 1800 yılında yıllık
haraç miktarı tam toplam 2 milyon dolara ulaşmıştır ve bu miktar,
ABD’nin sadece 10 milyon dolar olan yıllık gelirinin beşte birine
denktir.
Tam işler yolunda giderken “şahin” cephesinden Thomas Jefferson
yeni başkan olarak Beyaz Saray’ın ev sahibi olur ve onun döneminde
işler daha da çetrefilleşir: Şahinlerin baskısıyla Amerika, meseleyi
kökünden halletmek üzere Osmanlı limanlarına çıkarma yapmaya kadar
götürecektir işi. Bunu kolayca başarıp başaramadığı ise upuzun bir
hikâyedir.
Bir “metal fırtına”nın ayak sesleri duyulmakta, tarihin mermer
tenine gömülmüş bir gölge daha doğrulmaktadır.
O zamanlar Osmanlı’nın Garp Ocakları’nı oluşturan Cezayir,
Tunus ve Libya’ya mensup leventlerin ABD filosuyla 5 yıl boyunca
başlarımızı öne eğdirmeden nasıl dişe diş cenk ettiklerini görmek için
gelecek haftayı beklemeniz gerekecek...
Mustafa Armağan
Kaynaklar:
[1] Başbakanlık Arşivi, Düvel-i Ecnebiye, Amerika Nişan Defteri 1/1, s.
7’den nakleden: Nurdan Şafak, Osmanlı-Amerika İlişkileri, İstanbul
2003, OSAV Yayınları, s. 41.
[2] Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, cilt
2, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, 2. baskı, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s.
251.
[3] Bu çatışmaların büyük ölçüde Amerika açısından değerlendirildiği iki
çalışma için bkz. Robert J. Allison, The Crescent Obscured: The United
States and the Muslim World, 1776-1815, Oxford University Press: New York
ve Oxford, 1995; David Smethurst, Tripoli: The United States’ First
War on Terror, New York 2006, Ballantine Books.