Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer
Yahya Kemal, Yedi Tepeli şehrin hangi tepesinden bakarak yazmış bu
dizeleri?... Bakmış ve gezmediği sevmediği hiçbir yer görememiş büyük şair.
İstanbul Boğazının son noktasında yer alan, adından da anlaşılacağı gibi
eskiden daha çok Rum’ların yaşadığı Rumeli Feneri mi? Anadolu
yakasında küçük bir balıkçı köyünün ortasında, eskiden yunusları selamlayan
Anadolu Feneri’mi?
Bahçesindeki manolya, erguvan ağaçlarıyla sarmaş dolaş Boğaz’ın iki
yakasını süsleyen her biri birer mücevher; yalılar, köşkler, saraylar mı?
Tarihin tüm zenginliklerini, anılarını sunan, dolaşırken gösterişli
sahnesinde birer oyuncu olabileceğiniz binlerce şâheser mi? İki yakadan
karşılıklı birbirini selâmlayan Hisarlar mı?
Her biri Şehri İstanbula binbir güzellik katıyor ama bir güzel var ki;
hüzünlü hikayesi asırlardır dilden dile anlatılmış, denizi engel koymuş
kendisine ulaşmak isteyenlerle arasına..
Çok eski zamanlarda, Üsküdar sırtlarında, Aşk ve Güzellik tanrıçası
Aphrodite adına yapılmış büyük ve ünlü bir tapınak vardı. İşte, efsaneye
konu olan, güzelliği dillere destan Hero, genç kızların rahibelik yaptığı
bu tapınakta, kumrulara bakmakla görevliydi. Her sene, soğuk kış günleri
yerini ilkbaharın çiçekli günlerine bıraktığında, tabiatı süsleyen,
güzelleştiren tanrıça adına bir bayram yapılırdı. Bu ilkbahar şenliğine
çevre şehirlerden, kasabalardan akın akın insanlar gelir, bayram süresince
yenilir, içilir, eğlenilir; ümitsiz aşıklar kendilerine aşk vermesi için
Aphrodite mâbedinde tanrıçaya yalvarırlardı. İşte güneşin insanın içini
ısıttığı, kuşların ötüştüğü, çiçeklerin rengârenk açtığı, denizin kokusunu
dört bir yana saldığı bir ilkbahar sabahı, Boğaz’ın öteki yakasında
oturan Leandros adlı yakışıklı delikanlı da hayatında ilk kez bu bayrama
katılmak üzere tapınağa geldi. Aphrodite onun yakarışlarını duymuş olmalı
ki karşısına güzeller güzeli Hero’yu çıkardı. İki genç birbirlerini
görür görmez aşık olmuşlardı. Ama aralarında aşılması güç bir engel, deniz
vardı...
Leandros yaşadığı şehre dönmeden önce sevgilisine, aralarındaki denizin
aşklarına engel olamayacağını söyledi. Eğer Hero, denizin durgun olduğu
gecelerde kulede bir ışık yakarsa, Leandros yüzerek onun yanına
gelebilirdi. Gerçekten de yaz boyunca iki sevgili denizin durgun olduğu her
gece buluştu. Fakat güz bitti, kış yaklaştı. Ilık esintile yerini lodos ve
poyraza bıraktı. Denizin çırpıntıları birbirini izleyen iri dalgalara
dönüştü. Bir sabah Hero, Leandros’u uğurlarken artık iki kıyı
arasında yüzmenin tehlikeli olacağını söyleyerek sevgilisine bir süre
gelmemesi için yalvardı. Leandros istemese de O’na verdiği sözü
tuttu. Ama Hero’ya olan özlemi gün geçtikçe büyüyordu. Kederini,
acılarını azaltmak için her akşam oturup karşı kıyıyı seyrediyordu. Yine
böyle bir akşam kulede yanan ışığı gördü. Sevgilisinin çağırdığını
düşünerek kendini dalgaların arasına bırakıverdi. Oysa ışığı yakan Hero
değil, iki sevgilinin gizli gizli buluştuğunu farkeden tapınak
yöneticilerinden biriydi. Hero’ya kavuşacak olmanın heyecanı içindeki
zavallı Leandros, bir yandan azgın dalgalarla boğuşuyor, bir yandan ışığı
yitirmemeye çalışıyordu. Tam Üsküdar kıyılarına yaklaşmışken ışık birden
söndü. Denizin ortasında acımasız bir karanlığa gömüldü Leandros. Önce
rüzgârdan söndüğünü sandığı ışığın yeniden yanmasını bekledi, oysa ışık bir
daha yanmadı. Ve Leandros dev dalgaların arasında kayboldu. Hero’ya
gelince, ertesi sabah tapınağın altındaki kayalıklarda buldular onu.
Zamanla Leandros’un kaybolduğu yerde bir kayalık oluştu. İşte Kız
Kulesi Leandrosla Heronun anısına dikildi.
Kim bilir belki ışığı başka aşıkların yolunu aydınlatsın diye....
Sevgi Yüksel arkadaşımın ellerine yüreğine sağlık...
Sevgiyle